Артур Конан Дойл

Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları


Скачать книгу

adlı makalenin açılmış olduğu koca bir kitapla oturuyordum. Makalenin alt başlıkları ise, “Viyana’da Heyecanlı Protesto. Ateşli Müzakereler” idi. Bilimsel eğitimimi biraz ihmal etmiş olduğum için tartışmayı tam anlamıyla kavrayamamıştım, ancak yine de İngiliz profesörün kendi savını çok saldırgan bir tavırla sergilediği ve kıtadaki meslektaşlarını tepeden tırnağa kızdırdığı belliydi. “Protestolar”, “Kargaşa” ve “Başkana Umumi İtirazlar” gözüme çarpan ilk belirgin parantezlerdi. Yazılanların büyük bölümünün benim için öncekilerden pek bir farkı yoktu doğrusu; açıkçası pek bir şey anlamamıştım bu rapordan.

      Çaresizce, “Keşke şunu benim için bizim dilimize bir çevirebilseydin.” dedim yardım eden arkadaşa.

      “İyi ama bu zaten çevrilmiş hâli…”

      “O zaman belki de orijinaliyle bir şansımı denesem daha iyi olacak.”

      “Sokaktaki adam için biraz fazla derin gerçekten.”

      “Şöyle ele avuca gelir, insan zekâsı için anlaşılabilir, dolgun bir cümle bulabilsem işimi görürdü. Hah, işte bu olur, evet! Kıyısından köşesinden de olsa anlar gibiyim bunu biraz. Bir kopyalayayım bakalım. Bu, benim çılgın profesörle bağlantımı oluşturacak.”

      “Başka bir şeye ihtiyacın varsa eğer?..”

      “Eee, evet. Ona yazmayı planlıyorum. Eğer mektubu burada yazıp sizin adresinizi kullanabilirsem bu, mektuba iyi bir hava verebilirdi.”

      “Adam buraya gelip kargaşa yaratarak mobilyaları kırıp dökmesin!..”

      “Hayır, hayır, mektubu göreceksin, kışkırtıcı hiçbir şey yok, seni temin ederim.”

      “Pekâlâ, işte sandalyem ve masam. Kâğıdı şurada bulacaksın. Postaya verilmeden önce sansürden geçirmek isterim.”

      Biraz zaman aldı ama bittiğinde pek de kötü sayılmazdı hatta kendimi tebrik edebileceğim kadar iyiydi. Yaptığım işten biraz da gurur duyarak, bunu tenkitçi bakteriyoloğa yüksek sesle okudum.

      “ ‘Sevgili Profesör Challenger’ ” diye başlıyordu.

      “ ‘Mütevazı bir doğa bilimleri öğrencisi olarak sizin Darwin ve Weissmann arasındaki farklara işaret eden varsayımlarınıza her zaman derin bir ilgi duydum. Yakın zamanda okuma fırsatını elde ettiğim Viyana’daki muhteşem konuşmanız…’ ”

      “Vay yalancı vay!” diye mırıldandı Tarp Henry.

      “ ‘Muhteşem konuşmanız hafızamı tazelememe vesile oldu. Bu gayet açık ve şahane ifade, bu konuya noktayı koyacak son söz gibi gözüküyor. Bununla beraber burada bir cümle var; şöyle ki: “Her ayrı kimliğin, bir dizi jenerasyon sonucu yavaş yavaş gelişen tarihsel yapıyı kapsayan bir bireyi içerdiği gibi dayanılmaz ve tümüyle dogmatik bir fikri şiddetle protesto ediyorum.” Son gelişmeler ışığında acaba bu ifadenizde değişiklikler yapmayı düşünmüyor musunuz? Bu konu üzerindeki vurgunun biraz abartılı olduğunu düşünmüyor musunuz? Eğer izin verecek olursanız bu konu beni derinden ilgilendirdiği için ve sadece kişisel bir görüşmede detaylarına inebileceğim bazı konular dolayısıyla, sizinle bir görüşme yapmak için ricada bulunmak istiyorum.

      Müsaadelerinizle yarın değil ertesi gün (çarşamba) sabah saat on birde konutunuza uğrayabileceğimi umuyorum.

      En derin saygılarımı sunuyorum efendim.

Edward D. Malone’ ”

      “Nasıl olmuş?” diye sordum zafer edasıyla.

      “Eh, eğer vicdanın elveriyorsa…”

      “Henüz beni hiç mahcup etmedi.”

      “İyi ama maksadın nedir ki?”

      “Oraya gitmek. Bir kez odasına girdikten sonra bir yol bulabilirim belki de. Hatta açık seçik bir itirafta bile bulunabilirim. Eğer sportmen kişilikli biriyse bu işten gıdıklanabilir.”

      “Gıdıklanır tabii, ne demezsin! Sen şuna esas gıdıklamayı o yapar desene! Bir zırh veya Amerikan futbolu giysisi; bu ikisinden birini seçmek zorunda kalacaksın. Her neyse şimdilik hoşça kal! Çarşamba sabahı senin için cevabı alırım… Eğer sana cevap vermeye tenezzül ederse tabii… Bu adam onunla karşılaşan herkesin nefret ettiği, tahripkâr, tehlikeli ve geçimsiz biri. Hele hele onu hafife alan ve atış alanına giren öğrenciler için. Belki de ondan hiçbir haber almazsan senin için en iyisi olur.”

      3. BÖLÜM

      “Baştan Aşağı İmkânsız Bir İnsan”

      Arkadaşımın beklentisi veya korkusu gerçekleşmedi. Çarşamba günü uğradığımda, üzerinde dikenli tel bariyerlerini andıran bir el yazısıyla isminin çiziktirildiği, Batı Kensington damgalı bir zarf beni bekliyordu. Mektubun içeriği şöyleydi:

ENMORE PARK, BATI

      Bayım, içerik olarak görüşlerimi onayladığınızı iddia eden notunuzu aldım fakat belirtmeliyim ki fikirlerimin sizin veya başka herhangi birisinin onayına ihtiyacı olduğunu bilmiyordum. Darwinizm konusu hakkındaki görüşlerime atfen “varsayım” kelimesini kullanmaya cüret etmişsiniz ki böyle bir bağlamda bu tip bir kelime kullanılmamalı. Bir dereceye kadar hakaretvari olduğuna dikkatinizi çekerim. Bununla beraber mektubunuzun tamamını incelediğimde, bunun kötü niyetten ziyade cahillikten ve patavatsızlıktan meydana gelen bir gaf olduğuna kanaat getirdim ve bu meseleyi unutmaya razı oldum. Konferansımdan bir cümleyi ayırmışsınız ve bunu anlamakta biraz güçlük çektiğiniz anlaşılıyor. Oysa ben böyle bir konuyu, sadece insan beyninin altında bir zekâ seviyesine sahip birinin anlayamayacağını zannederdim. Yine de eğer gerçekten konuyu daha açmak gerekiyorsa ziyaretlerin ve ziyaretçilerin hiçbir çeşidinden kesinlikle hazzetmediğim hâlde, bahsedilen saatte sizi görmeyi kabul ediyorum. Görüşlerimdeki değişiklik konusuna gelince, bilmenizi isterim ki özellikle belirttiğim, oturmuş fikirlerimi değiştirmek gibi bir huyum yoktur. Bu mektubu, geldiğiniz zaman adamım Austin’a nazikçe gösteriniz çünkü Austin kendisine gazeteci adı veren mütecaviz serserilerden beni korumak için her türlü önlemi almak zorundadır.

Saygılarımla,George Edward Challenger

      Girişimimin sonucunu öğrenmek için erkenden gelen Tarp Henry’ye yüksek sesle okuduğum mektup buydu. Yaptığı tek yorum şu oldu: “Arnica1 maddesinden daha etkili, yeni bir şey çıkmış… Cuticura2 gibi bir şeydi sanırım.” Bazı insanların espri anlayışı da çok tuhaf oluyor doğrusu.

      Ben mesajı almadan önce saat neredeyse on buçuğu bulmuştu ama bir taksi beni randevuma zamanında yetiştirdi.

      Girişinde sütunlar bulunan, epeyce gösterişli bir evin önünde durmuştuk. Bütün pencereleri zengin işi perdelerle döşenmiş olan ev, her hâliyle bu korkutucu profesörün varlıklı birisi olduğuna işaret ediyordu. Kapı, üzerinde koyu renkli bir pilot ceketi ve ayağında kahverengi deri tozluklar bulunan kara kuru, yaşı belli olmayan tuhaf birisi tarafından açıldı. Daha sonra bunun, birbiri ardına firar eden uşakların boşluğunu dolduran şoför olduğunu anlamıştım. Adam, baştan aşağı, sorgulayıcı mavi gözleriyle beni şöyle bir süzüverdi.

      “Bekleniyor musunuz?” diye sordu.

      “Randevum var.”

      “Mektubunuz var mı?”

      Zarfı çıkardım.

      “Tamam!”

      Fazla konuşkan olmadığı belliydi. Koridorda adamı takip ederken, aniden, yemek odası kapısı olduğu anlaşılan kapıdan fırlayan ufak tefek bir kadın önümü