Çünkü derdini bilmiyorum ki, derman bulmaya çalışayım.”
“Baba, benim derdimi Lokman Hekim bile keşfedemez. Bana bir saz getirirsen her şeyi öğrenirsin.”
Hükümdar, bir saz getirilmesini emretti. Kerem, sazı alıp çalmaya başladı.
Aldı Kerem:
Keşiş bahçesinde bir güzel gördüm
Aklımı başımdan aldı ne çare
Taramış zülfünü, dökmüş yüzüne
Serimi sevdaya saldı ne çare
Ben de bildim bu kız Keşiş kızıdır
Seherde göğe çıkmış tan yıldızıdır
Darılmış o güzel, bana küsmüştür
Hâlimden bilmezsin şimdi ne çare
Hasretlik çekerim ben ey atalar
Bülbül gülü dalında kurar yuvalar
Çar köşe dibinden yâre baksalar
Bulmazlar cihanda mislin ne çare
Bir kerre sormazsın benim ahvalim
Asla rahmetmedi o lebi lâlim
Aşk oduna yaktı beni o zalim
Ateşi serimde kaldı ne çare
Dertli Kerem der ki firkatim kati
Keskindir kılıcı, yürüktür atı
Ol İsevi ben, Muhammet ümmeti
Bir kâfir sabrımı çaldı ne çare
deyip kesti…
Lakin hükümdar bundan bir şey anlayamadığını söyledi. Kerem kızdı:
“Baba! Ben seni anlayışlı bilirdim, meğer dünyadan haberin yokmuş, diyerek çekilip gitti.”
Hükümdar hayret etti. Bütün müneccimleri, falcıları çağırttı:
“Her kim oğlumun derdini bilirse onu ihya edeceğim.” dedi.
Müneccimler, falcılar hemen işe başladılar ama kaç para eder. Kerem’in derdini bir türlü öğrenemediler.
Bir gün Kerem, sarayın penceresi önüne ah ederek oturdu. Bu hâli bir kocakarı görüp pencerenin dibine geldi:
“Oğlum, burada mahzun mahzun ne oturuyorsun? Şehrin bütün gelinlik kızları yaylaya çıktı. Sen de çıksan onlara bakarak gönlünü eğlendirirsin.”
“Kocakarı, sen iyi kalpli bir kadına benziyorsun. Kimseye söylemediğim sırrımı sana söyleyeceğim. Acaba kızların arasında Zengi’de oturan Keşiş’in kızı da bulunacak mı?”
“Aman oğlum doğru söyle, yoksa onun aşkı için mi bu hâle düştün?” diye sordu.
“Anladığın gibi. Fakat bunu kimseye söyleme.”
Kocakarı söylemeyeceğine dair söz vererek oradan ayrıldı. Koşa koşa hükümdarın huzuruna gitti. Meseleyi anlatarak epeyce ihsan aldı.
Hükümdar derhal Zengi’ye adamlar gönderdi. Keşiş’i huzuruna getirtti.
“Ee… Keşiş hani senin kızın ölmüştü?”
“Doğrudur.”
“Ya yanınızdaki kız neci?”
Kurnaz Keşiş hiç düşünmeden bir yalan uydurdu:
“Zengi’ye giderken yolda fakir bir kadına rastladık. Kucağında çocuğu vardı. Parayla çocuğu satın alıp evlat gibi büyüttük; yanımızdaki kız işte odur.”
Hükümdar inandı. Çünkü Keşiş’i, katiyen yalan söylemez, doğruluktan ayrılmaz bir adam olarak tanıyordu. Sadece dönerek:
“Artık evlatlığın değil, kızın demektir. Allah’ın emriyle Peygamber’in kavliyle onu oğluma istiyorum.” dedi.
Keşiş yerinden üç karış yukarı sıçradı:
“Aman hükümdarım nasıl olur? Dinimiz ayrı değil mi?” dedi.
Hükümdar:
“Bu bir mâni teşkil etmez. Kızı Müslüman yaparak meseleyi hallediveririz.”
Keşiş:
“Aman devletlim. Onun yanımdan ayrılmasını istemiyorum. Malımı, mülkümü, bütün varımı al da kızımı benden ayırma.”
“Fakat oğlum onun için harap oluyor. Eğer güzellikle vermezsen zorla alacağım…”
Keşiş sapsarı kesildi ama kendisini çabuk topladı:
“Bana beş ay müddet ver de hazırlık yapayım. Mademki zorla almak niyetindesin, ben de buna meydan vermemek için razı oluyorum.”
“Anlaştık ama kızını oğlumla nişanla da öyle git.”
Keşiş, İsfahan hükümdarının elinden kurtulmak için bunu da yaptı.
Nişan alıp nişan verdikten sonra Zengi’ye geri döndü.
Meğer, Sofu konuşmaları dinliyormuş. Derhal Kerem’e müjde götürdü.
Kerem bu müjdenin sevinciyle sazını eline alıp çalmaya başladı.
Aldı Kerem:
Vadesi erince susam, sümbülün
Sefasın sürdükçe dal gelsin gitsin
Sürelim dünyanın zevk-i sefasın
Tek dola boynuma kol gelsin gitsin
Susam nedir, sümbül nedir, gül nedir
Mah yüzünde dane dane hâl nedir
Şeker nedir, şerbet nedir, bal nedir
Ver, ağzım içinde dil gelsin gitsin
Dost benimdir, evvel gelen benimdir
Ağzında söylenen kelam benimdir
Yârim seyre çıkmış âlem benimdir
Giyinmiş yeşili al gelsin gitsin
Şah geldi fethetti Kerem’in kanı
Gerçek âşık kapısında refik et beni
Dostu kapısında refik et beni
Uğrasın üstüne el gelsin gitsin
deyip kesti…
Fakat günler, haftalar geçtikçe Kerem’in sabırsızlığı artıyordu:
“Acaba babam benim sevdiğimi ne zaman getirecek?” diye acele ediyor, bazen de ağlıyordu.
Bir gün tahammül edemeyip sazını eline alarak babasının yanına gitti. Derdini söylemeye başladı.
Aldı Kerem:
Aştı gitti karlı dağın ardına
Han Aslı’m aklıma düştü ağlarım
Hey ağalar dayanamam derdine
Han Aslı’m aklıma düştü ağlarım
Yüce dağlar başı bana yurt olur
Dağ başında arslan, tilki kurt olur
Bu ayrılık bize yavuz dert olur
Sevdiğim aklıma düştü ağlarım
Yüce dağ başında ötüşür kuşlar
Meralin uçuşun kimler görmüşler
Derdimi anlamaz bunda Keşişler
Han Aslı’m aklıma düştü ağlarım
Ey