Yasin Topaloğlu

1001 Kelime 1001 Hüzün


Скачать книгу

Hikâyeler”, s. 197)

83 | Ekseriya (Ar.): Genellikle

      Fakat aşk, tende can, çiçekte ıtır gibi sezilip de tarif olunamayan ilahi sırlardan, samedanî muammalardandı. Taalluk ettiği ruhu kemale ulaştırmakla beraber, o ruhun mahfazası olan bedeni ekseriya alil eder, zelil eder. İdrake, cila, kalbe-garip bir istiğna verdiği hâlde, ışığına layık gördüğü kimseleri hemen hemen daima, derbederliğe sürükler, sefil eder. Böyle her kudretten üstün bir kudreti kavramak hünerdi, din olarak tarif etmek marifetti. Bafa, işte bu hüneri ve bu marifeti de gösteriyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 99)

84 | Elem (Ar.): Acı, üzüntü, dert, keder

      Kara Mehmet, kendi bileğindeki kuvvetten bir parça koparıp da kadınların pamuk bileklerine aşılayamadığı için elem çekiyordu. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 95)

85 | Emel (Ar.): Gerçekleştirilmesi zamana bağlı istek

      Hayatı ve ölümü aynı şekilde korkunç bularak kâh dinsiz kâh hurafelere inanır bir şaşkınlık içinde yıllarca kalmış. Bu kadarı yetmiyormuş gibi hayatının sonlarında bundan daha müthiş azaplara düşmüş. Emellerinin hedefi elemlerinin kaynağı olmuş.(Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 109)

86 | Encam (Far.): Son, işin sonu

      Allah encamımızı hayretsin. Biz boşuna akan bir suya benziyoruz. Kaynağımıza bakan yok. Bu bakımsızlığın sonu çok kötüdür.(M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 87)

87 | Esatirî (Ar.): Mitolojik, efsanevi

      Taraskonluların indinde Cezayir, Afrika, Yunanistan, İran, Elcezire pek müphem, hemen esatirî bir memleket teşkil eder. Bu memlekete Törler yani Türkler ismini verirler. (Alphonse Daudet, “Taraskonlu Tartaren”, s. 42)

88 | Esbabımucibe (Ar.): Gerekçe

      Casus Lehli, uzun bir lahza düşündükten sonra imparatora esbabımucibeli bir hareket planı çizdi. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 276)

89 | Eşhas (Ar.): Kişiler, şahıslar

      Çoğu kırlardan ve kasabalardan uzak mahallerde yapılan bu kervansarayların her biri, nereden geldiği belirsiz birtakım eşhasın eline geçmişti. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 85)

90 | Etvar (Ar.): Tavırlar, hâller, davranışlar

      Kıyafetinin, kıyafeti gibi etvarınında son derece sadeliği, şüphe götürmeyen amirlik sıfatını, icabında mazur gösterebilirdi. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 35)

      f

91 | Fahur (Ar.):Çok övünen, çok böbürlenen

      Daracık sokaklardan -dünya güzelinin hayaline sarılarak- ferih ve fahur süzülüp geçiyordu. (M. Turhan Tan, “Cinci Hoca”, s. 196)

92 | Faikiyet(Ar.): Üstünlük, yükseklik

      Dikkat tamamıyla ve kati olarak lazım olmadığı için oyuncuların en çok zekâ ve en sürat intikal sahibi olanı bütün faikiyetleri elde eder. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 197)

93 | Faraziye (Ar.): Varsayım

      Şimdi bir şahıs bekliyorum ki bu kasaplığın faili olması ihtimali vardır. Bu adam irtikâp olunan cinayette kısmen methaldardır İhtimal ki cinayetin feci kısmında kısmen masumdur. Bu faraziyede aldanmadığımı ümit ederim. Çünkü muammanın hallini bu faraziye üzerine istinat ettiriyorum. (Edgar Allan Poe, “İşitilmedik Hikâyeler”, s. 216)

94 | Fariğ (Ar.): Vazgeçmiş, çekilmiş; sıkıntısız, rahat

      Bir taraftan kırlangıçlar havayı doldurur ve akşam olunca sağan denilen dağ kırlangıçlara keskin çığlıklarıyla birbirlerini kovalamaktan fariğ olurken yarasalar ortaya dökülür ve sıcak akşamların feyzi ile yeniden dirilmişe benzeyen bu acayip kuş sürüsü küçük çan kulelerinin etrafında gecelik dönmelerine başlarlardı. (Eugene Fromentin, “Dominique”, s. 49)

95 | Fasit (Ar.): Kötü, bozuk, ara bozucu, fesat çıkaran, müfsit

      Yaşayışta ve gösterişte biri öbüründen geri kalmayan zorbaların iş çıkarmak ve iş başarmak bahsinde Nakilci’ye tekaddüm hakkı vermeleri, ocak ustalarının fitne uyandıracakları zaman son sözü Nakilci’ye bırakmaları, saray ve Babıali ricalinin ocağa taalluk eden işlerde ilkin Nakilci’yi hatırlamaları da hep o fasit zekâdan ileri geliyordu. (M. Turhan Tan, “Devrilen Kazan”, s. 252)

96 | Fazilet (Ar.): Erdem

      Krallar, yüksek aileler, zümreler ve ahali hep kendilerine mahsus inanışlara ve ihtiraslara maliktirler. Çok kere onlara eğri yollardan hizmet etmek lazımdır. Allah ve insanlık ise bizden yalnız fazilet bekler. (Bernardin de Saint-Pierre, “Paul ile Virginie”, s. 76)

97 | Fecaat (Ar.): Çok acıklı, yürekler acısı durum

      Fakat Teodosya’nın Dimitri İştovan’ı örnek göstererek Türklerle yüz yüze gelmekteki fecaati izah etmesi üzerine şuur altına atılmış bütün o endişeler şaha kalkmış ve zavallı muhafızın hâli tamamıyla başkalaşmıştı. (M. Turhan Tan, “Krallar Avlayan Türk”, s. 177)

98 | Fecir (Ar.): Tan vakti, tan kızıllığı

      Fecirle beraber yedi arkadaş, bulundukları odadan çıkmışlardı. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 22)

99 | Feragat (Ar.): Hakkından kendi isteğiyle vazgeçme

      İşte nihayetsiz bir feragat içinde sessiz bir köşeye çekilerek gençliğimin en hararetli yıllarını beyaz bir sükûn içinde geçiriyorum. Bu yaşta, bu güzellikle böyle hayata arka çevrilir mi diyenlere ehemmiyet bile vermiyorum. (Mükerrem Kâmil Su, “Sevgim ve Izdırabım”, s. 68)

100 | Ferahfeza (Ar. + Far.): Ferah artıran, ferahlatan

      Hava temiz, sular latif, mevki de cidden ferahfeza olduğu için Kör Mahmut, burada bir müddet meks edilmesini babalığından rica etmişti. Oğulluğunun arzusunu kendi meramına muvafık gören Küçük Ahmet, on gün kadar Erciyes eteklerinde tevakkuf edilmesine emir vermişti. (M. Turhan Tan, “Cehennemden Selam”, s. 209)

101 | Ferih (Ar.): Çok sevinçli, neşeli

      Müttefik ordunun İskender Köprüsü’nden ferih ve fahur geçmesine meydan verdiği için azlolunan Kırım Hanı Selim Giray da bu meyanda yeniden hanlığa getirilmişti. (M. Turhan Tan, “Viyana Dönüşü”, s. 374)

102 | Fettan (Ar.):Fitneli, karıştırıcı, gönül ayartıcı, cilveli

      Evet, fettan kızın bütün o hiddetleri, şiddetleri -şehzadenin kendini son derece beğenmesinden istifade ederek- meşru bir izdivaç kabul ettirebilmek hülyasından ileri geliyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 93)

103 | Feveran (Ar.):Fışkırma, kaynama, birdenbire öfkelenme, köpürme, parlama

      Sultan Mehmet’te böyle bir merak yoktu. O, sade gazap hâlindeydi. Zira ayak divanında kendini sövülmüş, dövülmüş sayıyordu ve o gün bin zincirleme hakareti yapanlardan ikisini karşısında görür görmez -zebunküşlere yakışan bir feveran ile- mücessem gazap kesilmişti. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 362)

104 | Fevk (Ar.): Üst, yukarı

      Şu hâlde Bafa, devrin telakkileri fevkine çıkıyor, saray ananelerini tekmeliyor, ahlak kaidelerine tükürüyordu. (M. Turhan Tan, “Safiye Sultan”, s. 117)

105 | Fevkalbeşer (Ar.): İnsanüstü

      Yine ulcaştılar ve dualarını tekrar ettiler. Timur, Zühre yıldızını almak istediğini söylese aynı şeyi yapacaklardı ve hiçbir hayret eseri göstermeyeceklerdi. Çünkü onlar, o her biri Timur namına bir taht devirmiş ve bir ülke almış kahramanlar, efendilerinin fevkalbeşerliğine iman eden kimselerdi.(M. Turhan Tan, “Timurlenk”, s. 184)

106 | Fezahat (Ar.): Rezillik, ayıp, rüsvalık

      Lakin yeniçeriler, tıpkı mecrasından ayrılıp günde bir yatak değiştiren tabiat dışı bir nehir gibi devirici, yıkıcı bir coşkunluk içinde cinayetlerle,