olan beyaban-ı vahşet içinde yaşayanların mektep çocuklarından büyük bir farkı görülmez.
Hususiyle hubb-u vatan, tarafdari-i millet, iptila-yı hakikat, istihkar-ı menfaat gibi mekarim, defaten bir vicdanın perverde edeceği hissiyat-ı adiyeden değil, taklit gibi, sabıka gibi, daiye-i tefevvuk gibi nice esbab-ı teşvik ile tekevvün edecek melekat-ı ulviyedendir.”
Namık Kemal’in kitabında; insan ve cemiyet planından bakıldığında bu cümlelerle anlattığı Emir Nevruz, 1296/97 senesinde entrika ve fitne sonucunda öldürülmüştür. Namık Kemal’e göre o, “Böyle bir cihan kadar vasi’ ve bir cihan halkıyla uğraşmayı mucib olacak kadar mühim bir maksadı tek başına ihtiyar ederek yüz milyonu mütecaviz bir koca milleti şirkten ve hemen o miktar ümmet-i Muhammed’i zillet-i mahkûmiyetten ve esaretten kurtarmak kadar büyük bir tevfik-i hidayet ekabir-i İslam’dan ferd-i vadide müyesser olmamıştır. Bayağı Hazret-i Emir’in ila-yı kelimede olan muvaffakiyeti Faruk-ı A’zam (Radıyallahuanh) efendimiz mazhariyet-i kudsiyyeleri derecesine mütekarribdir, denilse mübalağa edilmemiş olur.” Böyle bir insandır.
Emir Nevruz’un adı tarih kitaplarında Gazan Han, İlhanlı hükümdarı Olcaytu ve Horasan’da yetişen evliyanın büyüklerinden, tefsir, fıkıh, hadis, kıraat ve tasavvuf âlimi Alaüddevle Semmani (1261-1339) ile birlikte anılmaktadır. Bugün için İstanbul’da Beyoğlu’nda Asmalı Mescit Mahallesi’nde İstiklal Caddesi üzerinde Emir Nevruz Sokağı adıyla bir sokağın bulunduğunu da belirtmeliyiz.
Bugün için biz, edebiyat tarihi kitaplarımıza, tarih kitaplarımıza, ansiklopedilerimize ve diğer yayınlarımıza baktığımızda Emir Nevruz’u ve onun mücadelesini anlatan etraflı bir bilgiye rastlayamamaktayız. Namık Kemal’in bu kitabı galiba bu konuda kaleme alınmış en teferruatlı eser olsa gerekir.
Bu çalışmamızda; Namık Kemal’in bugüne kadar Latin harfli Türk alfabesiyle müstakil bir kitap olarak yayımlanmamış olan Emir Nevruz adlı tarihî biyografi niteliğindeki eserini ilk defa olarak Arap harfli Türk alfabesi baskısı ile birlikte yayına hazırladık.
Eseri yayına hazırlarken “Söz Başı Yerine” başlığı altında Namık Kemal’in tarihî eserlerini üzerine bir değerlendirme yapmak suretiyle siz kıymetli okuyucularımızı konunun hassasiyeti üzerinde tefekkür etmeye davet etmek istedik. Ardından da Namık Kemal’in hayatı, sanatı ve eserleri üzerine bir yazıya yer verdik. Bu yazıyı hazırlarken Türk Dünyası Edebiyatçılar Ansiklopedisi’ndeki Namık Kemal maddesini esas aldığımızı da belirtmeliyiz.
Namık Kemal, Emir Nevruz adlı eserinde fevkalade geniş bir tarih araştırmasının mahsullerini gözler önüne sermiştir. Eser bu hâliyle birçok bakımdan kaynak olma niteliğine sahiptir. Biz bu çalışmamızda, Magosa’da yazılmış olan bu eserin 1888 tarihinde İstanbul’da basılmış olan nüshasını esas aldık. Eseri, Latin harfli Türk alfabesine aktarırken sadeleştirme yapmadık. Metin, Namık Kemal’in baskıya hazırladığı şekliyle yeni harflere aktarılmıştır. Yazarın üslubunu korumaya, eserde geçen deyim ve terimler ile mana inceliklerini, aslında olduğu gibi bugünün okuyucusuna sunmaya çalıştık. İsteyen okuyucumuz eserin eski harfli baskısını da okuyabilsin diye kitabın sonuna metnin tamamının eski harfli baskısını da tıpkıbasım olarak koyduk.1 Böylece Osmanlı Türkçesi öğrenme sürecindeki okurlarımızın malzeme zenginliğine de katkı sunmak istedik.
Namık Kemal, bizim Batılılaşma maceramızda kilometre taşlarından biri niteliğindeki nev-i şahsına münhasır şahsiyetlerdendir. O, ne tamamıyla Batı’ya karşı gözünü kapamış ne de kendini inkâr edercesine Batı içinde erimiştir Kendi diline, tarihine, milletine, örf ve ananesine bağlı kalmış, milletinin de kendi benliğinden uzaklaşmaması gerektiği fikrini savunmuştur.
Milletler mazilerini bilip ona sahip çıktıkça istikbale doğru ilerleyebilirler. Geçmişi inkâr etmekle insan medeni olmaz. İşte elinizdeki bu eserde yazar, ecdadımızın mazideki kahramanlıklarını, devlet idaresindeki maharetlerini, vatan ve din uğruna nasıl canlarını fedaya hazır olduklarını güzel bir üslupla dile getirmektedir.
Ecdadı bilmek, onların hareketlerinden örnek ve ibret alarak istikbale yürümek vazifemizdir. Bu mütevazı çalışmamızın da aynı yolda bir faydası dokunursa bahtiyar olacağız.
NAMIK KEMAL’İN HAYATI, SANATI VE ESERLERİ ÜZERİNE
Namık Kemal, siyasi tarihimizde “Tanzimat Devri” olarak anılan dönemin ve “Arayışlar Devri Türk Edebiyatı”nın en renkli simalarından ve öncü kişilerinden birisidir. O, bu dönemin kendinden sonra gelenlerini en çok etkileyen şairi, gazetecisi, yazarı ve siyasi kimliğidir. “Vatan Şairi” olarak anılagelmiştir.
Asıl adı, Mehmed Kemal’dir. 21 Aralık 1840 tarihinde Tekirdağ’da doğdu. Babası tarafından ailesi I. Mahmud devrinde Sadrazam Topal Osman Paşa’ya dayanır. Bilinen en eski atası da Konyalı Bekir Ağa isimli bir zattır. Annesi ise bugün için Makedonya sınırları içinde bulunan ve Konya’dan buraya iskân edildikleri için adı Koniçe olan Müslüman-Türk beldesi eşrafından Abdüllatif Paşa’nın kızı, II. Abdülhamid’in müneccimbaşısı olan Mustafa Asım Bey’in torunudur. Bu zat, biraz Arapça ve Farsça bilen, tarihe meraklı bir kimsedir.
Mehmed Kemal, daha henüz sekiz yaşında iken, annesini kaybetti. Dedesi Abdüllatif Paşa da onu, kızının aziz bir hatırası sayarak, on yedi yaşına kadar yanından ayırmadı. Böylece Mehmed Kemal bu yılları dedesinin tayin edildiği memuriyetler dolayısıyla Osmanlı coğrafyasının çeşitli yerlerinde geçirdi. İstanbul’da bulundukları sırada Bayezid ve yedi sekiz ay kadar da Valide Rüştiyesinde eğitimine devam etti. Dedesinin 1846’da Afyonkarahisar kaymakamlığına tayini üzerine, o da birlikte gitti ve orada üç yıla yakın kaldı. Burada Müftü Hacı Vahid Efendi’den Farsça dersleri aldığına dair bilgiler vardır. Mehmed Kemal’in annesi Fatma Zehra Hanım’ın mezarı da Afyonkarahisar’da bugün cami olarak ibadete açık bulunan Afyon Mevlevihanesi’nin girişinde hemen sol tarafta bulunmaktadır.
Fotoğraf: Namık Kemal’in annesinin Afyon’da bulunan mezarı
21 Aralık 1942 tarihinde Afyon Halkevi mensupları ve Afyon Lisesi öğrencileri, Namık Kemal’in ölüm yıl dönümünde Vatan Şairi’nin annesinin mezarını ziyaret etmişler, bu ziyarette lisenin edebiyat öğretmenlerinden Ali Gündüz şu konuşmayı yapmıştır:
“Aziz Anne:
Ne mutlu sana ki bu vatana Kemal gibi bir evlat verdin. Bugün seni ziyaret ederken huzurunda büyük oğlundan bahsetmek istiyoruz. Onu elbette ki bizden öğrenecek değilsin; fakat onun yaptıklarından bahsetmek senin aziz ruhuna gurur vereceği için biz de bunları gurur duyarak bir kere daha tekrarlamak istiyoruz.
Sekiz yaşında öksüz bıraktığın o yavrunun alnına Tanrı şunları yazmıştı: Yirmi beşinde koçyiğit kesilecek, zulma kafa tutacak, zalimle hürriyet kavgası yapacak, mazluma yardımdan el çekmeyecek ve bir gün yeni edebiyatımızın anası, vatanın ve hürriyetin babası olacaktır.’
Evet, oğlun … vatanın babası oldu; vatansa hepimizin anası; bu şekilde sen, yalnız onun anası değil manen bizim de annemiz, bizim de ninemiz oluyorsun.
Oğlunu, o ebedî hürriyet kahramanını seviyoruz.
Kemend-i can-güdâz-ı ejder-i kahr olsa cellâdın
Müreccahtır yine bin kerre zencîr-i esâretten
diyen oğlunu her zaman için sevecek ve her zaman için tebcil edeceğiz. Zulme karşı tutunmanın ne kutsi bir borç ve ne eşsiz