Bir kez daha iyi yolculuklar.”
Sonra elini atın sırtına vurdu ve kendisi ormanın derinliklerine doğru, Şerif ise ormandan dışarı doğru yollarına dağıldılar.
Şerif, Robin Hood’a ilk bulaştığı güne acı acı hayıflandı çünkü şimdi herkes ona gülüyordu. Ülkenin dört bir yanındaki halk, Şerif’in nasıl kendi ayaklarıyla soyulmaya gittiğine ve eve nasıl çarpılmış olarak döndüğüne dair birçok türkü yazıp söyledi. Sonuçta bazen insanlar, doyumsuzluk ve üçkâğıtçılıkta kendilerini aşıyorlar.
Küçük John Nottingham Panayırına Gidiyor
Sherwood’daki Şerif ziyafetinden bu yana bahar ve yaz geçip gitmiş, ekim ayı gelmişti. Hava serin ve tazeydi; hasatlar evlere toplanmış, kuşlar yavrulamış, ekinler yolunmuş ve elmalar olgunlaşmıştı. Zamanın her şeyi yumuşatmasına, insanların artık Şerif’in satın alacağını sandığı boynuzlu hayvanlardan bahsetmez olmasına rağmen Şerif, bu konuda hâlâ kızgındı ve Robin Hood’un adının kendi huzurunda anılmasına bile dayanamıyordu.
Ekim ayıyla birlikte Nottingham kasabasında her beş yılda bir kutlanan ve ülkenin dört bir yanından halkın akın akın geldiği büyük panayır zamanı gelmişti. Böyle zamanlarda okçuluk her zaman ana spor olurdu çünkü Nottinghamshirelı yiğitler okçulukta çok iyilerdi. Ancak bu yıl Şerif, Robin Hood ve çetesinin panayıra gelmesinden korktuğu için panayır ilanını yayımlamadan önce uzun bir süre tereddüt etti. İlk başta aklının bir köşesinde panayırı hiç ilan etmemek vardı ama bir yandan da insanların ona daha da çok güleceğini ve aralarında Robin Hood’dan korktuğunu konuşacaklarını düşündü, bu yüzden bu düşünceyi bir kenara bıraktı. Sonra anlamsız bir ödül koymayı, böylece Robin Hood ve okçularının bu ödül için atış yapmayı istemeyeceklerini düşündü. Böyle zamanlarda âdet, elli mark ya da bir fıçı bira ödül vermekti ama bu yıl en iyi okçuya, iki gürbüz dananın ödül verileceğini ilan etti.
Robin Hood ilan edilen ödülü duyunca çok sinirlendi ve şöyle dedi: “Bu Şerif de öyle bir ödül ilan etti ki ahmak çobanlardan başka kimse bu ödül için atış yapmaz! Neşeli Nottingham kasabasında bir müsabakaya daha katılmayı öyle çok isterdim ki ama bu ödülü kazanmamın bana ne bir faydası var ne de keyifli bir tarafı.”
O an Küçük John lafa karıştı:
“Hayır, dinleyin efendimiz.” dedi. “Daha bugün Will Stutely, Doncasterlı genç David ve ben Mavi Domuz Hanı’ndaydık. Orada bu neşeli panayırla ilgili tüm haberleri ve Şerif’in biz Sherwoodlular panayıra gelmeyi umursamayalım diye bu ödülü ilan ettiğini duyduk. Bu yüzden, efendim eğer izin verirseniz, gidip Nottingham kasabasında atış yapacak yiğitlerin arasında bu zavallı şeyi bile kazanmak için atış yapmak isterim.”
“Hayır, Küçük John.” dedi Robin. “Kuvvetli bir adamsın ama Will Stutely kadar kurnaz değilsin ve tüm Nottinghamshire önünde sana bir zarar gelmesini istemem. Yine de eğer gitmeyi çok istiyorsan kılık değiştir ki orada seni tanıyanlar olmasın.”
“Öyle olsun, efendimiz.” dedi Küçük John. “Kılık değiştirmek için bu asker yeşili yerine iyi bir kırmızı giysi giymem yeterli olur. Ceketimin kapüşonunu başıma çekeceğim, böylece kahverengi saçlarımı ve sakalımı gizleyecek. O zaman kimsenin beni tanımayacağına inanıyorum.”
“Bu, benim isteğim dışında.” dedi Robin Hood. “Yine de eğer istiyorsan git ama görünüşüne ve kendine dikkat et, Küçük John. Çünkü sen benim sağkolumsun ve sana zarar gelmesine dayanamam.”
Böylece Küçük John, kırmızı giysilerini giydi ve Nottingham kasabasındaki panayıra doğru yola çıktı.
Nottingham’daki bu panayır günleri çok neşeli geçerdi; şehrin büyük kapısının önündeki yeşillik, sıra sıra dizilmiş tezgâhlarla doluydu. Üzerleri flamalar ve çiçek çelenkleriyle süslenmiş rengârenk çadırlar vardı. Halkın hem asil hem de sıradan kesimi her yandan toplanmıştı. Bazı tezgâhlarda neşeli bir müzik eşliğinde dans ediliyor, bazılarından biralar akıyor, bazılarında da lezzetli kekler ve arpa şekerleri satılıyordu. Tezgâhların dışında da çeşitli spor müsabakaları yapılıyor; bir ozan arp çalarak eski zamanların türkülerini söylüyor ya da pehlivanlar talaştan yapılmış bir ringde birbirleriyle güreşiyorlardı. Ama insanlar en çok iri yarı adamların sırık dövüşü yaptıkları yüksek bir sahnenin etrafında toplanıyordu.
Böylece Küçük John panayıra geldi. Pantolonu ve cübbesi kıpkırmızıydı, başında da kırmızı tüylü bir şapka vardı. Omuzlarına porsuk ağacından yapılmış sağlam bir yay asmıştı ve sırtında da sağlam oklarla dolu bir sadak vardı. Pek çok kişi bu iri yarı, uzun boylu adama bakmak için döndü; çünkü omuzları orada bulunan herkesten en az bir avuç içi kadar daha genişti ve diğer tüm adamlardan bir baş daha uzun duruyordu. Genç kızlar da daha önce hiç bu kadar şehvetli bir genç görmedikleri için onu dikkatle süzüyorlardı.
Her şeyden önce hemen biranın satıldığı tezgâha gitti ve tezgâhın üzerine çıkarak etraftakilere gelip kendisiyle birlikte içmeleri için seslendi. “Hey, neşeli beyler!” diye bağırdı. “Kim bu koca adamla bira içmek ister? Hepiniz gelin! Gelin! Biraz neşelenelim yahu! Çünkü gün keyifli, biranın köpüğü de lezzetli. Buraya gelin hadi, sen, sen ve sen de. Çünkü biriniz bile bir kuruş ödemeyecek. Hayır, geri dönün ey gürbüz dilenci ve ey neşeli tenekeci çünkü herkes benimle neşelensin isterim.”
Böyle bağırmaya devam etti ve kahverengi bira akarken herkes neşeyle etrafına toplandı. Küçük John’un yiğit bir adam olduğunu düşündüler ve her biri onu kendi kardeşi gibi sevdiğine yemin etti. Çünkü insan, beleşe eğlendiği zaman herkesi sever.
Sonra John, sırık oynanan platforma doğru yürüdü, sırık dövüşlerini en az et ve içki kadar severdi. Burada, ülkenin her yanında günlerce türkülere konu olan bir macera yaşandı.
Ringde, çıkan herkesin kafasını kıran bir adam vardı. Bu, adı tüm taşradaki türkülerde söylenen meşhur Lincolnlü Eric’ti. Küçük John ringe ulaştığında, dövüşecek kimse bulamadı. Sadece sırığını sallayarak platformda bir aşağı bir yukarı yürüyen ve gür bir sesle bağıran cesur Eric’i gördü:
“Şimdi kim gelip iyi bir Lincolnshire delikanlısıyla en beğendiği kız için çarpışır? Böyle nasıl, beyler? Yaklaşın! Yaklaşın! Yoksa buralarda genç kızların gözlerinden yeterince ışıltı çıkmıyor mu? Ya da Nottingham delikanlılarının kanı durgun ve soğuk mu akıyor? Lincoln, Nottingham’a karşı! Çünkü bugün Lincoln’de, sırık oyuncusu diyeceğimiz hiç kimse henüz bu ringe ayak basmadı.”
Bunun üzerine herkes, bir diğerini dirseğiyle dürterek: “Yürü be Ned!” ya da “Yürü be Thomas!” diyordu ama hiçbir delikanlı bir kız uğruna kırık bir kafayla ringden inmek istemiyordu.
Bir süre sonra Eric, Küçük John’un diğerlerinin arasından sivrildiğini gördü. Hepsinden bir omuz mesafesi ve kafa boyu üstündü. Yüksek sesle ona seslendi:
“Hey, sen! Uzun bacaklı, kırmızı giysili adam! Omuzların geniş, kafan da kocaman; yoksa burada uğruna sırığı eline alabileceğin kadar güzel bir kız mı yok? Doğrusu, Nottingham erkeklerinin yürekleri ve cesaretleri olmadığı için kas ve etten ibaret olduklarını düşünüyorum! Şimdi, seni koca adam, Nottingham için sırık sallayacak mısın sallamayacak mısın?”
“Ah şimdi burada kendi güzel sırığım olsaydı, şu arsız palavracının kafasını kırmak beni çok memnun ederdi! Sesi kesilse çok iyi olurdu!”
İlk başta sakin konuşup sakin hareket ediyordu ama sonunda