Неизвестный автор

Alâeddin’in Sihirli Lambası


Скачать книгу

birlikte gezmeye götüreceğim. Bu sayede hem hayatı boyunca görmediği güzellikte yerleri görme şansı yakalayacak hem de tüccarlarla tanışıp işi hakkında fikir sahibi olacak.”

      Büyücü, geceyi kervansarayda geçirmiş. Şafak söker sökmez de Terzi Mustafa’nın evine gelmiş. Meğer Alâeddin o gece, giydiği güzel kıyafetlerin sevincini, hamam sefasını, şehir gezmesini, yiyip içtiği lezzetli yemekleri düşünmekten gözünü bile kırpmamış. Sabırsız genç, kapının çaldığını duyar duymaz fişek gibi fırlamış ve amcasının boynuna atılmış, sonra da elini tutarak onunla beraber yürümeye başlamış. Bu arada Mağribi:

      “Sevgili yeğenim, bugün seni öyle yerlere götüreceğim ki aklın duracak!” demiş ve delikanlıyı eğlendirmeye, güldürmeye başlamış. Böyle böyle şehir kapısından çıkmışlar ve büyücü, Alâeddin’e birbirinden güzel bahçeleri, muazzam binaları göstermiş. Ne zamanki bir malikâne ya da saray görecek olsalar Mağribi, delikanlıya:

      “Nasıl beğendin mi sevgili yeğenim?” diyormuş.

      Alâeddin, hayatı boyunca varlığından bile haberdar olmadığı bu şahane şeyleri gördüğü için neredeyse sevincinden havalara uçacakmış. Şehrin dışındaki yerleri gezmekten yoruldukları vakit, yakınlarda bulunan büyük bir bahçeye girmiş ve karşılarına çıkan manzarayı seyre dalmışlar. Mis kokulu bahçelerin arasından geçen minik dere, altın gibi parlayan sarı pirinçten yapılma aslan heykelleri, incelikle tasarlanmış çeşmeler ikisini de büyülemiş. Nihayet küçük bir gölün yanına gidip bir parça soluklanmak istemişler. Amcası olduğunu düşündüğü adamla birlikte vakit geçirmek Alâeddin’i fazlasıyla mutlu ediyormuş. Bir süre sonra Mağribi ayağa kalkmış ve yanında getirdiği torbadan kuruyemiş vesaire çıkarıp Alâeddin’e vermiş. Ona:

      “Sevgili yeğenim, sanırım acıktın. Gel de karnını doyur.” demiş.

      Bunun üzerine delikanlı, amcasının verdiği şeyleri yemeye koyulmuş. Hayat, onun için çok güzelmiş…

      Büyücü, “Hadi artık kalkalım oğlum! Bu kadar dinlendiğimiz yeter. Birazcık daha gezelim, sonra da evlerimize döneriz.” demiş.

      Alâeddin derhâl ayağa kalkmış ve büyücü ile beraber yeniden yollara düşmüş. Bahçeleri, bostanları gezip esaslı bir yol aldıktan sonra kendilerini çıplak bir tepede buluvermişler. Hayatı boyunca şehrin kapısından bir kez bile dışarı çıkmamış olan delikanlı, bu kadar yolu yürüdükten sonra Mağribiye:

      “Nereye gidiyoruz amcacığım? Bağlar, bostanlar hep arkamızda kaldı. Bu tepede ne işimiz var? Gideceğimiz yol daha çok mu? Ben yorgunluktan neredeyse bayılmak üzereyim de… Buralarda bahçe yok. Geri dönelim mi?” deyince büyücü:

      “Hayır oğlum, önümüzde bir sürü bahçe var daha. Doğru yoldayız merak etme. Şimdi sana göstereceğim bahçe o kadar güzeldir ki böylesi sultanların saraylarında bile yoktur. Dünyanın en güzel bahçesine gideceğiz yavrum. Hadi gücünü toparla da yolumuza devam edelim. Artık koca adam oldun sen çok şükür!” demiş.

      Böyle böyle tatlı sözlerle Alâeddin’i yatıştırıyor, adi yalanlarını parlak sözlerle süslüyormuş hain büyücü. Nihayet Mağripli büyücüyü Çin yollarına düşüren o yere gelmişler. Buraya ulaştıklarında Alâeddin’e:

      “Sen şimdi buraya otur ve dinlenmene bak. Gelmek istediğimiz yer burası çünkü. Birazdan sana göstereceğim şeyler karşısında hayretten dilin tutulacak. Dediğim gibi, böylesini daha önce hiç kimse görmedi. Şimdi şahit olacağın şey gerçekten de müthiş… Ah sen ne şanslısın! Ha bu arada, dinlenip de kendini toparladığın zaman etraftaki dalları topla ve ateş yak. O zaman sana bahsettiğim şeyleri göstereceğim.” demiş.

      Bu sözleri duyan delikanlı, amcasının kendisine göstereceği şeyler üzerinde düşünmeye başlamış ve bütün yorgunluğunu unutarak ince, kuru dal parçaları toplamaya başlamış. Büyücü kendisine: “Bu kadar yeter, yeğenim.” deyinceye kadar da dal toplamaya devam etmiş.

      Sonra büyücü, cebinden küçük bir kutu çıkarmış ve içindeki tütsüleri yakmış. Bir yandan da dualar ediyor ve ne olduğu anlaşılmayan sözler mırıldanıyormuş. Büyücünün tuhaf sözleri bittiğinde önce şiddetli bir gök gürültüsü duyulmuş. Sonra da yer sarsılarak yarılmış. Alâeddin’e gelince… Zavallı çocuk, korkusundan ne yapacağını şaşırmış ve kaçmaya çalışmış. Bunu gören Mağribi ise büyük bir öfkeye kapılmış; çünkü delikanlı olmazsa yaptığı her şey boşa gidermiş. Bulmak için didinip durduğu hazineye Alâeddin olmadan ulaşması imkânsızmış. İşte bu yüzden Alâeddin’in kaçma teşebbüsü onu fazlasıyla öfkelendirmiş. Bu sinirle delikanlıya okkalı bir tokat indirmiş. Zavallı çocuk, bu darbenin etkisiyle bayılarak yere yığılmış; fakat bir süre sonra büyücü, sihir gücüyle onu ayıltmış. Alâeddin, kendine geldiğinde ağlayarak:

      “Amcacığım, söyler misin bunları hak edecek ne yaptım ben?” demiş.

      Mağribi ise delikanlıyı teskin etmeye çalışmış:

      “Ah benim oğlum! Ben sadece senin adam olman için uğraşıyorum. Onun için bana karşı gelme. Senden tek istediğim, bana itaat etmen. Birazdan göreceğin müthiş şeyler bütün bu çektiklerini sana unutturacak. Buna emin olabilirsin.”

      Büyücü, sözlerini bitirdiği anda yer yarılmış ve koca bir mermer taşı çıkmış ortaya. Bir yandan büyü yapıyor, diğer yandan Alâeddin’e:

      “Eğer sana söylediğim şeyleri yaparsan sultanlardan bile daha zengin olursun. Evet, sana vurdum; çünkü burada sana ait olan koca bir hazine var. Sense bu serveti bırakıp kaçmaya davrandın. Şimdi kendine gel ve büyülü sözlerle yeri nasıl ikiye ayırdığımı gör. Şu gördüğün mermer taşın altında paha biçilmez bir hazine var. Şimdi senden istediğim, bu taşı kaldırman; çünkü bunu yapabilecek tek kişi sensin. Şu ölümlü dünyada senden başka hiçbir insan bu değerli şeyleri göremeyecek; ama bunu yapabilmen için sana öğreteceğim şeylere dikkatle kulak vermen gerekiyor. Dediğim gibi, sana söyleyeceklerime sakın ola ki karşı gelme! Bütün bunlar sadece ve sadece senin iyiliğin için evladım. Bu hazine dünyada eşi benzeri olmayan mücevherlerden oluşuyor ve hepsi bizim olacak!” diyormuş.

      Zavallı Alâeddin, bütün yorgunluğunu, yediği dayağın acısını unutmuş, gözyaşlarını silmiş. Büyücünün sözleri karşısında büyük bir hayret ve sevinç duyuyormuş. Sultanların bile sahip olmadığı bir zenginliğe ulaşma hayali ona yetiyormuş.

      Büyücüye: “Amcacığım, ne istersen söyle. Her şeyi yapacağım!” demiş.

      Mağribi: “Ah yeğenim! Sen benim kendi çocuğum gibisin, çok değerlisin. Senden başka ne dostum var ne de akrabam. Sen benim vârisimsin.” demiş ve Alâeddin’i öperek “Bütün bu uğraşlarım ne için sanıyorsun? Ne yapıyorsam senin için yapıyorum ben. Zengin, güçlü bir adam olmanı istiyorum. Onun için sana söylediklerimi yapmalısın. Şimdi lütfen şu taşı kaldır.” diye eklemiş.

      Alâeddin, “Ama amcacığım bu taş çok ağır, tek başıma kaldıramıyorum. Lütfen bana yardım et. Ben bunun için çok küçüğüm.” demiş.

      “Canım yeğenim, eğer sana yardım edersem hazineyi bulmamız mümkün olmaz. Bütün emeklerimiz boşa mı gitsin istiyorsun? Biraz daha gayret et ve taşı kaldırmaya çalış, eminim başarılı olacaksın. Dediğim gibi, bu taşı senden başka kimsenin kaldırması mümkün değil. Bu arada taşı kaldırırken kendi adını ve anne babanın adını söyle. Bu sayede taşı bir seferde kaldırabileceksin. Ağırlığını hissetmeyeceksin