Зия Гёкальп

Türkçülüğün Esasları


Скачать книгу

melî kısım, Türkçülüğün programını tespit etmeye çalışacaktır.

      BİRİNCİ KISIM

      TÜRKÇÜLÜĞÜN MAHİYETİ

      I

      TÜRKÇÜLÜĞÜN TARİHİ

      Türkçülüğün memleketimizde zuhurundan evvel, Avrupa’da Türklüğe dair iki hareket vücuda geldi. Bunlardan birincisi, Fransızcada “Turquerie” denilen “Türkperestlik”tir. Türkiye’de yapılan ipekli ve yün dokumalar, halılar, kilimler, çiniler, demirci ve marangoz işleri, mücellitlerin, tezhipçilerin yaptıkları teclitler ve tezhipler, mangallar, şamdanlar ilh. gibi Türk sanatının eserleri, çoktan Avrupa’daki nefaisperestlerin dikkatini celbetmişti. Bunlar Türklerin eseri olan bu güzel eşyayı binlerce liralar sarf ederek toplarlar ve evlerinde bir Türk salonu yahut Türk odası vücuda getirirlerdi. Bazıları da bunları başka milletlere ait bedialarla beraber, bibloları arasında teşhir ederlerdi.

      Avrupalı ressamların Türk hayatına dair yaptıkları tablolarla, şairlerin ve feylesofların Türk ahlakını tasviri yolunda yazdıkları kitaplar da “Turquerie” dahiline girerdi. Lamartine’in, Auguste Comte’un, Pierre Lafayette’in, Ali Paşa’nın kâtibi bulunan Mismer’in, Pierre Lotti’nin, Farrère’in Türkler hakkındaki dostane yazıları bu kabildendir. Avrupa’daki bu hareket, tamamiyle Türkiye’deki Türklerin, bedii sanatlarda ve ahlaktaki yüksekliklerinin bir tecellisinden ibarettir.

      Avrupa’da zuhur eden ikinci harekete de “Türkiyat” (Türkoloji) namı verilir. Rusya’da, Almanya’da, Macaristan’da, Danimarka’da, Fransa’da, İngiltere’de birçok ilim adamı eski Türklere, Hunlara ve Moğollara dair tarihî ve atikiyati taharriler yapmaya başladılar. Türklerin pek eski bir millet olduğunu, gayet geniş bir sahada yayılmış bulunduğunu ve muhtelif zamanlarda cihangirane devletler ve yüksek medeniyetler vücuda getirdiğini meydana koydular. Vakıa, bu son tetkiklerin mevzusu, Türkiye Türkleri değil, kadim Şark Türkleriydi. Fakat birinci hareket gibi, bu ikinci hareket de memleketimizdeki bazı mütefekkirlerin ruhuna tesirsiz kalmıyordu. Bilhassa, Fransız müverrihlerinden “Deguignes”nin Türklere, Hunlara ve Moğollara dair yazmış olduğu büyük tarihle İngiliz âlimlerinden “Sir Davids Lomley”nin Sultan Selim-i Salis’e ithaf ettiği “Kitab-ı İlmü’n-Nâfi” ismindeki umumi Türk sarfı, mütefekkirlerimizin ruhunda büyük tesirler yaptı. Bu ikinci eser, müellifi tarafından İngilizce yazılmıştı. Bir müddet sonra, validesi bu kitabı Fransızcaya tercüme ederek Sultan Mahmud’a ithaf etti. Bu eserde, Türkçenin muhtelif şubelerinden başka, Türk medeniyetinden, Türk etnografyasından ve tarihinden bahsolunuyordu.

      Sultan Abdülaziz’in son devirleri ile Sultan Abdülhamit’in ilk devirlerinde, İstanbul, büyük bir fikir hareketine tecelligâh olmuştu. Burada, hem bir Encümen-i Daniş teşekküle başlamış hem de bir Darülfünun vücuda gelmişti. Bundan başka, askerî mektepler de yeni bir ruhla yükselmeye başlamıştı.

      O zaman bu Darülfünun’da “Hikmet-i Tarih” müderrisi bulunan Ahmed Vefik Paşa idi. Ahmed Vefik Paşa, Şecere-i Türki’yi, Şark Türkçesinden İstanbul Türkçesine tercüme etti. Bundan başka “Lehçe-i Osmani” isminde bir Türk kamusu vücuda getirerek, Türkiye’deki Türkçenin umumi ve büyük Türkçenin bir lehçesi olduğunu ve bundan başka Türk lehçeleri bulunduğunu, aralarında da mukayeseler yaparak meydana koydu.

      Ahmed Vefik Paşa’nın bu ilmî Türkçülüğünden başka, bir de bedii Türkçülüğü vardı. Evinin bütün mobilyaları, kendisinin ve aile fertlerinin elbiseleri umumiyetle Türk mamulatındandı. Hatta çok sevdiği kerimesi Avrupa tarzında bir terlik almak için çok ısrar gösterdiği hâlde; “Evime Türk mamulatından başka bir şey giremez!” diyerek bu arzunun husulüne mümanaat göstermişti. Ahmed Vefik Paşa’nın başka bir orijinalitesi de Moliere’in mudhikelerini Türk âdetlerine adapte etmesi ve şahısların isimlerini ve hüviyetlerini Türkleştirmek suretiyle Türkçeye nakletmesi ve millî bir sahnede oynatması idi.

      Darülfünun’un bir müderrisi Türkçülüğün bu ilk esaslarını kurarken, askerî mekteplerin nazırlığında bulunan Şıpka kahramanı Süleyman Paşa da Türkçülüğü askerî mekteplere sokmaya çalışıyordu. Süleyman Paşa’nın Türkçülüğüne “Deguignes”nin tarihi müessir olmuştur diyebiliriz. Çünkü memleketimizde ilk olarak, Çin membalarına istinaden Türk tarihini yazan Süleyman Paşa, bu eserinde bilhassa Deguignes’yi mehaz edinmiştir. Süleyman Paşa, “Tarih-i Âlem”in methalinde, bu eseri niçin yazmaya teşebbüs ettiğini izah ederken diyor ki: “Askerî mekteplerin nezaretine geçince, bu mekteplere lazım olan kitapların tercümesini mütehassıslara havale ettim. Fakat sıra tarihe gelince bunun tercüme tarikiyle yazdırılamayacağını düşündüm. Avrupa’da yazılan bütün tarih kitapları ya dinimize yahut milletimize (Türklüğümüze) ait iftiralarla doludur. Bu kitaplardan hiçbiri tercüme edilip de mekteplerimizde okutturulamaz. Bu sebebe binaen mekteplerimizde okunacak tarih kitabının telifini ben üzerime aldım. Vücuda getirdiğim bu kitapta hakikate mugayir hiçbir söze tesadüf olunamayacağı gibi, dinimize ve milletimize muhalif hiçbir söze de rast gelmek imkânı yoktur.”

      Avrupa tarihlerindeki Hunların, Çin tarihindeki Hiyong-Nular olduğunu ve bunların Türklerin ilk dedeleri bulunduğunu ve Oğuz Han’ın Hiyong-Nu devletinin müessisi “Mete” olması lazım geldiğini bize ilk defa öğreten Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa, bundan başka Cevdet Paşa gibi lisanımızın sarfına dair bir kitap da yazdı. Fakat bu kitaba Cevdet Paşa gibi “Kavaid-i Osmaniye” adını vermedi, “Sarf-ı Türkî” namını verdi. Çünkü lisanımızın Türkçe olduğunu biliyordu. Ve Osmanlıca namıyla üç lisandan mürekkep bir dil olamayacağını anlamıştı. Süleyman Paşa, bu husustaki kanaatini, “Talim-i Edebiyat-ı Osmaniye” namıyla bir kitap neşreden Recaizade Ekrem Bey’e yazdığı bir mektupta açıkça meydana koydu. Bu mektupta diyor ki: “Osmanlı edebiyatı demek doğru değildir. Nasıl ki lisanımıza Osmanlı lisanı ve milletimize Osmanlı milleti demek de yanlıştır. Çünkü ‘Osmanlı’ tabiri yalnız devletimizin adıdır. Milletimizin unvanı ise yalnız Türk’tür. Binaenaleyh, lisanımız da Türk lisanıdır, edebiyatımız da Türk edebiyatıdır.”

      Süleyman Paşa, askerî rüştiyelerinde okunmak üzere, “Esma-yı Türkiye” adlı kitabı da, Osmanlıcanın tesiri altında Türkçe kelimelerin unutulmaması maksadıyla yazmıştı.

      Görülüyor ki Türkçülüğün ilk babaları Ahmed Vefik Paşa ile Süleyman Paşa’dır. Türk Ocakları’nda vesair Türkçü müesseselerde bu iki Türkçülük kılavuzunun büyük kıtada resimlerini talik etmek kadirşinaslık icabındandır.

      Türkiye’de Abdülhamit bu kutsi cereyanı durdurmaya çalışırken, Rusya’da iki büyük Türkçü yetişiyordu. Bunlardan birincisi “Mirza Fethali Ahundof”tur ki Azeri Türkçesinde yazdığı orijinal mudhikeler bütün Avrupa lisanlarına tercüme edilmiştir. İkincisi “Tercüman” gazetesini çıkaran “İsmail Gaspirinski”dir ki Türkçülükteki şiarı “dilde, fikirde ve işte birlik” idi. Tercüman gazetesini Şimal Türkleri anladığı kadar Şark Türkleriyle Garp Türkleri de anlardı. Bütün Türklerin aynı lisanda birleşmelerinin kabil olduğuna bu gazetenin vücudu canlı bir delildir.

      Abdülhamit’in son devrinde, İstanbul’da Türkçülük cereyanı tekrar uyanmaya başladı.

      Rusya’dan İstanbul’a gelen Hüseyinzade Ali Bey Tıbbiye’de Türkçülük esaslarını anlatıyordu. “Turan” ismindeki manzumesi, Panturanizm mefkûresinin ilk tecellisi idi. Yunan harbi başladığı sırada, Türk şairi Mehmed Emin Bey:“Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur.” mısrasıyla başlayan ilk şiirini neşretti. Bu iki manzume Türk hayatında bir inkılabın başlayacağını haber veriyordu. Hüseyinzade Ali Bey Rusya’daki milliyet cereyanlarının tesiriyle Türkçü olmuştu. Bilhassa, daha kolejde iken, Gürcü gençlerden son derece milliyetperver olan bir arkadaşı ona, milliyet aşkını aşılamıştı.

      Türk şairi Mehmed Emin Bey’e Türkçülüğü aşılayan –mumaileyhin beyanatına göre– Şeyh Cemaleddin-i Efganî’dir. Mısır’da “Şeyh Muhammed Abduh”u, Şimal Türklerinden “Ziyaeddin bin Fahreddin”i yetiştiren bu büyük İslam müceddidi, Türk vatanında Mehmed Emin Bey’i bularak halk lisanında, halk vezninde milliyetperverine şiirler yazmasını tavsiye etmişti.

      Türkçülüğün ilk devrinde “Deguignes” tarihinin müessir olduğunu görmüştük. İkinci devrinde de “Leon Cahun”ün “Asya Tarihine Medhal” unvanlı kitabının büyük tesiri oldu. Necip Asım Bey birçok ilaveyle bu kitabın Türklere ait olan kısmını Türkçeye