title>
(Beyoğlu’nun dar, soğuk ve levanten bir salonu. Perdelerde, duvarlarda, levhalarda, koltuklarda, hasılı her şeyde görünmez ve tesmiye olunmaz bir ifrat gölgesi var. Madmazel Bagdeseryan sanki ayağa kalkacakmış gibi dimdik oturmuş. Karşısında Behzat Bey; gayet şık, gözünde bir monokl… Kollarını, fotoğraf makinesinin karşısında her meşhur ve masum sanatkârın aldığı mahut vaziyette, çaprazvari bağlamış, beyaz ve biraz büyücek elleri futbolla gittikçe büyür vehmettiği pazılarını yokluyor gibi… İkisinin de hâlinde öyle bir başkalık var ki… Salondaki o anlaşılmayan tesmiye olunamayan başkalıkla imtizaç ediyor! Bir sahnede, kendilerine bakan birçok gözün önündelermiş gibi dikkat ve teyakkuzla konuşuyorlar…)
Sürpik: Demek bu kadar gençken izdivacı düşünüyorsunuz, ha?
Behzat: Zannettiğiniz kadar genç değilim ki…
Sürpik: Kaç yaşındasınız?
Behzat: Otuza yakın.
Sürpik: Herhâlde izdivaç çağı değil…
Behzat: Niçin?
Sürpik: Otuza yakınım diyorsunuz. Yani yirmi ile otuz arasındasınız demek. Bu devir de yaşamak, hayatı anlamak devridir. Daha doğrusu hayatı kazanmak devri…
Behzat: Fakat ben zenginim…
Sürpik: Ve safsınız, erkekler yirmi ile otuz arasında hatıralarıyla daima mektep hayatını yaşarlar. Katiyen çocuklardır. Onlara itimat edilmez.
Behzat: (Gülerek) Fikrinizce izdivaç için mutlaka yarım asır yaşamak lazım!
Sürpik: Mübalağa etmeyiniz. O kadar değil. Otuz beşle kırk arası tam izdivaç mevsimi…
Behzat: Oh; la, la, la… O vakte kadar?
Sürpik: … Ne yapacağınızı artık tabii benden öğrenmek zahmet ve nezaketini ihtiyar etmezsiniz. Kırk yaşına gelince bir yorgunluk hisseder, nihayetsiz ve sebepsiz bir can sıkıntısı duyarsınız. Midenizde rahatsızlıklar başlar. Hafif bir romatizmadan, zayıflayan bacaklarınız için için sızlarken görünmez bir dudak kulağınıza: “Artık dinlenmek lazım. İzdivaç et.” der. Zaten eğlenceden, aşktan, kadından, zevkten, yürümekten, gezmekten, koşmaktan bıkmış bulunursunuz. O vakit…
Behzat: Ey o vakit?
Sürpik: O vakit küçücük bir hanımefendi, o kadar küçücük ki… Hani hemşirenizin unutamayacağınız derecede yakın bir mazide doğduğunu bildiğiniz yetişkin kızından daha küçük bir hanımefendi beyaz esvaplar içinde size takdim edilir. Artık siz zevç olursunuz.
Behzat: (Fazla ciddi) Hayır Matmazel, hayır siz beni katiyen anlamamışsınız. Ben genç evleneceğim. Dünyada en nefret ettiğim şey sefahattir! Edebiyatı ve hayali sevmem. Çok ciddiyim. Mütemadiyen çalışmak, mütemadiyen servetimi tezyit etmek, şöhret ve ihtiram kazanmak, rahat ve mesut yaşamak! İşte benim gayem!
Sürpik: İzdivaçla hiç münasebeti olmayan bir gaye…
Behzat: İzdivaç etmesini de istemem. Yani filozofların marazi fikirleriyle dimağları zehirlenen birtakım gençler gibi izdivacı itibari bir yalan değil, içtimai bir hakikat addederim.
Sürpik: Çok klasik bir fikir!
Behzat: Fakat doğru değil mi?
Sürpik: Doğru, fakat herkes sizin gibi düşünmez.
Behzat: Niçin? İzdivaç hakkında sizin fikriniz ne?
Sürpik: Herhâlde sizinki gibi değil, pek pek başka. Birkaç türlü…
Behzat: Nasıl, rica ederim?
Sürpik: Evvela kadıncasını söyleyeyim. Herhâlde birçok muhakeme, tereddütle vakit geçirerek birçoğu gibi yirmi beş yaşını beklememek. Sonra beni son derece arzu eden ve ketum olan bir adama hemen muvafakat göstermek.
Behzat: Ne basit! Lakin sizi arzu edeni ya siz sevmezseniz?
Sürpik: Ben mi! Benim kendimin ehemmiyeti yoktur. Yalnız o beni sevsin, arzu etsin.
Behzat: Ya ihtiyar olursa?
Sürpik: Ehemmiyeti yok.
Behzat: Çirkin olursa?
Sürpik: Yine ehemmiyeti yok, ketum olsun, kâfi.
Behzat: Genç, güzel, zengin ve zeki olursa?
Sürpik: Büyük ikramiye! Bunu reddedecek budala bulunamaz zannederim…
(Biraz sükût)
Behzat: (Mütereddit ve müteheyyiç) O hâlde?
Sürpik: …
Behzat: Evet size serbestçe söylemeliyim…
Sürpik: ???
Behzat: Siz benim son derece hoşuma gidiyorsunuz!
Sürpik: (Şaşkın ve mütehayyir) Teşekkür ederim…
Behzat: Ve sizi son derece arzu ediyorum. Sizinle izdivaç edecek olursam tamamıyla mesut olacağım.
Sürpik: Lakin bu mümkün mü?
Behzat: Niçin mümkün olmasın? Benim İslam olmam hiçbir mâni teşkil edemez. İslam erkekleri Hristiyan kızlarıyla izdivaç edebilirler. Hele biz, Türkler dinimizin bu müsaadesinden vaktiyle çok istifade etmişiz. Bazı hükümdarlarımızın zevceleri bile Hristiyan prensesleri imiş. Sonra, Avcı Sultan Mehmed’in zamanında, bundan iki buçuk asır evvel… Hayır, tam iki yüz kırk beş sene evvel Rum patriği buna mâni olmak istemiş. Nasıl mâni olsun? Sert davransa, kafa tutsa olmaz. Çünkü kendisine gelinceye kadar seleflerinden üçü idam edilmiş. Ve sonuncusunun ipte nasıl sallandığını gözüyle görmüş… Hileye, bütün âcizler gibi hileye müracaat etmeye karar verir. Bütün âcizler gibi muvaffak olur… Bir gün Şeyhülislam’a gider: “Domuz eti yiyen, şarap içen Hristiyan kadınlarıyla İslamlar izdivaç ediyorlar. Sonra doğan İslam çocuklarının böyle Hristiyan kadınlarının kucaklarında büyümesi İslamiyetin sanına ve usulüne muvafık mıdır? Değil midir?” diye bir sual sorar. Şeyhülislam pek müşkül bulduğu bu suali uzun uzadıya düşünür taşınır. Sadrazam ile müzakere filan eder. Nihayet İslamların ihtida etmeyen Hristiyan kızlarıyla izdivaç etmelerini katiyen men ve emrederler. Zaman geçtikçe bu emir de kuvvetini kaybeder. Bugün işte Avrupa görmüş birçok Türk vardır ki zevceleri Hristiyan’dır. Birçok zabit… Hariciye memurları… Hatta bir prens… Çünkü bu emir asla dinî değil, belki siyasi idi. O vaktin siyaseti, o vakitki hükûmetin hikmeti bunu icap ediyordu. Bugün kıymeti kalmadı.
Sürpik: (Mütebessim) Oh, azizim, şimdiye kadar asla tahayyül etmediğim bir şey varsa o da bir Türk’le, bir İslam’la izdivaç etmekti. Birdenbire izhar ettiğiniz bu beklenilmez arzu beni o kadar şaşırttı ki… Ve… O kadar hoşuma gitti ki… Ciddi bir cevap veremeyeceğim zannediyorum.
Behzat: Niçin?
Sürpik: Çünkü muhakeme etmedim.
Behzat: Ediniz.
Sürpik: Ne vakit?
Behzat: Şimdi.
Sürpik: Şimdi mi? Bu mümkün değil. Çünkü mütehayyirim ve hayret katiyen muhakemeye mânidir… Biliyorsunuz… Lakin durunuz, yeni usulü tatbik ve tecrübe edelim; yüksek sesle muhakeme edelim. Yalnız soracağım suallere doğru cevap veriniz.
Behzat: Pekâlâ.
Sürpik: İslamlığa dair İngilizce birçok eser okudum. Hepsi sizde izdivacın son derece serbest olduğunu yazıyordu. O kadar serbest, o kadar serbestmiş