Şeyh Sadi Şirazi

Gülistan


Скачать книгу

halka bir hazineyi dağıtacak olursan her aile reisine pirinç kadar bir şey düşer. Niçin halkın her birinden her gün bir arpa miktarı gümüş almıyorsun? Her gün sana bir hazine hâsıl olur.”

      Melikzade yüksek yaradılışına uymayan bu sözden yüzünü ekşitti, veziri cezalandırdı ve şöyle dedi: “Hak Teala Hazretleri, yemek ve ihsan etmek için beni bu memlekete malik kılmıştır. Bekçi değilim ki bekleyeyim.

      Karun’un kırk ev dolusu hazinesi varken öldü gitti, iyi bir adı kalmadı. Fakat Nuşirevan ölmedi, çünkü iyi bir ad bıraktı.”

Hikâye

      Nuşirevan (lakabı “Adil”) için bir av yerinde bir avı kebap edeceklermiş, fakat tuz yokmuş. Bir parça tuz getirmek üzere uşaklardan birini köye göndermişler. Nuşirevan, uşağı çağırıp “Tuzu para ile al, ta ki köyden tuz almak hükûmetçe bir âdet olup köy harap olmasın.” diye tembih etmiş.

      Nuşirevan’ın yanında bulunanlar: “Bir parça tuzdan ne fenalık çıkar?” demişler.

      Nuşirevan: “Zulmün esası cihanda evvela az imiş. Sonra her gelen bir parça arttırmakla bugünkü dereceyi bulmuştur.” demiş.

      Eğer ahalinin bahçesinden padişah bir elma yerse uşakları, ağacı kökünden çıkarırlar.

      Birisinden yarım yumurta almak suretiyle padişah, zulmü reva görecek olursa padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirirler.

Hikâye

      İşittim ki bir vali, sultanın hazinesini mamur etmek için ahalinin evini yıkarmış. Hükemanın şu sözlerinden haberi yokmuş. Hükema demiş ki: “Her kim halkın gönlünü elde etmek için Cenabıhakk’ı gücendirirse Cenabıhak o halkı onun üzerine musallat kılar. Onun dünyadan kökünü kaldırır.”

      Kalbi mahzun, hatırı mecruh bir kimsenin gönlünün tütünü zalimi öyle yakar ki ateş, üzerliği o nispette yakamaz.

      Derler ki tekmil hayvanların reisi aslan, canlıların en aşağısı da merkeptir. Mamafih akıllılar: “Yük çeken eşek, adam paralayan aslandan hayırlıdır.” derler.

      Zavallı eşeğin her ne kadar idraki yoksa da yük çektiği için değeri vardır. Yük taşıyan öküzler, eşekler, adam inciten insanlardan daha iyidir.

      O valinin kötü huylarından bir kısmı padişahın malumu olmuş; ona işkence edilmesini emretmişti.

      Ahalinin gönlünü aramazsan padişah senden razı ve memnun olmaz. Eğer Cenabıhakk’ın lütuf ve ihsanını istersen Allah’ın kullarına iyilik et.

      Vaktiyle o validen zulüm görmüş olanlardan birisi ona rastlamış, hâlinin perişanlığını görüp şöyle demiş:

      “Kolunun kuvvetine ve mansıbına güvenen her kimse halkın malını sebepsiz yere alıp saltanatla yiyemez. İri kemiği boğazdan geçirip yutmak kabildir; fakat o kemik göbeğe inince insanın karnını yırtar.

      Kötü yaşayışlı zalim, ölür gider; fakat üzerindeki lanet ebedî olarak kalır.”

Hikâye

      İnsanları incitmekten zevk alan birisi salih bir adamın başına bir taşla vurmuş. Dervişin o zalimden intikam almaya kudreti yokmuş. Derviş, başına vurulan o taşı alıp saklamış.

      Bir gün gelmiş, padişah o zalime kızıp onu bir kuyuya attırmış.

      Derviş gelmiş, o saklamış olduğu taşı onun başına atmış.

      Zalim demiş ki: “Kimsin; bu taşı benim başıma niçin vurdun?”

      Derviş: “Ben filancayım, bu taş da filan tarihte benim başıma vurmuş olduğun taştır.” demiş.

      Zalim: “Bu kadar zamandan beri neredeydin?” demiş.

      Derviş cevap vermiş: “Mansıbından korkarak yanına uğramıyordum. Şimdi seni kuyuda görünce fırsatı ganimet bildim.”

      Bir münasebetsiz adi kimseyi bahtiyar, mesut görünce akıllılar ona itiraz etmez, hoş görürler. Mademki keskin, yırtıcı tırnağı yoktur, öyleyse kötüler ile cenkleşme. Her kim polat kollu birisiyle pençeleşirse kendisinin gümüş gibi narin bileğini incitmiş olur. Sabret, felek o kötünün, polat kolunun elini bağlayınca o zaman istediğin gibi onun beynini çıkarırsın.

Hikâye

      Padişahlardan birisinin korkunç bir illeti vardı ki o illetin adını tekrarlamak caiz değildir.

      Yunan tabiplerinden bir cemaat, müttefikan dediler ki bu derdin devası ancak şu sıfatlarla mevsuf bir insanın ödü olabilir.

      Padişah emretti, her tarafa arayıcılar çıktılar, o sıfatlarla mevsuf bir insan aradılar. Araya araya bir köylü çocuğunu buldular ki tabiplerin dedikleri sıfatlar onda tamamıyla mevcut idi.

      Padişah, çocuğun anasını, babasını çağırttı, onlara birçok para, mal, mülk vererek onları razı etti.

      Sonra padişah işi kadıya havale ile çocuğun katli için fetva istedi.

      Kadı, padişahın vücudunun selameti için ahaliden birisinin kanını dökmek caizdir, diye fetva verdi. Çocuğu meydana getirdiler. Cellat geldi. Çocuğun boynunu vurmak için kılıcını çekti, hazırlandı, işaret bekledi. Tam o sırada çocuk gözlerini göğe dikti. Gülerek kendi kendine bir şeyler söylendi.

      Çocuğun gülmesi padişahın dikkatini celbetti: “Çocuk! Bu gülecek zaman mıdır?” diye sordu.

      Çocuk şöyle cevap verdi: “Padişahım, çocukların nazı anasına, babasına geçer; davayı kadıya götürürler; adaleti padişahlardan isterler. Gel gelelim şimdi benim anam babam dünyanın fâni malları için beni ölüme teslim ettiler; kadı kanımın dökülmesi için fetva verdi; padişah ise kendi sıhhatini benim ölümümde görüyor. Allah’tan başka, bir penahım kalmadı. Onun için göğe baktım; onun adaletini, merhametini istedim ve bana acıyacağını bildiğim için sevindim, güldüm…” dedi.

      “Senin elinden kime feryat edeyim? Senden yine sana şikâyetle adalet istiyorum.”

      Çocuğun bu sözünden padişah müteessir oldu, gözleri doldu: “Benim ölmem böyle bir bigünahın kanının dökülmesinden evladır!” dedi. Çocuğu kucakladı, başını, gözünü öptü. Ona hadsiz hesapsız para, mal, mülk verdi, onu azat etti.

      Bu hikâyeyi nakledenler derler ki padişah hemen o hafta içinde o dertten şifa buldu.

      Nil Nehri’nin kenarında bir filci beyit söylüyordu. Henüz hatırımdadır, diyordu ki: Ayağının altındaki karıncanın hâlini anlamazsan, bilmiş olasın ki filin ayağı altında senin hâlin gibidir.

Hikâye

      Amr İbni Leys’in kölelerinden birisi kaçmıştı. Arkasından adamlar gittiler, tuttular, getirdiler; huzura çıkardılar.

      Vezirlerden birisinin o köleye garezi vardı: “Padişahım, diğer kölelerin böyle bir harekette bulunmaması için bunun idamı lazımdır.” dedi.

      Bu söz üzerine köle, başını yere koydu ve şöyle dedi:

      “Padişahım, sen benim velinimetimsin. Hakkımda verilen hangi hükmü beğenirsen layıktır, razıyım. Kölenin ne diyeceği olur, söz efendisinindir.”

      Köle söze devam ile dedi ki: “Yalnız şu kadar var ki bu hanedanı alişanın nimetiyle beslenmişim, istemem ki yarın kıyamette benim kanımdan dolayı size bir muaheze vaki olsun. Eğer bu kulunuzu öldürmek istiyorsanız şeri şerife tatbik ile öldürünüz, ta ki kıyamette muaheze olunmayasınız.”

      Padişah sordu: “Katlinin şeri tatbik edilmesi nasıl olur?”

      Köle dedi ki: “Müsaade buyurunuz ben şu veziri öldüreyim, katil olayım, o zaman kısas suretiyle katlimi ferman