ama kapımın ona açık olduğunu, onun da aynı şeyleri benim için düşündüğünü umduğumu söyledim. Aslında, Ursula’nın başka biriyle takıldığını düşünmemin de tüm bunlarda payı vardı. Olay düşündüğüm gibi değilmiş. Amcam, ondan özür dilemem gerektiğini söyledi ama bunu yapmak içimden gelmedi ve ben de ilişkiyi bitirdim. Tek neden bu değildi tabii.
“Büyükannem, Ursula ile birlikte olmamı istiyor ama ben istemiyorum ve olmayacağım da. Bazen yaşlı insanlar bağnazca düşünüyor. Bu, onların dediklerini yapacağım anlamına gelmiyor. Biliyorum ki benim onlara ihtiyacım olduğu kadar, onların da bana ihtiyacı var. Bundan sonra çarşamba akşamları bir işim yok çünkü ağaç oymacılığı kursuna artık gitmiyorum. Aslında bu, siyonist bir parti grubu. Büyükannem ve büyükbabam siyonist karşıtı oldukları için gitmemi istemiyorlar zaten. Ben de fanatik bir siyonist sayılmam. Sadece ilgimi çeken bir konu. Her neyse, son zamanlarda çok karışık şeyler döndüğü için oradan ayrılacağım. Yani, haftaya çarşamba oraya son gidişim olacak. Bu da çarşamba akşamı, cumartesi öğleden sonra ve akşam, pazar öğleden sonra, belki daha da uzun görüşebileceğimiz anlamına geliyor.”
“Ama büyükannen ve büyükbaban istemiyorsa onların arkasından iş çevirmen yanlış olmaz mı?”
“Aşkta ve savaşta her şey mübahtır.”
Bu arada, yürüye yürüye Blankevoort Kitabevinin önüne kadar geldik. Kitabevinin önünde iki çocuk ile birlikte Peter Schiff’i gördük. Uzun zamandan sonra bana selam verdi ve buna mutlu oldum.
Hello, pazartesi akşamı annem ve babamla tanışmak için bize geldi. Bir tane pasta, biraz da şeker almıştım. Yanında çay ve kurabiye de vardı. Hello da ben de öylece evde pineklemek istemedik ve yürüyüşe çıktık. Saat sekizi on geçeye kadar dışarıda dolandık. Eve geldiğimde babam çok sinirliydi çünkü zamanında eve gelmemiştim. Onlara, bundan böyle sekize on kala evde olacağıma söz vermek durumunda kaldım. Önümüzdeki cumartesi Helloların evine davetliyim.
Wilma’nın dediğine göre, Hello bir akşam onlara gitmiş. Wilma da ona “Ursula mı yoksa Anne mi daha çok hoşuna gidiyor?” diye sormuş.
Hello: “Bu seni alakadar etmez.” diye yanıtlamış.
Bunun üzerine, Hello gidene kadar hiç konuşmamışlar. Gitmeden önce de “Anne daha çok hoşuma gidiyor ama kimseye söyleme. Görüşürüz.” demiş ve vınnn! Oradan tüymüş.
Şu zamana kadar olan şeylerden anladığım kadarıyla, Hello’nun bana abayı yaktığını söyleyebilirim. Bu değişiklik bana iyi geldi. Eminim Margot, Hello’nun bana oldukça yakıştığını söylerdi. Ben de öyle düşünüyorum, belki de daha da fazlasıdır… Annem de onu övüp duruyor: “Ne hoş çocuk, hem de nazik.” Her yerde ondan bu kadar söz edilmesi hoşuma gidiyor. Tabii, kız arkadaşlarımın konuşması haricinde. Hello, kız arkadaşlarımı çocuksu buluyor ve bunda haklılık payı var. Jacque bana takılıp duruyor ama ben ona âşık değilim. Yani aşırı değil. Erkek arkadaşlarımın olması gayet normal. Kimse bunu takmaz zaten.
Annem sürekli büyüyünce kiminle evleneceğimi soruyor. Her iddiasına varım ki o kişinin Peter olduğu aklının ucundan dahi geçmiyordur çünkü hiç istifimi bozmadan Peter’ın bana göre olmadığına onu ikna ettim. Daha önce hiç kimseye duymadığım sevgiyi Peter’a karşı duyuyorum. Umarım başka kızlarla takılmasının sebebi, bana olan sevgisini gizlemeye çalışmasıdır. Belki de Hello ve benim birbirimize âşık olduğumuzu zannediyordur ki alakası yok. O benim için sadece bir arkadaş ya da annemin deyimiyle bir kavalye.
5 Temmuz 1942, Pazar
Sevgili Kitty,
Cuma günü, Yahudi Tiyatrosu’nda yapılan mezuniyet töreni beklediğimiz gibiydi. Karnem ortalama geldi. Bir tane D, bir tane de C- notum var; cebir sağ olsun. Geri kalan B+ ve B- dışında hep B. Ailem notlarımdan memnundu. Bizimkiler notlar konusunda diğer velilerden farklı çünkü notlarımın iyi ya da kötü gelmesini pek umursamıyorlar. Sağlıklı, mutlu olduğum ve her şeye karşılık vermediğim sürece gerisi önemli değil onlar için. Eğer bu üçü tamamsa her şey tamam demekti.
Ne var ki ben tam tersini düşünüyorum. Tembel bir öğrenci olmak istemiyorum. Yahudi Lisesine şartlı olarak kabul edildim. Montessori Okulu’na yedinci sınıfa kadar devam edeceğimi sanmıştım ama Yahudiler için çıkan kanunla okulu bırakmak zorunda kaldım. Bay Elte, Lies Goslar ve beni uzun uğraşlar sonucu bu okula kabul etti. Lies, geometri dersini tekrar almak zorunda kalacak ama sınıfı geçti.
Zavallı Lies. Evde ders çalışmak onun için o kadar zor ki… El bebek gül bebek büyütülen iki yaşındaki kız kardeşi, tüm gün Lies’in odasında oynuyor. Eğer Gabi, istediğini yapmazsa kardeşi deli gibi bağırıyor. Lies onunla ilgilenmediğinde ise bu sefer Bayan Goslar bağırmaya başlıyor. Demem o ki Lies zar zor ödevini yapabiliyor. Aldığı özel dersler de boşa gitmiş oluyor. Goslarlar bana biraz değişik geliyor. Bayan Goslar’ın annesi ve babası hemen yanlarında yaşıyorlar ama Lieslerde yemek yiyorlar. Evde bir yardımcı, bir bebek, dalgın bir baba olan Bay Goslar ve her zaman gergin ve uyuz bir anne olan Bayan Goslar var ki yine hamile! Aşırı sakar olan Lies, kendini bir kargaşanın içinde buluyor.
Ablam Margot da karnesini aldı.
Her zamanki gibi harika. Eğer bizim okulda “şeref derecesi” olmuş olsaydı, onur belgesiyle bitirirdi çünkü çok zeki.
Bu sıralar babam evde takılıyor. İş yerinde yapacağı bir şey yokmuş. Kendine ihtiyaç duyulmadığını bilmek kötü bir his olsa gerek. Bay Kleiman, Opekta şirketini; Bayan Kugler de 1941 senesinde kurulan, baharat ve yan sanayi şirketi olan Gies&Co.’yu devraldı.
Birkaç gün sonra çevredeki mahallelerde gezinirken babam saklanmaktan söz etti. Dünyanın geri kalanından kendimizi soyutlayarak yaşamamızın zorluklarından bahsetti. Ona, neden bu konuyu açtığını sordum.
“Anne” dedi. “Sen de biliyorsun ki giysilerimizi, yiyeceklerimizi, eşyalarımızı başkalarına veriyoruz. Eşyalarımızın daha fazla Almanların eline geçmesini istemiyoruz. Hele onların pençesine düşmeyi hiç istemiyoruz. Kendi isteğimizle gideceğiz ve onların bizi götürmesini beklemeyeceğiz.”
Beni ürperten ciddi tavrından sonra: “İyi de baba, ne zaman?” diye sordum.
“Sen şimdi bunu düşünme. Biz hallederiz. Hazır hâlâ yapabiliyorken hayatın tadını çıkar.” dedi.
Tüm konuşmamız bu kadardı. Lütfen bu hüzünlü konuşmalar gerçek olmasın.
Kapı çalıyor. Gelen Hello. Şimdilik benden bu kadar.
8 Temmuz 1942, Çarşamba
Sevgili Kitty,
Cuma sabahından bu yana sanki yıllar geçti. O kadar çok şey oldu ki… Sanki dünya başıma yıkıldı. Ama gördüğün gibi hâlâ hayattayım, Kitty. Babama göre bu da bir şey. Yaşıyorum yaşamasına da sakın nerede ve nasıl diye sorma. Şimdi sen muhtemelen bu söylediklerimden hiçbir şey anlamadın. Pazar öğleden sonra başıma gelenleri anlatarak başlıyorum.
Hello sonra tekrar uğramak için gittikten sonra, saat üçte kapı çaldı. Balkonda, güneşin alnında miskin miskin kitap okuduğum için kapıyı duymamışım. Bir süre sonra Margot, oldukça kaygılı bir şekilde mutfak kapısına geldi. “Babam… S.S.’lerden bir çağrı geldi!.. Annem, Bay van Daan’ı görmeye gitti.” dedi fısıldayarak. Bay van Daan, babamın iş arkadaşı ve dostudur.
Buz kesildim. Bu çağrının ne anlama geldiğini bilmeyen yoktur. Toplama kamplarının ve tek kişilik hücrelerin görüntüleri