Hood’a hacının kendisine söylediklerini anlatınca Robin çeteyi etrafına topladı ve onlara şunları söyledi:
“Şimdi hemen Nottingham kasabasına girelim ve oradaki halkın arasına karışalım ama birbirinizden uzaklaşmayın. Mahkûm ve muhafızlar surların dışına çıktığında olabildiğince yakınlarına sokulun. Sebepsiz yere kimseye vurmayın çünkü gereksiz kan dökülmesini istemem ama vuracaksanız da sert vurun ki bir daha vurmanıza gerek kalmasın. Sherwood’da tekrar buluşana kadar bir arada kalın, kimse arkadaşlarından ayrılmasın.”
Kale duvarından bir borazan sesi duyulduğunda güneş batı yönünde alçalmıştı. O anda Nottingham kasabasında bir telaş başladı ve kalabalıklar sokakları doldurdu çünkü herkes meşhur Will Stutely’nin o gün asılacağını biliyordu. Az sonra kale kapıları ardına kadar açıldı ve büyük bir silahşor ordusu gürültü ve patırtı içinde dışarı çıktı. Şerif, hepsi birbirine bağlı zincirlerden oluşan parlak zırhlara bürünmüş silahşorların başında, atının üzerindeydi. Will Stutely ise muhafızların tam ortasındaki bir arabanın içindeydi, boynunda ise asılacağı yular vardı. Yüzü yarasından ve kan kaybından dolayı gün ışığındaki bir ay kadar solgundu. Sarı saçları, alnındaki kanın aktığı bölgede sertleşmişti. Surların arasından çıkınca etrafına bakındı, merhamet ve dostluk ifadesi bulunan bazı bakışlar görmesine rağmen tanıdığı hiç kimseyi görmedi. Bunun üzerine kalbi bir kurşun yarası almış gibi çöktü ama yine de yiğitçe konuştu.
“Bana bir kılıç verin, Şerif.” dedi. “Yaralı da olsam, sizinle ve adamlarınızla kanımın son damlasına kadar savaşayım.”
Şerif başını çevirip Will Stutely’ye acımasızca bakarak: “Hayır, seni arsız herif.” dedi. “Kılıcın falan olmayacak, aşağılık bir hırsıza yakışan bir şekilde öleceksin.”
“O zaman ellerimi çözün de sizinle ve adamlarınızla yumruklarımdan başka hiçbir silahım olmadan çarpışayım. Silah falan istemiyorum ama lütfen bugün korkak ve aşağılıkça asılmama izin vermeyin.”
Bunun üzerine Şerif yüksek sesle güldü. “Bu ne şimdi?” dedi. “Gururlu yüreğin mi çarpmaya başladı? Kendine gel, seni aşağılık haydut! Bugün burada, üç yolun birleştiği yerde asılacaksın ve insanlar senin pis leşini kargaların nasıl gagaladığını görecekler.”
“Seni alçak pislik!” diye bağırdı Will Stutely, Şerif’e bakıp sinirle dişlerini gıcırdatarak. “Seni korkak geyik seni! Eğer efendimiz seninle karşılaşırsa, bugünün bedelini çok ağır ödeyeceksin! O seni ciddiye bile almıyor, hatta bütün cesur çetemiz de öyle. Sen ve o beş para etmez şanın, cesur yiğitlerin dudaklarında alay konusu bunu biliyor musun? Senin gibi biri, zavallı ve aşağılık bir korkak, cesur Robin Hood’a asla ama asla boyun eğdiremez.”
“Ha!” diye bağırdı Şerif, öfkeyle. “Demek öyle ha? Demek o efendin benimle alay ediyor? Şimdi de ben seninle alay edeceğim. Hem de öyle bir alay edeceğim ki seni sallandırdıktan sonra bütün organlarını ayrı ayrı parçalayacağım.”
Sonra atını mahmuzlayıp ilerledi ve Stutely’ye başka hiçbir şey söylemedi.
Sonunda büyük şehir kapısına geldiler ve Stutely, bu kapının ötesindeki güzel ülkeyi, yemyeşil tepelerle vadileri, uzaktaki Sherwood’un eteklerindeki alaca karanlık ufuk çizgisini gördü. Sonra nadasa bırakılmış tarlaların üzerine uzanan güneş ışığının civardaki kulübelerle çiftlik evlerinin üzerine kızıl ışıklar yaydığını, tatlı kuşların akşam ezgileri okuduğunu, koyunların yamaçlarda melediğini, kırlangıçların ışıl ışıl havada uçtuğunu görünce kalbine öyle büyük bir duygusallık ve hüzün çöktü ki tuzlu gözyaşlarıyla gördüğü her şey bulanıklaştı. Halk gözlerindeki yaşların korkaklığından olduğunu düşünmesin diye başını öne eğdi. Kapıdan bu şekilde geçerek şehrin duvarlarının dışına çıkana kadar başını eğik tuttu. Ancak tekrar başını kaldırıp etrafına bakındığında kalbinin heyecanla yerinden fırlayacağını hissetti, sevinçten yerinde duramadı çünkü Sherwood’daki neşeli yoldaşlarından birinin yüzünü görmüştü. Bunun üzerine hızla etrafına bakındı, her tarafta tanıdık yüzler gördü; yoldaşları onu çevreleyen muhafızlara yakın duruyorlardı. Yanakları sevinçten ve heyecandan al al oldu çünkü efendisinin yüzünü de görmüştü ve o an anladı ki Robin Hood, tüm çetesiyle oradaydı. Yine de çeteyle arasında bir düzine silahlı adam vardı.
“Geri çekilsenize be!” diye bağırdı Şerif, güçlü bir sesle. Çünkü kalabalık her yandan hücum ediyordu. “Ne yapıyorsunuz çapulcular, ne diye böyle üstümüze geliyorsunuz? Geri çekilin diyorum!”
Sonra bir telaş ve gürültü koptu. Biri, Stutely’nin taşındığı arabaya ulaşmak için silahlı muhafızların arasına girmeye çalıştı. Stutely, tüm bu hareketlenmeyi başlatanın Küçük John olduğunu gördü.
“Çekil şuradan!” diye bağırdı, Küçük John’un dirsekleriyle iteklediği muhafızlardan biri.
“Asıl sen geri çekil!” dedi Küçük John ve adamın kafasına öyle bir vurdu ki muhafız, bir kasabın yere serdiği öküz misali yere serildi. Sonra da Stutely’nin bulunduğu arabaya doğru sıçradı.
“Öleceksen dostlarını da yanında götüreceksin, Will Efendi.” dedi. “İlla ölmen gerekiyorsa o zaman ben de seninle ölürüm çünkü senden daha iyi bir arkadaş bulunmaz.”
Bu sözleri söyledikten sonra tek hamlede Stutely’nin kollarını ve bacaklarını bağlayan halatları kesti, Stutely de hemen arabadan atladı.
Şerif: “Ben hayatım boyunca şunun kadar isyankâr bir serseri daha tanımadım! Muhafızlar, yakalayın şunu, gitmesine izin vermeyin!” diye bağırdı.
Böyle söyleyerek atını, Küçük John’un üzerine sürdü. Üzengileri üzerinde yükselerek var gücüyle John’a vuracaktı ki Küçük John hızla atın karnına doğru eğildi ve hamleyi savuşturdu.
“Olmadı, Şerif hazretleri!” diye bağırdı, darbe geçtikten sonra tekrar sıçrayarak. “En azından şu kıymetli kılıcınızı ödünç almama izin verin.”
Bunun üzerine kılıcı Şerif’in elinden ustalıkla aldı, “Al bakalım Stutely!” diye bağırdı. “İyi kalpli Şerif’imiz kılıcını sana ödünç vermek istedi! Şimdi benimle sırt sırta ver ve yalnızca kendini savun çünkü birazdan destek gelir!”
Şerif, kızgın bir boğa gibi kükreyerek “Lanet olsun size!” diye bağırdı ve atını sırt sırta vermiş ikilinin üzerine doğru bir kez daha mahmuzladı. O kadar öfkelenmişti ki kendisini savunabileceği bir silahı olmadığını bile unutmuştu.
“Geri çekil bakalım Şerif!” diye bağırdı Küçük John. Daha o konuştuğu anda, bir borazan sesi duyuldu ve Şerif’in başının hemen yanından kaz tüylü bir ok ıslık çalarak geçti. O an, bir o yana bir bu yana savrulmalar, küfürler, haykırışlar, iniltiler, çelik şakırtıları, batan güneşin altında parıldayan kılıçlar arasında havada ıslık çalan bir sürü ok yağmaya başladı. Bazıları “İmdat, imdat!” diye, bazıları da “Kurtarın, kurtarın!” diye bağırıyordu.
“Hıyanet bu!” diye bağırdı Şerif, yüksek sesle. “Geri çekilin! Geri çekilin! Yoksa hepimiz öleceğiz!”
Bunun üzerine atını kalabalığın yoğun olduğu bölgeye doğru geri sürdü.
Robin Hood ve çetesi isteseydi Şerif’in adamlarının yarısını öldürebilirlerdi. Ama yalnızca onları sıkıştırıp gitmelerine izin verdiler; kaçmalarını hızlandırmak için de arkalarından