Неизвестный автор

Kerem ile Aslı


Скачать книгу

Çünkü derdini bilmiyorum ki, derman bulmaya çalışayım.”

      “Baba, benim derdimi Lokman Hekim bile keşfedemez. Bana bir saz getirirsen her şeyi öğrenirsin.”

      Hükümdar, bir saz getirilmesini emretti. Kerem, sazı alıp çalmaya başladı.

      Aldı Kerem:

      Keşiş bahçesinde bir güzel gördüm

      Aklımı başımdan aldı ne çare

      Taramış zülfünü, dökmüş yüzüne

      Serimi sevdaya saldı ne çare

      Ben de bildim bu kız Keşiş kızıdır

      Seherde göğe çıkmış tan yıldızıdır

      Darılmış o güzel, bana küsmüştür

      Hâlimden bilmezsin şimdi ne çare

      Hasretlik çekerim ben ey atalar

      Bülbül gülü dalında kurar yuvalar

      Çar köşe dibinden yâre baksalar

      Bulmazlar cihanda mislin ne çare

      Bir kerre sormazsın benim ahvalim

      Asla rahmetmedi o lebi lâlim

      Aşk oduna yaktı beni o zalim

      Ateşi serimde kaldı ne çare

      Dertli Kerem der ki firkatim kati

      Keskindir kılıcı, yürüktür atı

      Ol İsevi ben, Muhammet ümmeti

      Bir kâfir sabrımı çaldı ne çare

      deyip kesti…

      Lakin hükümdar bundan bir şey anlayamadığını söyledi. Kerem kızdı:

      “Baba! Ben seni anlayışlı bilirdim, meğer dünyadan haberin yokmuş, diyerek çekilip gitti.”

      Hükümdar hayret etti. Bütün müneccimleri, falcıları çağırttı:

      “Her kim oğlumun derdini bilirse onu ihya edeceğim.” dedi.

      Müneccimler, falcılar hemen işe başladılar ama kaç para eder. Kerem’in derdini bir türlü öğrenemediler.

      Bir gün Kerem, sarayın penceresi önüne ah ederek oturdu. Bu hâli bir kocakarı görüp pencerenin dibine geldi:

      “Oğlum, burada mahzun mahzun ne oturuyorsun? Şehrin bütün gelinlik kızları yaylaya çıktı. Sen de çıksan onlara bakarak gönlünü eğlendirirsin.”

      “Kocakarı, sen iyi kalpli bir kadına benziyorsun. Kimseye söylemediğim sırrımı sana söyleyeceğim. Acaba kızların arasında Zengi’de oturan Keşiş’in kızı da bulunacak mı?”

      “Aman oğlum doğru söyle, yoksa onun aşkı için mi bu hâle düştün?” diye sordu.

      “Anladığın gibi. Fakat bunu kimseye söyleme.”

      Kocakarı söylemeyeceğine dair söz vererek oradan ayrıldı. Koşa koşa hükümdarın huzuruna gitti. Meseleyi anlatarak epeyce ihsan aldı.

      Hükümdar derhal Zengi’ye adamlar gönderdi. Keşiş’i huzuruna getirtti.

      “Ee… Keşiş hani senin kızın ölmüştü?”

      “Doğrudur.”

      “Ya yanınızdaki kız neci?”

      Kurnaz Keşiş hiç düşünmeden bir yalan uydurdu:

      “Zengi’ye giderken yolda fakir bir kadına rastladık. Kucağında çocuğu vardı. Parayla çocuğu satın alıp evlat gibi büyüttük; yanımızdaki kız işte odur.”

      Hükümdar inandı. Çünkü Keşiş’i, katiyen yalan söylemez, doğruluktan ayrılmaz bir adam olarak tanıyordu. Sadece dönerek:

      “Artık evlatlığın değil, kızın demektir. Allah’ın emriyle Peygamber’in kavliyle onu oğluma istiyorum.” dedi.

      Keşiş yerinden üç karış yukarı sıçradı:

      “Aman hükümdarım nasıl olur? Dinimiz ayrı değil mi?” dedi.

      Hükümdar:

      “Bu bir mâni teşkil etmez. Kızı Müslüman yaparak meseleyi hallediveririz.”

      Keşiş:

      “Aman devletlim. Onun yanımdan ayrılmasını istemiyorum. Malımı, mülkümü, bütün varımı al da kızımı benden ayırma.”

      “Fakat oğlum onun için harap oluyor. Eğer güzellikle vermezsen zorla alacağım…”

      Keşiş sapsarı kesildi ama kendisini çabuk topladı:

      “Bana beş ay müddet ver de hazırlık yapayım. Mademki zorla almak niyetindesin, ben de buna meydan vermemek için razı oluyorum.”

      “Anlaştık ama kızını oğlumla nişanla da öyle git.”

      Keşiş, İsfahan hükümdarının elinden kurtulmak için bunu da yaptı.

      Nişan alıp nişan verdikten sonra Zengi’ye geri döndü.

      Meğer, Sofu konuşmaları dinliyormuş. Derhal Kerem’e müjde götürdü.

      Kerem bu müjdenin sevinciyle sazını eline alıp çalmaya başladı.

      Aldı Kerem:

      Vadesi erince susam, sümbülün

      Sefasın sürdükçe dal gelsin gitsin

      Sürelim dünyanın zevk-i sefasın

      Tek dola boynuma kol gelsin gitsin

      Susam nedir, sümbül nedir, gül nedir

      Mah yüzünde dane dane hâl nedir

      Şeker nedir, şerbet nedir, bal nedir

      Ver, ağzım içinde dil gelsin gitsin

      Dost benimdir, evvel gelen benimdir

      Ağzında söylenen kelam benimdir

      Yârim seyre çıkmış âlem benimdir

      Giyinmiş yeşili al gelsin gitsin

      Şah geldi fethetti Kerem’in kanı

      Gerçek âşık kapısında refik et beni

      Dostu kapısında refik et beni

      Uğrasın üstüne el gelsin gitsin

      deyip kesti…

      Fakat günler, haftalar geçtikçe Kerem’in sabırsızlığı artıyordu:

      “Acaba babam benim sevdiğimi ne zaman getirecek?” diye acele ediyor, bazen de ağlıyordu.

      Bir gün tahammül edemeyip sazını eline alarak babasının yanına gitti. Derdini söylemeye başladı.

      Aldı Kerem:

      Aştı gitti karlı dağın ardına

      Han Aslı’m aklıma düştü ağlarım

      Hey ağalar dayanamam derdine

      Han Aslı’m aklıma düştü ağlarım

      Yüce dağlar başı bana yurt olur

      Dağ başında arslan, tilki kurt olur

      Bu ayrılık bize yavuz dert olur

      Sevdiğim aklıma düştü ağlarım

      Yüce dağ başında ötüşür kuşlar

      Meralin uçuşun kimler görmüşler

      Derdimi anlamaz bunda Keşişler

      Han Aslı’m aklıma düştü ağlarım

      Ey