Артур Конан Дойл

Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6


Скачать книгу

hak iddia eden başka kimse yok.”

      “Hayır yok. Onun dışında hakkında bilgi edinebildiğimiz tek akrabası, Rodger Baskerville’di. O da üç kardeşin en küçüğüydü ve Sör Charles en büyük kardeşti. Çok genç yaşta ölen diğer kardeşleri, bahsettiğimiz genç Henry’nin babasıydı. Rodger aslında ailenin yüz karasıydı. Eski Baskerville soyundan geliyormuş ve anlattıklarına göre bizim yaşlı Hugo’nun tıpatıp aynısıymış. İngiltere’de yaşayamayacak duruma gelince Orta Amerika’ya kaçmış ve orada 1876 yılında sarı hummadan ölmüş. Henry, Baskerville soyunun son üyesidir. Bir saat on beş dakika sonra onu Waterloo İstasyonu’nda karşılayacağım. Bu sabah Southampton’a ulaştığına dair bir telgraf aldım. Şimdi Bay Holmes, onunla ne yapmamı tavsiye ediyorsunuz?”

      “Niye atalarının evine gitmesin ki?”

      “Böyle olması en doğal hakkı gibi görünüyor, öyle değil mi? Ama oraya giden her Baskerville’in kötü bir kaderle karşılaştığını bir düşünsenize… Eğer Sör Charles ölmeden önce benimle konuşabilseydi soyunun en son ferdini, o büyük servetin vârisini, o korkunç yere götürmemem için kesinlikle beni uyarırdı. Ancak buna rağmen bu fakir ve umutsuz çevrenin geleceğinin, bu gencin gelmesine bağlı olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Eğer malikânede oturacak bir vâris bulunamazsa o zaman Sör Charles’ın yaptığı hiçbir hayır işinin bir anlamı kalmayacak. Korkarım ki bu meseleye duyduğum yoğun ilginin beni yönlendirmesinden endişeleniyorum. Bu yüzden olayı size anlatıp tavsiyelerinizi öğrenmek istiyorum.”

      Holmes bir süre düşündü.

      “Size kısaca şunu söyleyeyim.” dedi, “Size göre şeytani bir yaratık var ve Dartmoor’u bir Baskerville’in yaşaması için tehlikeli kılıyor; böyle düşünüyorsunuz, değil mi?”

      “Hiç değilse bunun böyle olduğunu gösteren birkaç delil var elimizde diyebilirim.”

      “Aynen öyle ama sizin bu doğaüstü güçlerle ilgili teorinizi doğru varsayarsak Devonshire’da kurbanını bekleyen bu yaratığın, Londra’da da bu genç adamın peşini bırakmayacağını söyleyebiliriz. Güçleri sadece kasaba hudutlarıyla sınırlı bir şeytanın olması, aklın alacağı bir şey değildir.”

      “Bu meseleyi ciddiye almıyorsunuz Bay Holmes. Eğer siz bu yaratıkla şahsen karşılaşmış olsaydınız eminim böyle davranmazdınız. Tavsiyelerinizden anladığım kadarıyla genç beyefendi, Londra’da ne kadar güvendeyse Devonshire’da da bir o kadar güvende olacak. Elli dakika sonra burada olur. Ne yapmamı öneriyorsunuz?”

      “Bir araba çağırmanızı, ön kapımı sürekli tırmalayan köpeğinizi durdurmanızı ve son olarak da Sör Henry Baskerville’i karşılamak için Waterloo İstasyonu’na gitmenizi tavsiye ediyorum.”

      “Ya sonra?”

      “Bu mesele hakkında birtakım kararlara ulaşana kadar ona bir şey anlatmamanızı isteyeceğim.”

      “Kararınızı vermeniz ne kadar sürer?”

      “Yirmi dört saat. Yarın saat onda buraya gelirseniz size minnettar kalacağım Dr. Mortimer ve ayrıca Sör Henry Baskerville’i de yanınızda getirirseniz daha sonrası için bazı planlar yapmakta bana yardımcı olacağına emin olabilirsiniz.”

      “Dediğiniz gibi olsun Bay Holmes.” Randevu saatini kol manşetine karaladıktan sonra tuhaf ve dalgın tavrıyla odadan hızla çıktı. Holmes arkasından seslenerek merdivenlerin başında onu durdurdu.

      “Bir soru daha sormak istiyorum Dr. Mortimer. Sör Charles Baskerville ölmeden önce birkaç kişinin bu hayvanı bozkırlarda gördüğünü söylemiştiniz, öyle değil mi?”

      “Üç kişiydiler.”

      “Daha sonra onu gördüler mi?”

      “Böyle bir şey duymadım.”

      “Teşekkür ederim. İyi sabahlar.”

      Holmes koltuğuna döndü. Dişine göre bir şeyle karşılaştığındaki o sessiz, içsel tatmini gözlerinden okuyabiliyordum.

      “Dışarı mı çıkıyorsun Watson?”

      “Yardımım dokunacaksa kalabilirim.”

      “Hayır, gerek yok sevgili dostum. Biliyorsun harekete geçtiğimiz zaman istiyorum senin yardımını. Ancak bu müthiş bir olay, hatta bazı yönlerden de eşsiz sayılır. Bradley’s’in yanından geçerken en kuvvetli tütünlerinden yarım kilo kadar göndermelerini söyler misin? Teşekkür ederim. Sen de akşam olmadan eve dönmezsen çok memnun olacağım. Sonra da bize bu sabah anlatılan o ilginç problem hakkındaki görüşlerimizi karşılaştırırız.”

      Zihinsel yoğunlaşmaya ihtiyacı olduğu zamanlarda inzivaya çekilmeyi tercih ettiğini çok iyi biliyordum. Böyle anlarda ipuçlarının her ayrıntısını kafasında tartar, alternatif teoriler üretir, bunları dengeler ve hangi noktaların önemli, hangilerinin önemsiz olduğuna karar verir. Bu nedenle günümü kulüpte geçirmeye karar verdim ve akşama kadar Baker Caddesi’ne dönmedim. Kendimi bir kez daha oturma odasında bulduğumda saat dokuza yaklaşıyordu.

      Kapıyı açtığımda ilk izlenimim, bir yangının çıktığı idi; çünkü oda o kadar duman içindeydi ki masanın üzerindeki lambanın ışığı bile zar zor görünüyordu. Ancak içeriye girdikten sonra korkularım boşa çıktı. Meğer boğazımı yakan ve öksürmeme neden olan yoğun duman, Holmes’un keskin tütününden geliyormuş. Dumanların içinde dudaklarının arasına yerleştirdiği siyah, kilden piposu ile ropdöşambırını giymiş Holmes’u, bir koltukta iki büklüm oturmuş bir hâlde belli belirsiz görebilmiştim. Etrafında rulo hâlinde birkaç kâğıt duruyordu.

      “Üşüttün mü Watson?” diye sordu.

      “Hayır, şu zehirli hava beni öksürttü.”

      “Gerçekten biraz fazla duman olmuş. Sen söylemesen fark etmeyecektim.”

      “Fazla mı? Burası dayanılmaz!”

      “O zaman pencereyi aç! Anladığım kadarıyla gününü kulüpte geçirmişsin.”

      “Sevgili Holmes!”

      “Haksız mıyım?”

      “Haklısın ama nasıl anladın?”

      Yüzümdeki sersem ifadeye güldü. “Watson, sende şaşırtıcı, küçük güçlerimi üzerinde denerken keyif aldığım hoş bir tazelik var. Bir beyefendi yağmurlu ve çamurlu bir günde dışarı çıkıyor. Sonra akşam eve döndüğünde şapkası ve çizmeleri kusursuz bir şekilde ve lekesiz geliyor. Demek ki bütün gün bir yere takılıp kalmış, çok fazla arkadaşı olan bir adam da değil. O hâlde nereye gitmiş olabilir? Aşikâr değil mi?”

      “Evet, aşikâr.”

      “Dünya böyle aşikâr şeylerle dopdolu ama kimse bunları fark etmiyor. Sence bugün neredeydim?”

      “Sen de burada takılıp kaldın.”

      “Aksine. Devonshire’a gittim.”

      “Ruhen mi?”

      “Evet. Vücudum bu koltukta kaldı ve yokluğumda iki büyük bardak kahve ve çok miktarda tütün tüketti; bunları yaptığıma da çok pişmanım. Sen gittikten sonra bozkırların o bölgesine ait bir haritayı bulmak üzere Stamford’a gittim ve ruhum, bütün gün haritada dolaşıp durdu. Geri dönüş yolunu bulabildiğim için gururum okşandı doğrusu.”

      “Galiba büyük ölçekli bir harita.”

      “Evet, öyle.” Haritanın bir kısmını açarak dizlerinin üzerine yaydı. “Bizi ilgilendiren bölge şu tarafta kalıyor. Şu ortadaki yer de