ona dokunabilen, onunla aynı çatı altında olabilen veya ondan içebilen tek vatandaşlardır. O, lanetli bir şeydir. Eğer para, toprak ya da ev edinirlerse artık yönetici değil ev sahibi ve tüccar olurlar. Yani zorbaların düşmanı değil dostu. Hem kendileri hem de devlet için zarar eli kulağında olur.
Platon’un eğitiminin dinî ve ahlaki boyutu ayrı bir başlık altında değerlendirilecektir. Bazı nispeten daha küçük konular burada daha rahat görülebilir.
1. Platon’un zamanının tarzından sonra büyük ironiyle hem ahlak ve psikoloji hem de beslenme ve tıp tanığı olarak çağırdığı Homeros’un otoritesine olan daimi çekim. Platon, Homeros’tan yanlış biçimde alıntı yapmış veya ona gönderme yapmıştır. İyi dersle kötüyü ayırma girişiminde bulunmuş, bazen metnin tasarımında değişiklikler yaparken bir kereden fazla, ilk logografların tutumları gibi İlyada’yı bir düzyazıya çevirip onun kelimelerinden upuzak anlamlar çıkarmış veya onlardan gülünç uygulamalar yapmıştır. Herakleitos gibi Homeros ve Arhilohos’a karşı celallenmez (Herakl) fakat onların sözlerini yüce doğrunun birer aracı olarak kullanır. Reggio Calabrialı Theagenes veya Metrodorus’un ya da sonraki zamanlarda Stoacıların sistemlerine dayalı değildir ama onlar kadar dikte eder. Her ne kadar öncülleri hayalî olsa da bunlardan çıkarılan sonuçlar güvenilirdir. Homeros’a yapılan bu hayalî çağrılar Platon’un tarzına bir çekicilik katar ve aynı zamanda Homerik yorumlamanın akılsızlığı üstünde bir yergi etkisi bırakır. Bize göre -hatta belki kendisine göre de- tartışma şeklini almalarına rağmen hepsi birer söz sanatıdır. Kelimenin gerçek anlamı tamamen gözden kaybolduğunda bile muhteşem bir retorik güce sahip olan Kutsal Kitap’tan modern alıntılarla kıyaslanabilirler. Gerçek olan, Platon’un Sokrates’i gibi, Ksenofon’un Memoribilia’sından çıkardığımıza göre, benzer uyarlamalar yapmayı sever. Bütün devirler ve ülkelerde muhteşem olan, dinde de hukuk ve edebiyatta olduğu gibi, yorumlama sanatı olmuştur.
2. “Biçim, konuyu ve ölçüyü biçime uygulamaktır.” “Klasik” kelimesinin bizde yarattığı büyülenmeye karşın, bu kuralın, bize bağlı olan Yunan şiirinde görüldüğünü güçlükle savunabiliriz. Düşüncenin genellikle Eshilos ve Pindar’daki anlaşılır ifadenin gücünü aştığını ve retoriğin Sofist şair Euripides’te düşünceden daha iyi duruma geldiğini reddedemeyiz. Belki sadece Sofokles’te bu ikisinin kusursuz bir uyumu vardır. Sadece onda bir Yunan heykelinin güzelliğinde bir zarafete sahip bir dil görürüz; azaltılması ya da eklenmesi gereken bir şey yoktur. En azından bu, tekli oyunlarda ya da büyük bir kısmında geçerlidir. Trajik Korolarla Yunan lirik ozanlarının arasındaki bağlantı sıklıkla, mantıktan evvelki bir dönemde şairin çözemeyeceği düğümlenmiş bir iptir. Zihninde bir sürü düşünce ve his birbirine karışmıştır, onları ayırma ya da düzenleme gücüne sahip değildir. Çünkü düzyazıdan şiire geçirilmesi gereken mantığın belirsiz bir etkisi vardır, tıpkı düzyazıdaki şiirselliğin dildeki müzik ve kusursuzluğa olan etkisi gibi. Bütün çağlarda şair kendi anlamının kötü bir hakemi olmuştur (Apol) çünkü dünyanın zihniyle ortak noktaları bulunduğunu, zor ve birbiriyle anlamsız olduğunu görmez. Ya da kendisine net gelen gidişatın diğerleri için kafa karıştırıcı olduğunu. En büyük modern şairlerimizin eserlerinde fazla üstü kapalı, konuyla biçim arasında bir oran olmayan; her tür yarım ifade edilmiş figür, sert anlam, biçimsiz kelime öbekleri, fikirler arasındaki kopukluğun kabul edildiği; “usulca doğadan gelen” bir sesin veya düşünceye duygu anlatımını ekleyen bir müziğin bulunmadığı bazı kısımlar bulunmaktadır. İçinde güzellik olmayan şiir, rahatlık ve berraklık olmayan bir güzellik olabilirmiş gibi. İlk Yunan şairler, o zamanlar var olan dil ve mantık koşullarından ister istemez bağımsız olarak yetişmişlerdir. Bizim takip edeceğimiz örnekler değillerdir çünkü her nesilde kullanılan dil gitgide daha da netleşmiştir. Shakespeare gibi ifadelerindeki kusurlara rağmen müthişler. Fakat edebiyatın başlangıcında devam etmiş olan anlaşılmazlığa dönüş yapmaya gerek yok. Geçtiğimiz yüzyılın İngiliz şairleri kesinlikle anlaşılmaz değillerdi ve onlardan önceki geçiş dönemlerine geri giderek bu kazandığımız anlam berraklığını kaybetmek için bir mazeretimiz olamaz. Bizim zamanımızın düşüncesi dili geride bırakmadı. Platon’un “ölçme sanatı”na duyulan ihtiyaç, ikisi arasındaki oransızlığın baş sebebidir.
3. Devlet’in üçüncü kitabında Platon’un herhangi bir yerde yaptığından daha yakın bir sanat yaklaşımı ele alınıyor. Görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz: Asıl sanat hayal ürünü ve taklit değildir, sade ve kusursuzdur; en ulu ahlaki kuvvetin bir ifadesidir, hareket hâlinde veya hareketsiz. Bu sade ve asil özelliğe sahip olan plastik sanat eserleri arasında yaşamak veya bu yapıları dinlemek, gençlerin yetiştirilmesi gereken hakiki Yunan ortamında en iyi etkiyi yaratır. Onlarda her varlığın içindeki güzelliği ve doğruluk hissini gösteren doğal iyi tadı yaratmak bu şekilde mümkün olur. Çünkü şairler kovulsa bile sanat hâlâ mantığın bir yönüdür. Tıpkı Sempozyum’da aynı alana yayılan ama ön eğitimle sınırlandırılmış ve alışkanlıktan gelen aşk gibi. Ve bu sanat anlayışı, sadece müzik yapıtları ve plastik sanat biçimleri ile sınırlı değil, bütün doğayı kapsayan ve dünyada geniş bir akrabalığı olan bir olgudur. Platon’un Devlet’i, Perikles’in Atina’sı gibi siyasi yönün yanı sıra sanatsal yöne de sahiptir.
Platon’da yaratıcı sanatların bahsi nadiren geçer; yalnızca iki üç yerde onları kasteder (Devlet; Sofist). Fidias’ın eserlerinin, Partenon’un, Propylon’un ve Zeus ile Athena heykellerinin karşısında kendinden geçmez. Muhtemelen herhangi soyut bir sayıyı veya şekli, en büyüklerinden daha ulu sayardı. Yine de gençlerde bırakmayı hedeflediği gibi bir etkinin etrafında gördüğü çalışmalardan onun aklına geçmediğini düşünmek zordur. Sonuçta gördüğümüz şeylerin parçalarıyla yaşıyoruz ve birkaç kırık taş parçasında bile gerçeğin ve güzelliğin bir modelini buluyoruz. Fakat Platon’da bu hissin ifadesi bulunmaz; hiçbir yerde güzelliğin sanatın konusu olduğunu söylemez. Bilgeliğin görülür bir şekle bürünebileceğini reddediyor gibi görünür. (Phaidros) Güzel sanatlarla mekanik olanı ayırmaz. Olsa da olmasa da diğer yazarlar gibi gösterdiğinden fazlasını hissetti. Güzel sanatların muhteşem kusursuzluğunun onlar hakkındaki sessizlikle uyuşması yine de dikkate değer. Çok çarpıcı bir paragrafta, bir sanat eserinin, tıpkı devlet gibi bir bütün olduğunu ve bu bütün algısı ile yeni doğmuş matematik bilimlerine olan sevginin, Yunan sanatının ilham verici olmasa da her nasılsa düzenleyici prensipleri olarak görülebilir. (Kse. Memorabilia ve Sofist)
4. Platon gerçek ve belirsiz bir yorum getirir; hekimin güçlü sağlıkta olmaması ve hastalığın ne olduğunu önce kendisi bilmesi gerekir. Fakat hâkimin buna benzer şekilde kötüyle bir tecrübesi olmamalıdır. O, gençlik yıllarını masumca geçirmiş ve hayatının sonraki dönemlerinde diğer insanların kusurlarına aşina olmalıdır. Ve böylece, Platon’a göre bir hâkim genç olmamalı. Tıpkı Aristo’ya göre genç bir adamın ahlak felsefesinin uygun bir dinleyicisi olmaması gerektiği gibi. Kötü olanın ise kötülükle ilgili bilgisi vardır. Yine de bu düşünce treninin sağlam temelli olduğu da şüphelidir. Yasalar’ın önemli bir bölümünde, kötülüğün iyiliğin doğru bir tahminini yapabileceği kabul edilir. İkinci kitapta nezaketle cesaretin birliği ilk başta bir çelişki olarak görünür ama sonrasında doğru olduğu onaylanmıştır. Ve Platon aynı zamanda kötünün önsezisinin ona olan tiksintisiyle tutarlı olduğunu bulmuş olabilir. Bozukluğa ilişkin bilgi veren erdemde bir açıklık anlamı vardır. Ve huyla ilgili bilgi, bir dereceye kadar kötü ya da iyi deneyimden bağımsız doğal bir histir.
5. Yunan olmadıkları ve o zamanlarda dünyada var olmuşlardan farklı oldukları için Platon’un en dikkate değer fikirlerinden