Türkler istedikleri kadar kadın alabiliyorlar.
Rupenyan: Bu poligami! Fakat iyi mi?
Sürpik: Fena mı? Tabiata, derece muvafık! Bütün mütefenninler, bütün âlimler, bütün filozoflar insanların taban poligam olduklarını iddia ve ispat ediyorlar. Hayattaki bütün hikâyelerin, romanların, tetkiklerin, tetebbuların bu hakikati tasdik ettiği görülüyor. Dünyada hiçbir erkek –hatta gayet namuslu olmak şartıyla– hiçbir erkek yoktur ki bütün ömründe yalnız bir kadınla iktifa etmiş bulunsun. Evet, hiçbir erkek: “Ben hayatımda zevcemden başka bir kadın tanımadım.” diyemez. Türklerin “Bir çiçekle bahar olmaz!” atasözleri tabiatın büyük bir hakikatini ihtiva ediyor. Hayattaki mütemadi tebeddül ve tahavvül için, tenasül meyli, tabiatın bu ezelî kanunu, erkeği birçok kadına karşı mütehassis eder. Erkek bu hissine mağluptur. Allah’tan gelen tabiatın ezelî ve mukavemet olunmaz kuvveti karşısında insanlardan gelen her şey; o kanunlar, itikatlar, vehimler, âdetler, itibari ve mevzu ananeler sökmez, sukut eder. İşte Türklerin dini tabiata karşı gelmemiş. Bu hakikati kabul ve ihtiva etmiş ve erkeği istediği kadar, muktedir olabildiği kadar kadın almakta serbest bırakmıştır!
Rupenyan: Lakin kadını hiç düşünmemiş.
Sürpik: Hayır, izdivaçtaki o; kadının da serbestide istifadesi, menfaati, hakkı var. Kadın da artık bıktığı erkekle yaşamak ıstırabından kurtuluyor, boşanıyor, tabii diğer bir erkeğe varıyor.
Rupenyan: İtiraf ediniz ki bunda sarih bir kabalık var! Evvela bir kadınla bir erkeğin ölünceye kadar birbirlerine merbut olmalarında siz ali bir mana, bir fazilet görmüyor musunuz?
Sürpik: Hayır, yalnız boş, tabiata muhalif, bütün vakalar ve hislerle tekzip edilen bir yalan görüyorum.
Rupenyan: Bu bir anarşist fikri!
Sürpik: Niçin anarşist fikri olsun? Bilmiyor musunuz, dimağları tekâmül ve tahavvül sıtmasıyla henüz o kadar hastalanmayan ilk insanların arasında tenasül fiili “promiscuite”5 şeklinde idi. Gittikçe değişti. İntizama girdi. Vasi ve mükemmel bir poligami hâlini kesbetti. Sonra bir gün Yahudiler muazzam tabiatın bu ezelî kanununa isyan ettiler. Dünyaya ilk defa olmak üzere monogaminin6 temel taşını vazettiler. Biz Hristiyanlar zaten onların içinden çıktığımızdan bu hatalarını kabul ettik. Daha başka bin türlü ayinler, kayıtlar, suni ve yalan birçok şey icat eyledik. İzdivaç namında bir zincir yaptık ki bugün onun dayanılmaz ağırlığı altında yalnız isyan ve riya yaşayabiliyor. Asla samimiyet yoktur. Sonra İslamlar bu zinciri kırdılar. Tabiatın hakkını iade ettiler. Bu zincirin yerine bir pamuk ipliği koydular. İsyan ve riyaya ihtiyaç yok. Sevmeyenler, evvela sevip de sonra bıkanlar istedikleri zaman ayrılabilirler. Evet Türklerin dini asla tabiata düşman olmamış, onunla muharebeye, mu-saraya kalkmamıştır! Millî lisanları, hatta dalaletleri bile dünyada ihmal olunan tabiata en yakın şeyler!
Rupenyan: Nasıl dalaletleri?
Sürpik: İngilizce bir eserde okudum. Aralarında galiba “Kızılbaş” namıyla dalalette kalmış gayet küçük bir fırka varmış ki “promiscuite” yi terviç edermiş… İşte tabiata doğru atılmış bir adım! Tabii ilimlerin, tekâmülün, terakkinin muzafferiyetiyle birkaç yüz, belli birkaç bin sene sonra erişilecek gaye! Size gayet serbestçe fikrimi söyleyeyim, istiyor musunuz? Ben asla bu izdivaç zincirini boynuma takmayacağım. Hür, yani mesut kalacağım.
Rupenyan: Demek izdivaçtan vazgeçiyorsunuz?
Sürpik: Hayır, zincirden, bizim Hristiyan izdivacından vazgeçiyorum. Yoksa genç ve ketum olan bir Türk’e rastlarsam hemen uzattığı eli kabul edeceğim. Annemin taassubuna, babamın mümanaatına asla ehemmiyet vermeyeceğim. Oh, pamuk ipliği… İstediğim vakit artık sevmediğimi, artık bıktığımı ona söyler ve ayrılırım. O da bana karşı öyle yapar. Yaşarsak mesut yaşarız. Yaşamazsak hemen ayrılırız. Azap çekmeyiz. Riya ve isyanlarla bütün hayatımızı feci bir mücadele içinde, zehirli itisaflar içinde geçirmeyiz.
Rupenyan: (Biraz öfkeli) Ben de size serbestane söyleyeyim: Fikriniz son derece bozulmuş. Perişan olmuş. Bedbaht olacaksınız. Türklerle sıkı münasebette bulunmak işte böyle felaketlere sebebiyet verir. Papazlarımızın bizi daima onlardan uzak durmaya sevk ettiklerinin hikmeti budur. Eminim ki bu fena fikirleri deminki Türk size ilka etti.
Sürpik: Asla… Ben İslamlığa dair İngilizce yazılan şeylerin çoğunu okudum. Siz de okursanız hakikati anlarsınız. Bütün mevzu ve itibari şeyler hakikatin, fennin, tabiatın karşısında sükût eder. Görmüyor ve hissetmiyor musunuz ki, Avrupa medeniyeti, gürültülü bir teşevvüş içinde, hiç farkında olmadan, İslamiyete doğru gidiyor. İspanya gibi nispeten vahşi memleketlerde civil marirage kanunları kabul olunuyor. Ne kadar hükûmet varsa parlament, meşveret usulünü kabul etmiş. Şimdi hepsi yavaş yavaş tekâmüle, cumhuriyete doğru yürüyor. İçtimai hareketlerin en azametlisi, en mehibi sosyalizm! Her tarafta libre penseur7 cemiyetleri! Yirmi asır evvelki gafletlerden uyanılıyor… İzdivaçta serbesti, meşveret usulü, demokrasi, cumhuriyet, kâfi müsavat, iştirake pek yakın ve umumi bir teavün şeklinde sosyalizm, hep İslamiyetin esasları… Tabii ilimlerin galebesi bütün yalanları yıkıyor, en kuvvetli inatlar ve zulmetler bile artık mukavemet edemiyor…
Rupenyan: Korkarım siz İslam olmuşsunuz?
Sürpik: Hayır, şeklin, zahirî tebeddülün hiç ehemmiyeti yoktur. Fakat emin olunuz ki bütün düşünenler, düşünebilenler hakikatte İslam’dır. İslamlık, benim okuyup anladığıma göre ancak; düşünmek, bir fikrin üzerinde sabit kalmamak, bir itikat ve zanna bağlanmamak, daima doğruyu, hakikati taharri etmekten ibarettir. Ve kim böyle yapıyorsa manen İslam’dır. Siz, azizim, siz hiç düşünmez, her şeyde hakikat denilen heyulayı takip ederek birçok yalanın ne kadar gülünç ve budalaca olduğunu muhakeme etmez misiniz?
Rupenyan: Neler söylüyorsunuz? Fikirleriniz pek pek berbat… Âdeta ürküyorum. Ben cizvitlerin mektebinde okudum. Müdürümüz gayet muhterem, gayet ali, gayet mübarek bir papazdı… Bize hakikatten bahsederken: “Çocuklarım, sakın başka bir hakikat aramayınız. Bütün hakikat Hazret-i Mesih ile gelmiş ve artık dünyada aranılacak ve bulunacak bir şey kalmamıştır!” derdi. Nutuklarında Latince “Güneşin altında yeni bir şey yoktur!” cümlesini daima tekrar eder ve şimdiden sonra da asla yeni bir şey olamayacağını ilave ederdi. Ben de, iftihar ederek söylüyorum, dindarım! Küfürden nefret ederim. Günah addolunabilecek şeyleri ne söyler, ne düşünürüm.
Sürpik: Ah, siz cizvitlerin mektebinde mi okudunuz? Size acırım öyleyse… Cizvitler kimlerdir? Bilmiyor musunuz? Hakikat fecrinin doğmaya başladığı ufuklardan, ilim ve fen, intizam ve terakki memleketinden kovulmuş aç ve siyah kargalardır ki daima zulmet ararlar. Üstüne kondukları vücutların beyinlerini, dimağlarını, tefekkür kabiliyetlerini kemirirler, yutarlar; onları müteharrik ve canlı bir leş kümesi hâline ifrağ ederler… O kadar müthiştirler ki…
(Bu esnada kapı açılır, Madam Bagdaseryan girer. Ak saçlı bir kadın)
Madam Bagdeseryan: Ah siz misiniz Mösyö Rupenyan?
Rupenyan: Sizi ziyarete gelmiştim efendim. Matmazelle konuşuyorduk.
Madam Bagdeseryan: (Gülerek) Neden bahsediyorsunuz?
Sürpik: Daima havadan, anneciğim, havanın güzelliğinden!
Madam Bagdeseryan: Hakikaten güzel hava… Âdeta yaz! Bu