edemiyor musun? Ben ne yapayım? Sen benim Şerif’im değil misin? Nottinghamshire’da da benim kanunlarım yürürlükte değil mi? O zaman yasalara karşı gelenlere ya da sana zarar verenlere kendi bildiğini uygulasana. Git çabuk, git ve iyice düşün; kendince bir plan yap ama beni daha fazla böyle şeylerle rahatsız etme. Ama meseleyle doğru düzgün ilgilenseniz iyi olur Şerif Efendi çünkü krallığımdaki herkesin yasalarıma uygun davranmasını istiyorum ve eğer yasalarımı uygulayamıyorsanız benim Şerif’im olamazsınız. Bu yüzden kendinize iyi bakın derim. Yoksa Nottinghamshire’daki diğer tüm haydutlar gibi sizin de başınıza kötü şeyler gelebilir. Unutmayın, tufan geldiğinde samanla birlikte tahılı da süpürür.”
Sonra Şerif üzgün ve kırık bir kalple arkasını dönüp gitti. Hayal kırıklığına uğramıştı. Yanında bu kadar çok adamı olduğu hâlde yasaları uygulatamadığı için Kral’ın kızgın olmasına ve sadık hizmetkâr gösterisi yaptığına pişman oldu. Adamlarıyla birlikte yavaş yavaş Nottingham’a dönerken Şerif oldukça derin düşünceler içerisindeydi. Kimseyle tek kelime konuşmadı, adamlarından hiçbiri de onunla konuşmadı. Bütün yol boyunca Robin Hood’u ele geçirmek için bir plan tasarlamakla meşguldü.
“A-ha!” diye bağırdı, aniden elini bacağına vurarak: “Buldum işte! Hadi, dörtnala gidin beyler, Nottingham kasabasına olabildiğince çabuk dönelim. Şu sözlerimi de unutmayın: İki haftaya kalmadan o şeytan haydut Robin Hood, güvenli bir şekilde Nottingham Hapishanesi’ni boylayacak.”
Peki neydi Şerif’in bulduğu plan?
Tıpkı bir tefecinin, bir torba dolusu gümüş bilyeyi tek tek eline alıp sahte olup olmadığını anlamak için bir bir yoklaması gibi Şerif de yavaş ve kasvetli bir ruh hâli içinde Nottingham’a doğru yol alırken, her bir planını yokladı ama hepsinde bir kusur buldu. Sonunda neşeli Robin’in cüretli ruhunu ve Şerif’in de iyi bildiği üzere onun sık sık Nottingham kasabasına geldiğini düşündü.
“Şimdi.” diye düşündü Şerif. “Robin’i bir şekilde Nottingham kasabasına, yetki alanıma doğru çekersem onu öyle bir yakalarım ki yemin ederim bir daha asla kaçamaz.” Sonra birdenbire, büyük bir atış müsabakası ilan edip ucuna büyük bir ödül koyarsa Robin Hood’un serseri ruhunun onu barut kokusuna doğru iteceği fikri aklına geldi. Bu düşünce onun “A-ha!” diye bağırmasına, heyecanla avucunu bacağına vurmasına neden olmuştu.
Böylece Nottingham’a döner dönmez ülkenin kuzey ve güneyi, doğusuyla batısı dâhil olmak üzere her yana haberciler göndererek bu büyük atış müsabakasını kasabalara, kenar mahallelere, köylere duyurdu. Yay çekip ok kullanabilen herkesin müsabakaya katılabileceğini, ödül olarak da saf, dövülmüş altından bir ok sunulduğu haberini yaydı.
Robin Hood bu haberi ilk duyduğunda Lincoln kasabasındaydı ve Sherwood Ormanı’na aceleyle geri dönüp tüm neşeli adamlarını etrafına topladı, onlara şöyle seslendi:
“Şimdi dinleyin, benim neşeli dostlarım. Bugün Lincoln kasabasından getirdiğim haberlere kulak verin. Dostumuz Nottingham Şerifi bir atış müsabakası ilan etti ve bunu tüm kasabaya duyurmaları için haberciler gönderdi, ödül ise parlak bir altın ok olacak. Hem ödülün güzelliği hem de Şerif’in iyi dostumuz olması nedeniyle müsabakayı içimizden birinin kazanmasını çok isterim. Bu yüzden oklarımızı ve yaylarımızı kapıp atış yapmaya gidelim çünkü çok eğleneceğimizden eminim. Ne dersiniz, çocuklar?”
Bunun üzerine Doncasterlı genç David söz aldı ve şöyle dedi: “Öncelikle beni iyi dinleyin efendimiz. Mavi Domuz Hanı’ndan dostumuz Eadom’ın yanından geliyorum ve orada da aynı müsabaka ile ilgili haberleri duydum. Ama efendim, ondan öğrendiğim kadarıyla ki o da Şerif’in adamlarından Yaralı Ralph’ten öğrenmiş, bu düzenbaz Şerif atış müsabakasında size tuzak kurmuş ve tek amacı sizin oraya gitmeniz. Bu yüzden siz gitmeyin efendimiz çünkü sizi kandırmaya çalıştığından eminim, bizleri acı ve keder içinde bırakmamak için yeşil ormanda kalın.”
“Şimdi.” dedi Robin. “Sen zeki bir delikanlısın. Akıllı ve kurnaz bir ormancıya yakışır şekilde kulaklarını açık, ağzını kapalı tutmasını biliyorsun. Ama Nottingham Şerifi’nin, cesur Robin Hood ve yüz kırk neşeli arkadaşının, İngiltere’de bulunan en iyi okçulardan korktuğunu söylemesine izin mi vereceğiz? Hayır, sevgili David, bana anlattıkların yalnızca ödülü daha çok arzulamama neden oldu. Ne diyor dedikoducu Swanthold? ‘Aceleci adam ağzını yakar, gözlerini kapalı tutan aptal ise çukuru boylar.’ değil mi? Böyle der hep, bu nedenle kurnazlığa kurnazlıkla karşılık vermeliyiz. Şimdi kiminiz rahip, kiminiz köylü, kiminiz tenekeci ya da dilenci gibi giyinin ama her biriniz yanına, gerektiğinde kullanmak üzere iyi bir yay ya da kılıç alsın. Ben ise altın ok için atış yapıyor olacağım ve eğer ödülü kazanırsam, tüm çetenin neşesi için onu güzel yeşil ağaçlarımızın dallarına hatıra olarak asacağız. Planı beğendiniz mi benim neşeli dostlarım?”
Sonra tüm grup “Evet, evet, güzel!” diye içtenlikle bağırdı. Atış müsabakasının yapılacağı gün Nottingham kasabasında eğlenceli bir manzara vardı. Kasaba duvarının altındaki yeşil çayırlık boyunca şövalye ve leydiler, soylu beyler ve hanımlar, zengin kasabalılar ve eşleri için üst üste dizilmiş koltuklar sıralanıyordu. Soylu ve zengin kişiler dışında kimse orada oturamazdı. Menzilin sonunda, hedefin yakınında ise Nottingham Şerifi ve eşi için kurdeleler, şallar ve çiçek çelenkleriyle süslenerek yükseltilmiş bir koltuk vardı. Atış alanı iki yüz adım genişliğindeydi. Bir ucunda atış hedefi, diğer ucunda ise direklerinde rengârenk bayrak ve flamaların dalgalandığı çizgili bir çadır duruyordu. Bu çadırda, susuzluklarını gidermek isteyen okçuların bedava bira içebileceği bira fıçıları vardı.
Zengin ve soylu insanların oturduğu sıraların karşısında, fakir kesimin hedefin önüne yığılmasını engellemek için bir korkuluk bulunuyordu. Henüz erken olmasına rağmen sıralar, küçük arabalarla ya da dizginlerindeki gümüş çanların neşeli tıngırtısıyla şakırdayan atlarla gelen kaliteli insanlarla dolmaya başlamıştı bile. Bunlarla birlikte, kendilerini menzilden uzak tutan korkuluğun yanındaki yeşil çimenlerin üzerinde oturan ya da yatan yoksul kesim de geliyordu. Büyük çadırda okçular ikişer üçer toplanmaya başlamışlardı. Bazıları yüksek sesle her birinin zamanında yaptığı isabetli atışlardan övünerek bahsediyordu. Bazıları yaylarını iyice kontrol ediyor, yıpranıp yıpranmadığını görmek için parmakları arasında yayı çekiyor ya da okları inceliyor, bir gözünü kapatıp eğri olmadığını, düz ve doğru olduğunu görmek için oku inceliyordu, yay ve ok böylesi bir zamanda böylesi bir ödül için kusursuz olmalıydı. O gün Nottingham kasabasında toplanan kalabalık kadar kalabalık bir topluluk daha önce hiç olmamıştı çünkü neşeli İngiltere’nin en iyi okçuları bu atış müsabakasında idi. Şerif’in başokçusu Kırmızı Şapkalı Gill, Lincoln kasabasından Diccon Cruikshank ve Tamworthlu Dellli Adam; altmış yaşında olmasına rağmen hâlâ dinç ve kuvvetliydi. Zamanında Woodstock’taki meşhur müsabakada atış yapmış ve oradaki ünlü okçu Clym o’ the Clough’u yenmişti. Şanları eski zamanların güzel türkülerinde geçen daha birçok meşhur uzun yaylı adam oradaydı.
Bir süre sonra bütün sıralar konuklarla doldu. Şövalyeler, hanımefendiler, kasaba sakinleri ve en sonunda Şerif, süt beyazı atının üzerinde görkemli bir şekilde ilerliyordu. Karısı ise kahverengi kısrağının üzerindeydi. Şerif’in başında mor kadifeden bir şapka vardı ve cübbesi de mor kadifedendi. Her yanı pahalı kürklerle süslenmişti. Ceketi ve çorapları deniz yeşili ipekten, ayakkabıları siyah kadifedendi. Sivri uçlarından altın zincirlerle diz hizasında bağlanmıştı. Boynunda altın bir kolye asılıydı. Yakasında da kırmızı altınla işlenmiş büyük bir çan çiçeği