Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

Mesnevi`den Seçmeler


Скачать книгу

de onu, gemiyle Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yolu, yurduna daha yakındır, buradan memleketine dönsün!” emrini verdi.

      Bedevi gemiye binip Dicle’yi görünce büsbütün şaşmıştı. Asıl şaşkınlığı, suyu bu kadar bol Dicle nehri varken, halifenin, bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi.

      Ve Allah’ına şükrediyordu.

      Gramer Bilgini ve Kayıkçı

      Bir gün, mağrur bir gramer bilgini, sahilde duran bir kayığa binip karşı sahile geçmek ister. Kıyıda müşteri bekleyen kayıkçılardan birine seslenir. Kayık yanaşır, bilgin de kayığa atlar. Kayık, denizin üzerinde seyretmekte iken, bilgin, kayıkçıya sorar:

      “Sen hiç gramer okudun mu?”

      “Hayır! Ben cahil bir kayıkçıyım.”

      Bilgin:

      “Vah vah, çok üzüldüm. Demek yarı ömrün boşa gitmiş.” diye, acıyarak kayıkçıya bakar. Tam bu sırada, bir fırtına kopar. Kayık denizin ortasında yalpalar yapmakta, kayıkçı bütün gücüyle tehlikeyi atlatmak için çalışmaktadır. Fırtına gittikçe artar, kayık batmak üzeredir. O zaman kayıkçı karşısında korkudan tir tir titreyen bilgine:

      “Ey, her şeyi bilen âlim dostum. Şimdi ben sana soruyorum. Yüzme bilir misin?”

      “Hayır!” Cevabını alınca kayıkçı:

      “Vah vah, sen ömrünü boşuna harcamışsın. Şimdi, bütün ömrün gitti. Çünkü biraz sonra kayığım batacak. İyi bil, şimdi burada nahiv (gramer) bilgisi değil, mahıv (Allah’ta yok olmak) bilgisi lazım. Eğer mahıv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!” diye cevap verir.

      Kazvinli ile Dövmeci

      Kazvinlilerin eski bir âdetidir. Vücutlarına, kol ve omuzlarına iğne ile mavi dövmeler yaptırırlar. Bir gün bir KazvinIi, dövmeciye gider:

      “Göğsüme bir dövme yap. Fakat canımı acıtma.” der.

      Dövmeci:

      “Peki. Ne resmi döveyim?”

      “Benim burcum aslan. Kükremiş bir aslan resmi döv. Gayret et, dövmeyi adamakıllı yap.”

      Dövmeci:

      “Peki!” diyerek iğneyi KazvinIinin göğsüne saplamaya başlar. Canı acıyan KazvinIi:

      “Aman usta… Ne yapıyorsun, canımı yaktın!” diye bağırır.

      “Ne yapacağım, aslan döv dedin, onun resmini yapıyorum.”

      “Neresinden başladın?”

      “Kuyruğundan başladım.”

      “Bırak şu kuyruğunu, canım acıyor. Benim aslanım kuyruksuz olsun.”

      Usta yine, “Peki!” diyerek dövmeye başlar. Kazvinli:

      “Aman canımı yaktın. Burası neresi?”

      “Kulağı…”

      “Bırak kulaksız olsun. Orasını da yapma.”

      Dövmeci, resmin bir başka yerinden başlar. Kazvinli yine feryadı basar.

      “Neresini dövüyorsun?”

      “Gövdesini dövüyorum.”

      “Bırak benim aslanım gövdesiz olsun. Fena acıyor. Neredeyse bayılacağım.”

      Dövmecinin sabrı taşar. İğneyi elinden atarak haykırır:

      “Ben senin gibi adam görmedim. Kuyruksuz, kulaksız, gövdesiz aslanı kim gördü? Allah bile böyle aslan yaratmamıştır. Haydi git işine!”

      Ve Kazvinliyi dükkânından kovar.

      Ava Giden Avlanır

      Aslan, kurt ve tilki arkadaş olmuş; avlanmak üzere ormana dalmış. Akşama kadar bir dağ öküzü, bir keçi, bir de tavşan avlayan üç ahbap, avlarını sırtlayarak bir mağaraya getirmişler, sofraya oturmuşlar. Tam bu sırada aslan kurda dönerek:

      “Gel bakalım aziz dostum. Şu hayvanları paylaştır da karnımızı doyuralım.” Emrini vermiş. Kurt ezile büzüle payını yapmış:

      “Ey, Ulu Sultanım! Şu dağ öküzü senin payın. O büyük, sen de büyük ve çeviksin… Müsaadenizle, yaban keçisi de benim olsun. Tilki kardeş tavşanı sever. Şu semiz tavşan da onun…”

      Aslan, bu küstahlığa kızmış:

      “Sen kim oluyorsun budala? Unutma ki, ormanlar kralı aslanın huzurundasın. Ben varken sana pay etmek düşer mi?” diyerek bir pençe atmış, zavallı kurdu yere sermiş. Aslan bu sefer korkudan titreyen tilkiye dönmüş:

      “Ne bakıp duruyorsun öyle! Haydi sen pay et şu avları.”

      Başına gelecekleri bilen tilki yerinden doğrulmuş, bir temenna çakmış ve:

      “Ey büyük sultan! Pay etmek haddim değil ama söyleyeyim. Bu tavşan sizin sabah kahvaltınız, keçi öğle yemeğiniz için nefis bir yahni olur. Öküzü de akşam yersiniz.” demiş. Aslan, bu paydan çok hoşlanmış, tilkiye sormuş:

      “Bu kadar adil payı, nereden öğrendiniz dostum?”

      Tilki, boynunu bükerek yerde cansız yatan kurda bir göz atmış ve aslana:

      “Şu haddini bilmez kurdun hâlinden!” diye cevap vermiş.

      Sağırın Hasta Ziyareti

      İyi kalpli sağır bir adam, bir gün komşusunun hasta olduğunu öğrenir. Kendi kendine:

      “Komşum hastalanmış. Onun ziyaretini yapmam, hâl ve hatırını sormam lazım. Ama ben sağır bir adamım, o da hasta, sesi çıkmaz. Zaten hastaya malum şeyler sorulur, malum cevaplar alınır. Ben, nasılsınız diyeceğim, o, iyiyim, teşekkür ederim, diyecek. Ne yiyorsun desem elbet bir yemek ismi söyleyecek, ben de afiyet olsun derim. Doktorlardan kim geliyor, diye sorarsam bir doktor adı verecek. Ben de iyi doktordur derim, olur biter.” diye düşünür. Hastayı ziyarete gider, baş ucuna oturur:

      “Nasılsınız?” diye hâl hatır sorar. Hasta inleyerek:

      “Ölüyorum!” diye cevap verince sağır adam:

      “Oh oh, çok memnun oldum!” diye karşılık verir.

      Hasta:

      “Bu ne demek? Adam ölümüme memnun oluyorum diyor!” diye kızar.

      Sağır tekrar sorar:

      “Ne yiyorsunuz?” Hasta kızgınlıkla:

      “Zehir!” der. Sağır onun bir yemek ismi söylediğini sanarak:

      “Afiyet olsun!” diye karşılık verir. Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Sağır adam sormaya devam eder:

      “Tedavi için doktorlardan kim geliyor?”

      Hasta:

      “Hadi be defol! Azrail geliyor!” diye cevap verir. Sağır:

      “Çok bilgin, tecrübeli bir doktor. İnşallah yakında çaresini bulur!” deyince hasta dayanamaz:

      “Kahrol!” diye bağırır. Sağır ise komşuluk hakkını yerine getirdiği için ziyaretten çok memnun ayrılır.

      Gönül Aynası

      Sultanın sarayında bir gün Çin ressamları: “Biz Türk ressamlarından daha ileri, daha hünerliyiz.” diye bir iddiada bulunurlar. Buna karşılık Türk ressamları: “Hayır, biz daha üstünüz. Bizim hünerimiz daha ileridir.” diyerek bu iddiaya karşı gelirler. Bunu işiten sultan, ressamları imtihan etmeye karar verir. Her iki memleketin