türbesinde
Yedi türlü, ot biter.
Evvelden vardı, yiyorduk
Yemesek, ölüyorduk
Şimdi var, yemiyoruz
Yemesek de ölmüyoruz.
Elim, elde
Belim, belde
Dingil dalda
Kara gölde.
Fik aşağı, fik yukarı
Fiğa fiğa, Mustafa Ağa.
Evin önünde şık şık
Evin arkasında şık şık.
El kadar yüzü var
Kırk elli gözü var
Eğildikçe, yağmur yağar.
Gölgesiz, dere akar.
Gökte açık pencere
Kalaylı bir tencere.
Gündüz et yer
Gece, yıldız sayar.
Göl içinde yılan var
Yılan ağzında yalın var.
Gölgesi yok, sonu yok.
Gece, harman
Gündüz, tepe.
Gelişi kaplan gibi
Duruşu sultan gibi
Yayılır hasır gibi
Sürünür esir gibi.
Gelir Leyla’m, gider Leyla’m
Bir ayak üstü, durur Leyla’m.
Hanım içeride
Saçı dışarıda
Het dedim, hüt dedim
Kapı ardına, yat dedim.
Hasan Ağanın katırı
Her ne vursan götürü.
Ha gitti kuşum
Burnu gümüşüm
Ağzı havada
Gözü yuvada.
Hanım uyandı
Cama dayandı
Cam kırıldı
Kana boyandı.
Hep içine, çöp içine
Ne söylersen, o da içine.
Ha öğürür, öğürür
Ali Dayı, yamaya tükürür.
Hiç konuşmaz, haber verir
Sesi dağlara erir.
Hoppacık, kara gücük.
Havaya bakar
Sümüğü akar.
Hırtına, pırtına
Bin ağanın sırtına.
Izıdık mızıdık
Otuz iki kız idik
Bir sıraya dizildik
İnci gibi çözüldük.
Ihlamur sopalı
Ucu tapalı
Salsam yukarı
Yıldız, koparı.
İğne batmaz
Makas, kesmez
Terzi biçmez.
İstanbul’da bir tane
İzmir’de iki
Sivrihisar’da çok
Dünya’da hiç yok.
İçi darı gibi
Dışı deri gibi.
İki belikli
Kırk iki delikli.
İçi sarı, dışı beyaz.
İki melek
Meleğin ortasında bir direk.
İki direkli
Dört tak tak
İki bak bak
Bir sulak.
İçi bitli
Dışı tatlı.
İllim, iliksiz
İllim, kemiksiz
İllim maşar
Dağları aşar.
İki çatal, bir makas
Bunu bilmeyen papaz.
İçi taş, dışı taş
Ha, dolaş da dolaş.
İki kırmızı, birbirini iter.
İçicik, çıçıcık
İçi dolu çırpıcık.
İzmir’e gider, izi belli olmaz
Arapça söyler, sözü belli olmaz.
İnce belli, kara donlu.
İki eşek, yan yana atlar.
İstanbul’da kaz pişti
Kokusu buraya düştü.
İnicik, minicik
Bir küçük sinicik.
İki parmak, bir nara bakar.
Kara tavuk
Karnı