bıçak gösterdi.
“Bu bıçağı nasıl yaptınız?”
“Yatak demirinden. Buraya kadar olan on beş metrelik geçidi hep bununla kazdım.”
Dantés dehşetle “On beş metre mi?” diye haykırdı.
“Evet, fakat bütün emeğim boşa gitti. Senin hücrenin önündeki geçit, asker dolu. Hiçbir kaçış yolu yok burada. Tanrı’nın dediği olur, ne yapalım.”
Yaşlı adamın yüzü mütevekkil bir hâl aldı. Dantés, senelerce besleyip kuvvet verdiği bir ümitten böyle filozofça umudunu kesen adama hayret ve takdirle baktı.
“Kim olduğunuzu söylemeyecek misiniz bana?” diye sordu.
“Artık sana bir faydam dokunamayacağı hâlde yine de merak ediyorsan söyleyeyim. Ben Rahip Faria’yım. İf Kalesi’ne 1811’de getirildim. Daha önce üç yıl Fenestella Kalesi’nde hapistim. 1811’de Piedmont’tan Fransa’ya nakledildim.”
“Neden hapsettiler sizi?”
“Çünkü 1807’de, Napolyon’un 1811’de yürürlüğe koymak istediği projeyi uygulamayı düşündüm çünkü İtalya’yı aciz, zalim, küçük kötü yuvalarhâline getiren prenslikler yerine Makyavel’in istediği gibi tek bir büyük imparatorluk istiyordum. Çünkü beni mahvetmek için görüşlerimi anlar görünen taçlı bir delide, aradığım Sezar Borjiya’yı bulduğumu sanmıştım!”
Dantés bir insanın böyle şeyler için hayatını nasıl tehlikeye atabileceğini anlamadı. Zindancısının fikrini paylaşmaya başlayarak “Siz yoksa o… O hasta rahip misiniz?” diye sordu.
“Deli demek istiyorsun değil mi?”
Dantés gülümsedi.
“Cesaret edemedim.”
Faria acı acı gülerek “Evet.” dedi. “Ben, o deli sandıkları rahibim.”
Dantés bir an sustu. Sonra “Kaçma fikrinden vazgeçtiniz mi?” diye sordu.
“Artık buna imkân olmadığını görüyorum. Tanrı’nın arzusuna aykırı bir şeye teşebbüs etmek ona isyan etmek olur.”
“Niye ümidinizi kaybediyorsunuz? İlk teşebbüste başarılı olmayı istemek Tanrı’dan çok fazla lütuf beklemek olmaz mı? Niçin başka bir yöne yeni bir geçit kazılmasın?”
“Yeni bir geçit mi? Sen açtığım bu geçidin nasıl meydana geldiğini biliyor musun? Aletleri yapmak için tam dört sene uğraştığımı biliyor musun? Granit gibi bir toprağı tam iki sene kazıp temizlediğimi biliyor musun? Kımıldatmada bile başarılı olacağımı sanmadığım taşları yerlerinden çıkardığımı biliyor musun? Bütün bu taş ve toprağı bir yere yığmak için bir merdiven duvarını deldiğimi ve şimdi duvarda bir avuç toz bile koyacak yer kalmadığını biliyor musun? Ve nihayet, tam işin sonuna geldiğimi düşündüğüm ve kendimde ancak işi bitirebilecek kadar kuvvet kaldığını hissettiğim bir sırada bütün bu çalışmaların heba olduğunu anladığımı biliyor musun? Yok, hayır, Tanrı benim buradan kurtulmamı istemediği için; hürriyetimi elde etmek üzere artık hiçbir şey yapmayacağım.”
Dantés, bir arkadaş bulmuş olma sevincinin, onun bütün üzüntüsünü paylaşmasına mâni olduğunu belli etmemek için başını önüne eğdi.
Faria devam etti: “On iki senelik hapishane hayatım boyunca dikkatle tarihteki bütün meşhur kaçışları düşündüm. Başarılı firarlar son derece nadirdir ve en ince teferruatına kadar düşünülmüş, sabırla hazırlanılmıştır. Bundan sonra bir fırsat kollayacağız. Eğer o fırsat gelirse istifade etmeye bakacağız.”
Dantés iç çekti.
“Siz bekleyebilirsiniz. Uzun çalışmalarınız sizi meşgul edebilmiş. Zihninizi işgal edecek işiniz olmadığı zamanlar da sizi teselli eden ümitleriniz varmış.”
“Ümit benim tek meşgalem değildi.”
“Başka ne yaptınız?”
“Yazı yazarım.”
“Kâğıt, kalem, mürekkep veriyorlar mı?”
“Hayır. Ben yapıyorum bunları.”
Dantés hayretle sordu: “Kâğıdınızı, kaleminizi, mürekkebinizi siz mi yapıyorsunuz?”
“Evet.”
Dantés ona hayranlıkla baktı. Fakat dediklerine inanmak çok zordu. Faria onun bu tereddüdünü sezdi.
“Hücreme gelirsen; hayatım boyunca yaptığım inceleme ve çalışmalarımın, bütün düşüncelerimin mahsulü olan kitabı sana gösterebilirim.” dedi. “Adı ‘İtalya’da Kurulabilecek Umumi Bir Krallık Hakkında Risale’dir.”
“Burada mı yazdınız?”
“Evet. İki gömleğe mal oldu bana. Kumaşı parşömen gibi düz ve katı yapan bir terkip keşfettim. Bize ara sıra verdikleri koca balıkların başlarındaki kıkırdaklardan da nefis yazı kalemleri yapıyorum.”
“Ya mürekkep? Mürekkebi nasıl yapıyorsunuz?”
“Hücremde vaktiyle bir ocak varmış. Ben gelmeden bir süre önce körletilmiş. Fakat uzun zaman kullanılmış olacak ki içi bir kurum tabakası ile kaplıydı. Pazar günleri bana verdikleri şarabın birazının içinde bir parça kurum eritiyorum. Mükemmel mürekkep oluyor. Yazının belirli bir yerine dikkati çekmek istediğim zaman da bir parmağımı hafifçe deliyorum ve o kısmı kanımla yazıyorum.”
“Bütün bunları ne zaman görebilirim?”
“Ne zaman istersen.”
“Şimdi.”
“Takip et beni.”
Dönüp yer altı geçidinde kayboldu. Dantés de onu takip etti.
İnsana pek zorluk vermeden aşağı doğru bükülen yer altı geçidini geçtikten sonra, geçidin, rahibin hücresine açılan öbür başına geldiler. Dantés hücreye girer girmez dikkatle etrafını inceledi. Hiçbir fevkaladeliği yoktu.
Rahibe, “Hazinelerinizi çok merak ediyorum.” dedi.
Faria gidip ocağın ağzındaki taşı kaldırdı. Dantés’ye bahsettiği şeyler burada duruyordu.
“Önce neyi görmek istersin?” diye sordu.
“İtalya’daki krallık hakkında yazdıklarınızı.”
Faria on santimetre eninde, otuz beş santimetre uzunluğunda; hepsi numaralı ve yazılı üç dört kumaş tomarı çıkardı. Yazı, Dantés’nin, Provanslı olduğu için, çok iyi anladığı İtalyanca ile yazılmıştı.
Faria, “İşte bunlar.” dedi. “Yirmi sekizinci tabakanın altına son kelimesini yazalı ancak bir hafta oldu. Bütün bu iş için iki gömlekle bütün mendillerimi kullandım. Eğer bir gün kurtulursam ve eğer İtalya’da bunu basmaya cesaret edecek birini bulursam meşhur olurum.”
Dantés’ye, yaptığı yazı kalemlerini gösterdi. Faria’nın bunları nasıl bir aletle bu kadar düzenli kesebildiğini anlamak için Dantés etrafına baktı.
Faria, “Bıçağı arıyorsun, değil mi?” diye sordu. “İşte. Bu benim şaheserimdir. Eski bir demir şamdandan yaptım.”
Bıçak, ustura gibi keskindi. Faria devam etti: “Geceleri çalışabilmek için lambam bile var.”
“Onu nasıl yaptınız?”
“Yemek için verdikleri etin yağını ayırıp eritiyorum. Böylece bir çeşit kandil yağı meydana getiriyorum.”
Dantés’ye lambasını