Havisham asil efendisinin teklifini daha ılımlı ve daha nazik bir dille ifade etmeyi tercih etti.
Bayan Errol’ın küçük oğlunu bulup ona getirmesini istediği Mary onun nerede olduğunu söylediğinde Bay Havisham ufak bir şaşkınlık daha geçirdi.
“Onu elimle koymuş gibi bulurum hanımefendi.” dedi Mary. “Şu anda Bay Hobbs’ın yanındadır, tezgâhın yanındaki yüksek tabureye oturmuş, muhtemelen siyasetten bahsediyorlardır veya sabunların, mumların, patateslerin falan arasında tüm tatlılığıyla keyfine bakıyordur.”
“Bay Hobbs onu küçüklüğünden beri tanır.” dedi Bayan Errol avukata. “Ceddie’ye karşı çok kibardır ve aralarında sağlam bir dostluk var.”
Bay Havisham yanından geçerken dükkâna şöyle bir baktığında gördüklerini hatırladı -patates ve elma çuvallarını, tüm o ıvır zıvırları-ve endişeleri yeniden canlandı. İngiltere’de, beyefendilerin çocukları manavlarla ahbaplık yapmazdı. Çocuğun kötü huyları varsa ve ayaktakımını sevmeye eğilimliyse durum biraz zor olacaktı. Kontun hayatı boyunca yaşadığı en büyük utanç iki büyük oğlunun, ayaktakımına düşkünlüğüydü. Acaba, diye düşündü, bu çocuk da babasının iyi özellikleri yerine amcalarının kötü özelliklerini mi taşıyor?
Bayan Errol’la konuşurken bir yandan da sıkıntılı bir şekilde bunları düşünüyordu, derken çocuk odaya girdi. Kapı açıldığında Cedric’e bakmadan önce bir an tereddüt etti. Belki de onu tanıyan birçok insan, annesinin kollarına koşan çocuğa bakarken Bay Havisham’ın içinden geçen meraklı duyguları bilseler, bunu garipseyebilirlerdi. Avukat, çok şaşırtıcı bir duygu değişimi yaşadı. Hemen o anda onun, hayatında gördüğü en güzel ve en yakışıklı çocuk olduğunu düşündü.
Güzelliği sıra dışıydı. Güçlü, esnek, zarif, küçük bir gövdesi ve erkeksi, ufak bir yüzü vardı; çocuksu başı dikti ve cesur bir edayla yürüyordu; babasına şaşılacak derecede benziyordu; onun altın saçlarını ve annesinin kahverengi gözlerini almıştı, fakat o gözlerde üzüntü veya çekingenlik yoktu. Masumane bir şekilde korkusuz gözlerdi bunlar; hayatında hiç korkmamış veya hiçbir şeyden şüphelenmemiş gibi bakıyorlardı.
Hayatımda gördüğüm en iyi yetiştirilmiş ve en yakışıklı çocuk! diye düşündü Bay Havisham. Sesli olaraksa yalnızca, “Demek küçük Lord Fauntleroy bu.” dedi.
Sonrasında, Lord Fauntleroy’u izledikçe daha da şaşırdı. Çocuklar hakkında fazla bir bilgisi yoktu, gerçi İngiltere’de bir sürü çocuk görmüştü; güzel, yakışıklı, al yanaklı kız ve erkek çocuklar, özel öğretmenleri ve mürebbiyeleri tarafından bakılan, kimi zaman sessiz kimi zaman biraz gürültücü olan, ama asla resmî, katı ve yaşlı bir avukat için ilginç olmayan çocuklardı bunlar. Belki de Lord Fauntleroy’un servetine olan şahsi ilgisi Ceddie’ye diğer çocuklardan daha fazla dikkat etmesine sebep olmuştu; ancak ne olursa olsun onun kesinlikle dikkatini daha fazla çektiğini fark etti.
Cedric gözlemlendiğinin farkında değildi ve nasılsa öyle davranıyordu. Tanıştırıldıklarında Bay Havisham ile dostane bir şekilde tokalaştı ve sorularına Bay Hobbs’ınkilere olduğu gibi tereddütsüz bir çabuklukla cevap verdi. Ne sessiz ne de cüretkârdı, Bay Havisham annesiyle konuşurken onun bir yetişkinmiş gibi ikisinin sohbetini ilgiyle dinlediğini fark etti.
“Ufaklık son derece olgun görünüyor.” dedi Bay Havisham anneye.
“Sanırım bazı konularda öyle.” diye cevapladı Bayan Errol. “Çok çabuk öğrenir, yetişkinlerle çok yaşadı. Kitaplardan okuduğu veya başkalarından duyduğu uzun kelimeleri ve ifadeleri kullanmak gibi küçük komik bir huyu vardır, ama çocukça oyunlara da bayılır. Bence oldukça akıllı, ama bazen de son derece çocuksu, ufak bir oğlan çocuğu.”
Bay Havisham onunla tekrar karşılaştığında bu son şeyin doğru olduğunu gördü. Arabası köşeyi dönünce bir grup heyecanlı küçük erkek çocuğu gördü. İkisi yarışmak üzereydi ve onlardan biri onun genç lorduydu, arkadaşları gibi patırtı yapıyordu. Diğer çocukla yan yanaydılar, kırmızı bir bacak adım attı.
“Bir, yerini al!” diye bağırdı başlatıcı. “İki, hazır ol. Üç, başla!”
Bay Havisham kendini arabasının penceresinden merakla sarkmış hâlde buldu. İşaret verildiğinde lordunun asil, küçük kırmızı bacaklarının pantolonunun arkasında yeri yırtarcasına uçtuğunu görünce daha önce böyle bir şey gördüğünü hatırlamadığını fark etti. Küçük ellerini yumruk yapmış ve yüzünü rüzgâra vermişti; parlak saçları geriye doğru dalgalanıyordu.
Çocuklar, “Haydi, Ced Errol!” diye heyecanla dans ederek avaz avaz bağırıyorlardı. “Haydi, Billy Williams! Haydi, Ceddie! Haydi, Billy! Haydi! Bastır! Bastır!”
“Eminim o kazanacak.” dedi Bay Havisham. Kırmızı bacakların uçuşu ve bir aşağı bir yukarı hareketleri, çocukların bağrışması, kahverengi bacakları hiç de küçümsenmeyecek Billy Williams’ın çabası ve kırmızı bacakları yakından takip etmesi onu heyecanlandırmıştı. “Gerçekten, gerçekten onun kazanmasını istiyorum!” dedi özür diler gibi bir sesle. O anda, dans edip, hoplayıp zıplayan çocuklardan çığlıklar yükseldi. Son bir gayretli sıçrayışla müstakbel Dorincourt kontu blokun sonundaki lamba direğine nefes nefese kalan Billy Williams’tan sadece iki saniye önce ulaşıp dokunmuştu.
“Ceddie Errol için üç kere!” diye bağırdı çocuklar. “Oley Ceddie Errol!”
Bay Havisham başını arabasının penceresinden içeri soktu ve yavan bir gülümsemeyle arkasına yaslandı.
“Aferin, Lord Fauntleroy!” dedi.
Arabası Bayan Errol’ın kapısının önünde dururken, kazanan ve kaybeden bağırıp çağıran kalabalıkla oraya doğru geliyordu. Cedric, Billy Williams ile yürüyerek sohbet ediyordu. Sevinçli küçük yüzü kıpkırmızı olmuştu, lüleleri terli alnına yapışmıştı, elleri cebindeydi.
“Görüyorsun ya…” diyordu, belli ki başarısız rakibine mağlubiyeti makul göstermeye çalışarak, “bence bacaklarım seninkilerden biraz daha uzun olduğu için kazandım. Bence sebebi bu. Görüyorsun ya, senden üç gün daha büyüğüm, bu da bana avantaj sağlıyor. Üç gün daha büyüğüm.”
Duruma bu açıdan bakmak Billy Williams’ın moralini yerine getirdi ve çocuk dünyaya yeniden gülümsemeye, sanki yarışı kendi kazanmış gibi yeniden kasılarak yürümeye başladı. Ceddie Errol insanların içini bir şekilde rahatlatmanın bir yolunu buluyordu. Zaferin ilk coşkusunda bile kaybeden kişinin kendini pek iyi hissetmeyeceğini ve farklı şartlar altında kendisinin de kazanan olabileceği ihtimalini düşünmek istediğini hatırlardı.
O sabah Bay Havisham galiple uzun bir sohbete daldı; bu sohbet onun yavan gülümsemesiyle sırıtmasına ve kemikli elleriyle çenesini defalarda ovmasına sebep oldu.
Bayan Errol dışarıdan çağırılınca avukat ve Cedric baş başa kaldılar. Başlarda Bay Havisham küçük dostuna ne diyeceğini bilemedi. Belki de büyükbabasıyla tanışmadan ve yakında yaşayacağı büyük değişiklikten önce onu hazırlayacak bir şeyler söylemek iyi olur diye düşündü. Cedric, İngiltere’ye adım attığında nelerle karşılaşacağını veya kendisini nasıl bir evin beklediğini bilmiyordu. Henüz annesinin onunla aynı evde yaşamayacağını dahi bilmiyordu. Ona söylemeden önce ilk şoku atlatmasının en iyisi olduğunu düşünmüşlerdi.
Bay Havisham açık pencerenin bir tarafında koltukta oturuyordu, diğer taraftaysa Cedric daha büyük bir koltukta oturmuş Bay Havisham’a bakıyordu. Büyük koltuğa