Говард Пайл

Robin Hood


Скачать книгу

ve başka şekilde olmasını çok isterim. Sen gerçekten de çok küçüksün. Kemiklerin, kasların küçücük; bu yüzden senin adını Küçük John koyalım, böylece ben de senin vaftiz baban olayım.”

      Bu şaka üzerine Robin Hood ve tüm çete yüksek sesle güldüler, ta ki yabancı sinirlenmeye başlayana kadar.

      Will Stutely’ye: “Benimle alay etmeye devam edersen.” dedi. “Kemiklerini kırar, bedelini kısa sürede ödetirim.”

      “Hayır, sevgili dostum.” dedi Robin Hood. “Yatıştır şu öfkeni çünkü bu isim gerçekten sana çok yakıştı. Bundan böyle sana Küçük John denecek ve adın Küçük John olarak kalacak. Hadi gelin, benim neşeli çetem. Bu küçük, güzel bebek için bir vaftiz ziyafeti hazırlayalım.”

      Böylelikle dereyi arkalarına alarak bir kez daha ormana girdiler, ormanın derinliklerinde yaşadıkları yere ulaşana kadar yürüdüler. Yaşadıkları yerde ağaç kabukları ve dallarından kulübeler inşa etmişler, geyik derileriyle kaplı yumuşak çalılardan sedirler yapmışlardı. Burada dalları etrafa genişçe yayılan büyük bir meşe ağacı bulunuyordu, altında ise Robin Hood’un ziyafet ve şenliklerde etrafındaki cesur adamlarıyla birlikte oturmaya alışkın olduğu yeşil yosunlardan bir koltuk vardı. Çetenin geri kalanı da buradaydı, bazıları dişi ve şişman geyik avlamıştı. Hep birlikte büyük ateşler yaktılar ve bir süre sonra dişi geyikleri kızartıp ağzına kadar dolu olan bir bira fıçısını deldiler. Şenlik ziyafeti hazır olunca herkes oturdu ama Robin, Küçük John’u sağ yanına oturttu. Çünkü o, bundan böyle çetenin ikinci adamı olacaktı.

      Ziyafet bitince Will Stutely konuştu: “Evet, güzel bebeğimizi vaftiz etme zamanı geldi, öyle değil mi neşeli beyler?” Ve “Evet! Evet!” diye bağırdı herkes, orman neşeli sesleriyle yankılanana kadar güldüler.

      Will Stutely: “O zaman yedi vaftiz babasına ihtiyacımız var.” dedi ve tüm gruba bakarak içlerinden en sağlam yedi adamı seçti.

      “Şimdi, Aziz Dunstan adına.” diye bağırdı Küçük John, ayağa fırlayarak. “Bana el kaldırmaya kalkışan olursa hepinizi pişman ederim.”

      Ama hiçbiri tek kelime bile etmeden birden üzerine atılıp onu bacaklarıyla kollarından yakaladılar ve kuvvetli bir şekilde çırpınmasına rağmen sıkıca tuttular. Grubun diğer üyeleri de oyunu izlemek için etraflarına toplanırken John’u ileri taşıdılar. Daha sonra kel bir kafası olduğu için rahip rolünü oynamak üzere seçtikleri biri öne çıktı. Elinde, ağzına kadar dolu büyük bir çanak bira vardı. “Şimdi, bu bebeği kim getirdi?” diye sordu ayık bir şekilde.

      “Ben getirdim.” diye yanıtladı Will Stutely.

      “Peki ona ne isim koyuyorsun?”

      “Ona Küçük John adını veriyorum.”

      “Evet, Küçük John.” dedi muzip rahip. “Sen bugüne dek yaşamadın, yalnızca bu dünyadan geçip gittin ama bundan sonra gerçekten yaşayacaksın. Yaşamadığın zamanlarda sana John Küçük deniyordu ama şimdi gerçekten yaşadığına göre sana Küçük John denecek, böylelikle seni kutsuyorum.” Ve bu son sözlerin ardından bir çanak dolusu birayı Küçük John’un kafasından aşağı boşalttı.

      Sonra herkes kahkahalarla haykırdı çünkü güzelim kahverengi biranın Küçük John’un sakalından, burnundan ve çenesinden akarak süzüldüğünü, gözlerinin de bunun etkisiyle kırpıştığını gördüler. John önce kızmayı düşündü ancak diğerleri çok keyifli olduğu için yapamayacağını anladı; bu yüzden o da diğerleriyle birlikte kendi hâline güldü. Sonra Robin bu sevimli, tatlı bebeği aldı, tepeden tırnağa asker yeşili kıyafetlerle giydirdi ve ona kuvvetli, sağlam bir yay verdi. Böylece Küçük John, neşeli çetenin bir üyesi olmuştu.

      Ve Robin Hood kanun kaçağı hâline geldi; neşeli bir arkadaş grubu onun etrafında toplandı ve sağkolu Küçük John’u kazandı; böylece ön söz bitti. Ve şimdi de Nottingham Şerifi’nin tam üç kez Robin Hood’u yakalamaya çalıştığından ve nasıl her seferinde başarısız olduğundan söz edeceğim.

      Robin Hood ve Tenekeci

      Robin Hood’un bulunmasına nasıl iki yüz paunt konduğu ve Nottingham Şerifi’nin hem iki yüz paundu istediği hem de öldürülen ormancı kendi akrabası olduğu için Robin’i yakalayacağına dair nasıl yemin ettiğinden daha önce söz edilmişti. Şerif, henüz Robin’in Sherwood’da nasıl büyük bir güce ve şöhrete sahip olduğunu bilmiyordu ama yasaları çiğneyen herhangi bir adama yapabileceği gibi onun için de bir tutuklama emri çıkarabileceğini düşündü; böylelikle bu emrini yerine getirebilecek herhangi birine seksen altın ödül vermeyi teklif etti. Ancak Nottingham kasabasındaki insanlar Robin Hood’u tanıyor ve yaptıklarını Şerif’ten daha iyi biliyorlardı; birçoğu bu cesur kanun kaçağı hakkında tutuklama emri çıkarma fikrine gülüyordu çünkü böyle bir hizmetin karşılığında alacakları tek şeyin kesik kafalar olacağını çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden kimse meseleyi üstlenmek için öne çıkmadı. Böylece iki hafta geçti ve bu süre içinde Şerif’in emrini yerine getirmek isteyen hiç kimse olmadı. Sonra Şerif: “Robin Hood için verdiğim emri yerine getirecek olan kişiye büyük bir ödül teklif ettim ama buna rağmen kimse bu görevi üstlenmek istemiyor, hayret ediyorum.” dedi.

      O sırada yanında bulunan adamlarından biri şöyle dedi: “Efendim, Robin Hood’un ne kadar güçlü olduğunu ve Kral’ın ya da Şerif’in emirlerinin umurunda bile olmadığını bilmiyorsunuz. Gerçekten kafalarının kesilip kemiklerinin kırılmasından korktuğu için kimse bu hizmeti yerine getirmek istemiyor.”

      Şerif: “Demek ki bütün Nottingham erkekleri korkakmış.” dedi. “Eğer Nottinghamshire’ın bir yanında hükümdarımız Kral Harry’nin emrine karşı gelmeye cüret eden adamı göreyim, Aziz Edmund’un tapınağı adına yemin ederim ki onu kırk arşın yüksekliğinde asacağım! Ve eğer Nottingham’da hiç kimsenin ödül kazanmaya cesareti yoksa ödül haberini başka bir yere göndereceğim. Çünkü bu topraklarda bir yerlerde mutlaka cesur adamlar olmalı.”

      Sonra çok güvendiği bir haberciyi yanına çağırdı ve ona atını eyerleyip Lincoln kasabasına gitmek için hazırlanmasını, orada Şerif’in emrini yerine getirip ödül kazanacak birilerini bulup bulamayacağını kontrol etmesini söyledi. Böylece o sabah haberci kendisine verilen görevi gerçekleştirmek üzere kasabaya doğru yola çıktı.

      Güneşin üzerinde parıldadığı Nottingham’dan Lincoln’e uzanan tozlu yol, tepeler ve vadiler boyunca bembeyaz uzanıyordu. Yol oldukça tozluydu ve bu yüzden elçinin boğazı da tozla dolmuştu; yolculuğunun yarısından biraz fazlasını tamamladığında önüne Mavi Domuz Hanı’nın tabelası çıkınca yüreği sevinçle doldu. Han gözüne iyi görünüyordu; etrafındaki meşe ağaçlarının gölgesi serin ve rahatlatıcı gibiydi, bu yüzden bir süre dinlenmek için atından indi ve susuz boğazını ferahlatmak için bir bardak bira söyledi.

      Kapının önündeki yeşillik alanı gölgeleyen meşe ağacının altına oturmuş neşeli bir grup adam gördü. Bir tenekeci, iki yalın ayak rahip ve hepsi de asker yeşili giysiler içindeki Kral’ın ormancılarından oluşan altı kişilik bir grup vardı; hepsi iştahla biralarını yudumluyor ve eski güzel zamanların neşeli türkülerini söylüyorlardı. Şarkılar arasında yapılan küçük şakalara ormancılar yüksek sesle gülüyorlardı ve siyah koç yünü gibi kıvrık sakalları olan güçlü adamlar oldukları için rahipler onlardan da yüksek sesle gülüyorlardı; ancak hepsinden daha yüksek sesle gülen tenekeciydi ve diğerlerinin hepsinden daha büyük hevesle şarkı söylüyordu. Çantası ve çekici meşe ağacının bir dalında asılıydı; hemen yanında ise en az bileği kadar kalın ve ucunda düğüm bulunan sopası