Namık Kemal

Kara Bela


Скачать книгу

“Beynin kurusun! Karşıdakilerini gördü de meraklandı! Daha anlamadın mı? Hele bak! Hala hançeri de elinde tutuyor! İnsan değil ya… Canlı ölüm!.. Ayaklı mezar!..”

      AHŞİD: (Hançeri beline geçirir.) “Hezeyan elverir!.. Şemsiyenin etrafını kapa da çocuğu ayıltmaya bak… Ben gelir yetişirim!..

      ÜÇÜNCÜ MECLİS

      Behrever, Mihridil (şemsiye içinde) Ahşid, Hüsrev (meydanda)

      AHŞİD: (Mütehakkimane bir tarz ile Hüsrev’in uyuduğu ağacın altına gider; Hüsrev Mirza’yı uyandırır.) “Ölüm uykusuna mı yattın?”

      HÜSREV: (uyku sersemliği ile) “Sen nereden peyda oldun? Herkesin uykusuna, oturuşuna karışmak için elinde fermanın mı var?”

      AHŞİD: “Ölüm uykusuna mı yattın? Yoksa ölüm uykusuna yatmak mı istiyorsun? Karşıdaki çadırda biri bayıldı; kimdir bilir misin? Babanı adi bir adam iken vezir eden efendimizin ciğerpare kerimesi… Bayılmasına sebep kimdir? Bilirsin, hem kendi nefsini bilir gibi bilirsin. Şu sadık bendeye, şu vezirzadeye bak! Dünyada önüne çıkacak; gezdiği yerlerde uyuyacak kimse bulamadın öyle mi?”

      HÜSREV: “Lala ben sizden bir vakit böyle bir tekdir işiteceğimi ummazdım. Acaba bizim taraftan hakk-ı alinize riayette bir kusur mu oldu? Yahut bu muamelenize başka bir sebep mi var? Pekâlâ bilirsiniz ki haddini bilir, terbiye görmüş bir adam; velinimetzadesinin gezdiği yerlerde uyumaya cesaret etmez, uyur bir adam görmek de kimsenin bayılmasını mucip olmaz.”

      AHŞİD: (kendi kendine) Dünyada benim için kaçırılmayacak bir fırsat var ise budur.” (Hüsrev’e hitaben) “Mirza Hazretleri! Ben bir Arap makulesiyim. Fakat hareketimin, sözlerimin münasebetsizliğini anlayamayacak kadar sersem değilim. Şurasını da inkâr edemezsiniz ki biraz zamandan beri namınız Sultan Efendimiz’in ismiyle pek çok lisanda pek çok hikâyede, pek çok mahalde birleşmeye başladı. Vakıa o, bir padişahzade ise siz de bir vezirzadesiniz. Allah nasip ettikten sonra sizden daha münasibine gidecek değil ya!”

      HÜSREV: (telaşlı telaşlı) “Estağfurullah! Ben ne makule adamım ki…”

      AHŞİD: (lakırtısını keserek) “Estağfurullaha hacet yok, kadr-i alinizi herkes bilir. Fakat böyle işlerin vücuda gelmesi padişahların inayetine bakar. Lakırtı kadın ağzına, düşman lisanına düşer ise fena fena neticeler verir. Sarayın terbiyesi, büyüklüğün hâli malum! Pederinize, kendinize, hususuyla Sultan Efendimiz’e acıyınız. Kiminizin ekmeğini yedim, kiminizin iltifatını gördüm, sonra görüşürüz, münasip bir fırsat zuhur ederse elden gelen hizmette kusur etmeyiz.”

      HÜSREV: “Lala! Lütfediniz, müsaade buyurunuz da ben gideyim.”

      AHŞİD: “Niçin efendim, taciz mi ettik?”

      HÜSREV: “Hayır, bir taraftan vakanın bir taraftan da sözlerinizin tesiri ile gönlüm o kadar doldu ki ya ağlayacağım ya bayılacağım yahut terbiyeye muhalif bir hareket edeceğim.”

      AHŞİD: (gülümseyerek) “Teşrif buyurunuz efendim. Zararı yok. Gençlik âleminde insanın başına her hâl gelir, her hâlin bir çaresi bulunur…”

      (Hüsrev Mirza hayran hayran Ahşid’in yüzüne bakarak veda eder, çıkar.)

      DÖRDÜNCÜ MECLİS

      Behrever, Mihridil (çadırda) Ahşid (meydanda)

      AHŞİD: (kendi kendine) “Ey şimdi fena mı etmişim de eski efendimin yanında kazandığım paraları esircilere yedirmişim… On sene esirliğin bin türlü meşakkatini yüz bin türlü azabını çekip de beladan kurtulduktan sonra azat kâğıdımı yırtmışım, şu saraya yalandan hadım ağalığı ile satılmışım! Ben o parayı sarf etmeseydim hadım ağalık namını nasıl kazanırdım? Ben tekrar ihtiyar-ı esaret etmeseydim bu mülkün hizmetinde nasıl bulunurdum? Gönül insana neler yaptırıyor! Evvelleri harem çocuklarına aldanmaktan kurtulmayan bir Arap şimdi muhabbet kuvveti ile bir saray halkını aldatmaya muktedir oluyor!.. Malik olacağım!.. Elbette malik olacağım!.. O benim servetimin, hürriyetimin bedelidir. Şu nazenin Mirza’ya bak! Bizi kendinin aşkına, muhabbetine vasıta etmek istiyor. Gece herkesin vasıta-i sefahatı değil midir ya? Ya biz geceye benzemez miyiz? Biçare ne bilsin ki ben güneşimi bir kere koynuma aldıktan sonra bir daha kimseye gösterir gecelerden değilim. Of bu renk… Bu renk! Ya Rabbi, niçin gönlümü böyle ateş, vücudumu böyle kömür gibi yarattın! Malik olacağım; elbette olacağım… Lakin beni sevmeyecek!.. Gönlü benim olmadıktan sonra kendi benim olmuş neme lazım!..” (birdenbire tehevvür ile tavrını değiştirerek) “Gönlü benim olmazsa varsın olmasın! Gönül nedir? Benim rengimde, belki benden çirkin bir et parçası değil mi? Bana o nurdan yapılmış vücut lazım; bana o gül renginde dökülmüş yanaklar lazım!.. Sevmeyecekse ne olur? Ben onu seviyorum elvermez mi? Hakaret edecekse haysiyetime mi dokunur? Hangi haysiyet? Babamın katır boncuklarıyla aldığı haysiyete mi kibir edeceğim? İlmime mi, dirayetime mi, necabetime mi, kıyafetime mi? Bende bunların hiçbiri yok. Lakin yine malik olacağım, ne suretle olur ise olsun yine malik olacağım!..” (acı acı gülerek) “Irzına acımıyorum da canına mı acıyacağım? O bir kere benim olsun, vuslat yatağına nasıl kucağımda götürür isem rahat döşeğine de öyle kucağımda götürürüm.” (biraz teemmülden sonra) “Kara kara hülyalar… Hain tasavvurlar… Ne yapayım? O da beni seveydi!..” (yine biraz teemmülden sonra) “Maksadımızı aramaya ne de acayip yoldan başladık… Rakibimize vasıtalık etmeli… Mâni değil. Vasıta kim imiş maksat kime yüz gösterecek imiş, oraları zamanında malum olur.”

      (Ahşid bu lakırtıları söylediği sırada sultanın şemsiyesi açılır.)

      BEŞİNCİ MECLİS

      Evvelkiler (fakat şemsiye açık)

      BEHREVER: “Daye bana ne oldu?”

      MİHRİDİL: “Bir şeyiniz yok efendim, biraz uyumuştunuz.”

      BEHREVER: (Bahçenin her tarafına göz gezdirir.) “Öteki nerede?”

      MİHRİDİL: “Bilmem lalanız gitti, bağırdı, çağırdı; kaçırdı. Az kaldı beni de öldürecek idi!..”

      (Bu sırada Ahşid çadırın kapısına gelir.)

      BEHREVER: (ifrat kin ve gazapla Ahşid’in yüzüne bakarak) “Hınzır Arap!..”

(Perde kapanır.)

      İKİNCİ FASIL

      Perde açılınca Hintkari bir müzeyyen saray odası görünür.

      BİRİNCİ MECLİS

      Behrever, Mihridil

      BEHREVER: “Daye misin nesin? O kâfir fellah nerede? Hani o edepsizlik arkadaşın, hani o hainlik yoldaşın? O boğazına zincirler takılıp da yüzü üstüne sürüklene sürüklene zebaniler eline teslim olunacak cehennem kaçkını? O kara kütük? Ben onu inşallah ahirete bırakmam ya dünyada sürüm sürüm süründürürüm!.. Dünyada ateşli zincir yoksa kızgın taç var; zebani yoksa, zebani kıyafetiyle cellat var… Cehennem yoksa, zindan var… Mezar var! O, onların hepsini görecek; hepsinin hışmına, azabına uğrayacak! Anlasın ki dünyada hükmü geçen padişah pederimin “Herkes gezsin eğlensin, sefa sürsün, ömrüme, devletime dua etsin!” diye hazineleri sarf edip de yaptırdığı bahçeden adam kovmak nasıl olurmuş, elinde kimden emri var imiş? Bunları soracağım, hepsini hepsini soracağım da vereceği münasebetsiz cevaplara kahkahalarda güleceğim!..” (birdenbire tebdil-i tavır ile için için ağlayarak) “Güleceğim ama onu gülmekten ziyade ağlatacağım! Melun fellah? Kara taştan yapılmış put suratlı hınzır! O, beni zevkimden mahrum etti, ne tarafa baksam suratı gibi karanlık görüyorum! Beni rezil etti. Yalnız o değil ya sen de