Иоганн Вольфганг фон Гёте

Genç Werther’in Acıları


Скачать книгу

vals havasında bizi gökteki yıldızlar gibi birbirimizin etrafında çevirmeye başladığı vakit ortada bir karışıklık oldu. Çünkü çoğu bunu bilmiyordu. Bereket versin biz ihtiyatlı davranarak onlar hızlarını alıncaya kadar bir tarafta bekledik. Hepsi içindeki ateşi püskürdü. En ziyade acemi olanlar da işin içinden çekildiler. Meydan bize kaldı. O zaman biz yeni bir şevk ve hararetle ortaya geçerek dansa başladık. Audran da damı ile beraber ortada idi.

      Ömrümde bu kadar canlı ve hafif dans ettiğimi bilmiyorum. Sanki artık etten kemikten yaratılmış bir adam değildim. Kollarının arasında dünyanın en güzel bir kızını sarmak! Bir kasırga içinde onunla uçmak… Etrafında her şeyin geçip gittiğini, her şeyin hiç olduğunu görmek… Ve duymak!

      Wilhelm, sana bir şey söyleyeyim mi? Bir kadın ki ben onu seveceğim, ona az çok sözüm geçecek, yemin ederim ki… Daha o zaman yemin ettim ki benden başka hiç kimseyle vals edemeyecektir. Öleceğimi bilsem buna razı olmam! Anlıyorsun, değil mi?

      Sonunda biraz dinlenmek ve nefes almak için salonda gezindik. Ondan sonra Charlotte oturdu, kendisi için daha önceden saklattığım portakalları getirdim. Bunlardan başka hiç portakal kalmamıştı. Yüreğine serinlik verdiği için bunlardan pek hoşlandı. Fakat yanındaki boşboğaz bir kadına dilim dilim ikramlarda bulundukça benim içim gidiyordu.

      Üçüncü İngiliz kontu valsinde ikinci çift biz olduk. En saf, en temiz bir zevkin pırıltılarıyla ateşlenen gözlerine ve omzunda sıcaklığını duyduğum koluna bağlanarak mesut, onunla beraber dönerken sevimli çehresi gözüme çarpan orta yaşlı bir kadınla karşılaştık. Bu kadın Charlotte’a bakarak gülümsedi. Parmağıyla ona bir tehdit işareti yolladı ve yanımızdan geçerken iki kere manalı bir surette Albert ismini tekrarladı.

      Charlotte’a yavaşça “Sormak ayıp olmasın ama kimdir bu Albert?” dedim.

      Tam cevap vereceği sırada büyük diziye katılmamız için ayrılmamız icap etti. Önünden geçerken alnında bir düşüncenin gölgesini sezer gibi oldum.

      Tekrar birleştiğimiz zaman “Sizden niye saklayayım!” dedi. “Albert nazik bir gençtir ve benim nişanlımdır.”

      Bu benim için hiç yeni bir haber değildi. Çünkü bunu daha yolda gelirken öteki hanımlar söylemişlerdi. Fakat işin ucu -böyle az bir zamanda bana çok kıymetli olan- bir kıza dokununca iş değişti. Benim üzerimde hiç beklemediğim bir kara haber izi bıraktı. Fena bozuldum. Ayaklarım dolaştı. Oyun çığırından çıktı. Beni artık Charlotte sürüklüyordu. Ötemden berimden çekerek beni yola koymak için artık uğraştı durdu…

      Dans daha bitmemişti ki ne zamandan beri gökyüzünün eteklerinde çakan şimşekler, benim tasarladıklarımı boşa çıkararak gittikçe daha fazla yaklaşmaya, daha keskin ışıklarla parlayıp gürlemeye başladı. Gök gürültüsünden müzik işitilmez oldu. Üç kadın ve onların peşi sıra kavalyeleri danstan vazgeçtiler. Kargaşalık büyüdü. Orkestra da susmaya mecbur oldu.

      Eğlence arasında apansız çıkan bu gibi bozgunluklar, herkese başka vakitlerden daha çok dokunuyor. Eğlence ve korku düpedüz birbirine zıt şeyler olmasından mı yoksa bütün duygular daha evvel uyanmış olduğu için böyle sarsıntılara dayanacak yeri kalmamasından mı?.. Nedense birçok kadının keyfi kaçtı, yüzleri ekşidi.

      İçlerinden en kendi hâlinde olanı bir köşeye büzülerek arkasını pencereye verdi ve kulaklarını tıkadı. Öbürü bunun önüne diz çökmüş, başını onun kucağına gömüyordu. Bu ikisi arasına sokulan bir üçüncüsü de kız kardeşini kucaklayarak ha bire ağlıyordu. Birtakımı evlerine gitmek isterken birtakımı da bütün bütün kendini bırakmış bulunuyordu. Bunlar sıcak gözyaşlarıyla gökyüzüne bakarak Allah’a candan yalvarırlarken kendileriyle alay etmek isteyen genç züppelerimizin şu hoppalıklarını kıracak kadar olsun kendilerini derleyip toplayamıyorlardı.

      Erkeklerden bir küme, rahat rahat pipolarını tüttürmek için aşağı inmişti. Bu sırada ev sahibi madam bir çare düşündü: Pencereleri ve pencere kepenkleri kapalı bir oda varmış. Misafirlerin oraya geçmelerini rica ediyordu.

      Gerçekte bu odanın her tarafı kapalı, üstelik perdeleri kalın ve kornişliydi.

      İçeri henüz girilmemişti ki Charlotte sandalyeleri yan yana getirerek odanın ortasına onlardan bir çevre yaptı. Herkes sandalyesine yerleştiği zaman o her korkuyu unutturan tatlı bir sesle “Bir şey oynayalım!” dedi.

      Bu sözler üzerine birçok zamane gencinin tatlı bir para oyununa dalmak ümidine düştüklerini ve sevimli olmaya çalıştıklarını gördüm. Charlotte dedi ki:

      “Şimdi sayı oyunu oynayacağız. Dikkat edin! Ben hep sağdan sola dönerek her birinize işaret vereceğim. İşareti alan, vakit kaybetmeden kendine düşen sayı ne ise onu söyleyecektir. Kim şaşırır ve yahut yarım saniye geçirirse bir tura yiyecektir. Böylelikle bine kadar sayacağız, hadi bakalım!”

      Bu görülmeye layık bir şeydi! Charlotte billur kolunu uzatmış, parmağıyla birer birer herkesi işaret ederek dönüyordu. Birincisi “bir” dedi, ikincisi “iki”, daha sonraki “üç”… İşe kolayından başlamıştı. Herkesi böyle alıştırdıktan sonra atlamalar yapmaya ve gittikçe hızını artırmaya başladı. Biri şaşırdı, pat bir tura… Yanındaki ona güldüğü için o da şaşırdı, pat bir tura da ona! O ise gitgide hızlanıyordu.

      Ben kendi payıma iki tura yedim. Hatta gizli bir ürperti ile sezer gibi oldum ki bana başkalarından biraz daha hızlı vuruyordu. Katılasıya gülmeler, haykırışmalarla sayımız daha bine varmadan oyun bitti, bu yüzden tanışmalarda daha çok yakınlık oldu. Fırtına geçmişti. Salona gidilirken Charlotte’un arkasından yetiştim. Yolda “Yedikleri turalar…” dedi. “Onlarda ne fırtına korkusu bıraktı ne bir şey!”

      Hiçbir cevap vermedim. O, devam etti:

      “En çok korkanlardan biri de bendim. Fakat başkalarına cesaret vereyim derken kendim de cesaretli oldum.”

      Pencereye yaklaştık. Hâlâ uzaklardan gök gürültüleri geliyordu. Sinsi bir yağmur, tatlı bir şamata ile toprağı ıslatırken artık serinleşen havanın dalgaları bize etek dolusu ot kokuları taşıyordu.

      Charlotte dirseğine dayanmış, kırlara bakıyordu. Bakışlarını böyle dolaştırırken göğe çevirdi. Sonra bana baktı. Gözleri yaşlı idi. Sonra elini elimin üstüne koyarak “Ah, ey Klopstock!”3 dedi. Hemen aklımdan geçen o kıymetli kasideyi hatırladım. Charlotte’un o anda bana verdiği duyguların coşkunluğu içinde boğuluyordum.

      Dayanamadım. Elinin üstüne eğildim ve çok tatlı gözyaşlarımla ıslatarak o eli öptüm. Sonra gene gözlerine dalıp kaldım…

      Ah, ey ilahi Klopstock! Sen en büyük nasibini bu gözlerde görmeliydin! Ve ben -zındıklığın ikide bir lekelemeye yeltendiği- büyük adını ne olur ömrümün sonuna kadar başka bir ağızdan işitmesem!

19 Haziran

      Bundan önce hikâyemin neresinde kaldığımı bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da şudur: Sana mektup yazdığım gece ancak sabahın ikisinde yatabildim. Ve şunu da biliyorum ki eğer mektup yazacağıma seni karşıma alıp dinletebilseydim güpegündüz oluncaya kadar elimden kurtulamazdın.

      Balodan dönüşümüzde neler olup bittiğini sana anlatmadım ama şimdi anlatacak vaktim de yok!

      En güzel bir güneş doğumu ile yola çıktık; ıslak ormandan ve serin kırlardan geçiş ne hoştu! Yanımızdaki hanımlardan ikisi bir tarafa yaslanıp ımızganmaya başladılar. Charlotte “Biraz da siz kestirmek istemez misiniz?” diye sordu ve hemen ekledi:

      “Rica