Yasin Topaloğlu

1001 Kelime 1001 Hüzün


Скачать книгу

ler ve insan gibi doğar, büyür, gelişir ölür ya da öldürülürler… Bizim lisanımızda kelimelere karşı girişilmiş barbarca katliamlar vardır.

      Osmanlıca-Latin alfabesi tartışmalarına taraf olmak gibi bir ihtiyaç içinde olmadığım için ben sadece yeterince yaşatamadığımız kelimelerin matemini tutmaktan yanayım.

      Osmanlıca alfabenin yerine son üç yüz yıldır pek çok defa başka alfabeler konmasına teşebbüs edilmiştir. Cumhuriyet dönemindeki son teşebbüste görülmektedir ki başarılı olunmuştur.

      Ne Arapça ne Farsça ne de Osmanlıca kutsal lisanlardan değillerdir.

      Ne İbranice ne Latince ne de başka bir Frenk dili kötü diye tanımlanabilir. Nihayetinde bütün lisanlar insanların birbirleriyle ülfet etmesi için birer vasıtadır.

      Kur’an’ın Arapça nazil olması dışında hiçbir ilave kutsallığı yoktur.

      Bu kitap gündelik lisanımızdaki “ölümlerin” ne kadar fazla olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

      1940’lı yıllarda telif ve tercüme 18 kitabın içinden seçilmiş 1001 kelimenin hayatlarımızı çok kısa zaman içerisinde birer birer terk edişindeki matemi hatırlatmaya çalışmaktadır.

      Esas olarak bugün sadece Türkçe değil bütün lisanlar büyük katliamlar, soykırımlarla karşı karşıyadır.

      Teknolojinin, sosyal medyanın, mesaj uygulamalarının ve SMS türü iletişim araçlarının fazlalığı ve çeşitliliği bütün lisanlar için “kara veba” kadar tehlike arz etmektedirler.

      1970’li yıllarda ortalama 300 kelime ile konuşan Türk insanı, her on yılda bir kelimelerini gömerek bugün sadece 150 kelime ile Türkçe konuşur olmuştur.

      Dijital platformlar, filmler ve dizilerdeki bozuk ve kekeme Türkçe, bu durumu hızlandıran en önemli amillerdendir.

      Hele hele sinema ve dijital platformlarda yayınlanan film ve dizilerin Türkçe alt yazılı olarak verilmesi tam olarak birer müstemleke uygulamasıdır.

      Bir de buna resmî kuruluşlardaki yetersiz ve yanlış Türkçe kullanımı, siyasilerin banal konuşmaları, ne iş yaptığı ve ne işe yaradığı kimse tarafından anlaşılmayan TDK, Millî Eğitim Bakanlığının müfredat adı altında işlediği cinayetler ancak işgal altında bulunan bir millete yapılabilecek uygulamalardır.

      Kültürel çoraklığın kasıp kavurduğu ülkemizde artık mektep, talebe, muallim kelimelerinin karşılığını arama motorlarına soran bir nesil kazandık.

      Bu satırların yazarı meslek olarak yayıncılık yapmaktadır. 2000’li yılların başında neşrettiğimiz kitapların yeni baskılarını yaparken tekrar okumalarda TDK’nın kuralları değiştirdiğini, o dönem kullanılan kelimelerin sadeleştirilmesi gerektiği tartışılır olmuştur.

      Kelimelerden rol çalmadan sizi 1001 kelimenin hüznüyle baş başa bırakıyorum.

Yasin TopaloğluEylül 2020Dikmen-Ankara

      a

1 | Adavet (Ar.) : Düşmanlık

      Benim saadetimi kıskanacakların -eğer kim olursa olsun, bu hazin ve yoksul saadeti kıskanacak olan da varsa- onların büyük mikyasta kuracakları bir adavet pususu beni ürküteceği kadar da öyle bir ortaklık veya yardakçılık beni tedhiş edecekti. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 160)

2 | Ahenk (Far.) : Uyum,uzlaşma,ezgi

      Şu anda sizde gördüğüm hâletiruhiyeyi bozmayınız. Şimdi sizin ruhunuzda, ruhunuzun derinliklerinde öyle bir musiki ahengi var ki dünyanın hiçbir armonisi ona eş olamaz.(Lev Tolstoy, “Katya”, s. 44)

3 | Ahval (Ar.): Durumlar, hâller, vaziyetler, davranışlar, olaylar

      Vaktiyle bana esrarlı gibi garip görünen ahvali şimdi sadece ve açık görünüyordu. Bana telkin etmiş olduğu düşüncelerden bugün ancak birinin gizli hakikat olduğunu takdir edebilmiştim: “Âlemde saadet…” demişti. “Yalnız başkaları için yaşamakla kabildir.” (Lev Tolstoy, “Katya”, s. 43)

4 | Akıbet (Ar.): Bir iş veya durumun sonu, sonuç. Sonunda, önünde sonunda

      Deli İbrahim’in bu gibi akıbetleri hesaplamasına imkân yoktu. Dumanlı şuuru, delice gururu ve onlara inzimam eden coşkun aşkı yüzünden en basit muhakemelere de kudret bulamıyordu. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 257)

5 | Akide (Ar.): İnanç

      Fennî hakikatleri bilmedikleri için bu gülünç akideyi besliyorlardı ve yeryüzündeki tek bir adamın gök kapısını açık görmüş olmamasına rağmen akidelerini muhafazada ısrar ediyorlardı. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 91)

6 | Aksülamel (Ar.): Tepki, reaksiyon

      Türklere ait dedikodular yüzünden, korku içinde yaşayan Edirnelileri biraz ferahlandırmak için de böyle bir işe lüzum vardı. Fütura düşen insanlar gibi, yeise kapılan milletler de ruhi bir aksülamel ihtiyacı, zevk ve safa iştiyakı taşırlar, hayattaki tatsızlığı, gürültülü neşelerin sarhoşluk veren cereyanları arasında unutmak isterler. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 101)

7 | Alametifarika (Ar.): Ayırıcı nitelik, ayırıcı özellik

      Size cevap veririm ki ölü kafası yahut kafatası korsanların alametifarikasıdır; bunu herkes bilir. Onlar muharebelerinde daima üzerine ölü kafası resim olunmuş bir bayrak çekerler. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 60)

8 | Âlemşümul (Ar.):Evrensel

      Kadınlar hakkında gösterilen hafif inkıyadın ve zevzekliklere boğulan tapınışların temelinde âlemşümul bir saygısızlık saklı olduğunu ve erkeklerde kadınlara karşı hürmetin zerre kadar benzeri yokken kadınların onlara karşı fazilet gösterişi yapmalarının hiç doğru olmadığını anlatırken “Bütün bunlar, pek çirkin şeyler.” derdim. “Melunlar ve merdutlar makarrı olan bu şehirde eğer benim bir evi kurtarmam icap etse beyaz işaretini koyacağım hakikaten bir tek ev vardır.” (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 161)

9 | Alicenabane (Ar.): Büyüklere yakışır, yüksek bir tarzda, yüksek ahlaklı birine yakışır biçimde

      Bu iyi yürekli Mösyö Dick’i bu kadar alicenabane müdafaa etmesi bende halama karşı bir muhabbet ve benim için vereceği karar hakkında bir ümit uyandırdı. (Charles Dickens, “David Copperfield”, s. 83-84)

10 | Alil (Ar.): Hastalıklı, sakat

      Ben alilim Gülseren! Savaşa dinç, sağlam ve güzel çıkan genç tayyareci, bugün karşında duran soluk, zayıf, sakat, mütekait tayyareciden başka bir şey değildir. (Mükerrem Kâmil Su, “Sevgim ve Izdırabım”, s. 74)

11 | Aliyyülâlâ (Ar.): En güzel, en iyi, mükemmel

      Ben musikiyi çıldırasıya severim. Çalışlarıyla alakadar olarak muvaffakiyetlerine yardım ettim. Bu suretle birkaç parça çalındı: Ahenksiz birkaç türkü ile Mozart’ın küçük bir sonatı. Herif mükemmel çalıyordu. Aliyyülâlâ derecede bir tonu, şaşmayan ince bir zevkiselimi vardı. Bu ise onun seciyesine hiç de uygun bir şey değildi. (Lev Tolstoy, “Kreutzer Sonat”, s. 85)

12 | Alüfte (Far.):İffetsiz, oynak, cilveli

      Safo’nun alabildiğine sürüp gitmesini istediği düğün, belki o suretle ve daha haftalarca devam edecekti. Fakat kırk sekizinci gün, yeniçerilerle sipahiler arasında birkaç sarhoş ve bir alüfte yüzünden kavga çıktı, iki sipahi öldürüldü.(M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 236)

13 | Amel (Ar.): Yapılan iş, edim, fiil.

      Sen Virginie’yi kaybettin. Fakat onu sana kaybettiren şey ne paraya düşkünlüğün ne de bir ukalalığın oldu. Allah onu senin elinden aldı. Bir başkasının ihtirasını buna alet etti. Her şey Allah’tan. O, senin hakkında hayırlı olanı senden iyi bilir. Kendi amelimizin cezası olarak çektiğimiz üzüntü ve pişmanlıkları bu işte senin duyman için hiçbir sebep yoktur. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 102)

14 | Amelî (Ar.): Uygulamalı

      Bugün Cengiz’in eseri, o meşhur yasası tam metin hâlinde elde değildir. On beş on altı maddesi tarihlere geçebilmiştir. Fakat bu eksik parçada bile Cengiz’in ne kadar amelî düşündüğü ve sekiz on satır içine en büyük ihtiyaçların tatminine medar olacak hükümler koymakta nasıl muvaffakiyet gösterdiği görülür. (M. Turhan