anlatmaya değer bir şey bulamıyorum ki. Van Daanlar 13 Temmuz’da buraya taşındı. Biz onları Temmuz’un on dördünde bekliyorduk ama on üçünden on altısına kadar Almanlar sağda solda huzursuzluk çıkardıkları için, geç gitmektense erken gelmenin daha güvenli olduğuna karar vermişler.
Biz daha kahvaltımızı bitirmeden sabah dokuz buçukta Peter van Daan bize geldi. Peter on altı yaşında, utangaç, çok fazla arkadaşlık kuramayan değişik bir çocuk. Bay ve Bayan van Daan, Peter’dan yarım saat sonra geldi.
Şapka kutusunda bir lazımlık taşıyan Bayan van Daan bizi epey bir eğlendirdi. “Oturağım olmadan kendimi evimde gibi hissetmiyorum.” dedi. Sedirin altına konulan eşyalardan ilki, bu portatif lazımlık oldu. Onun haricinde, Bay van Daan koltuğunun altından katlanabilen bir çay sehpası çıkardı.
İlk kez toplu bir şekilde yemek yedik ve üçüncü günün sonunda yedi kişi, kocaman bir aileymişiz hissine kapıldık. Bizden bir hafta sonra gelen van Daanların, doğal olarak anlatacak çok şeyleri vardı. En çok da biz gittikten sonra evimize ve Bay Goldschmidt’e ne olduğunu merak ettik.
Bay van Daan: “Pazartesi sabahı saat dokuzda Bay Goldschmidt aradı ve müsait olup olmadığımı sordu. Hızla yanına gittiğimde Bay Goldschmidt’in endişeli olduğunu gördüm.” diye başladı sözlerine. “Frankların bıraktığı notu gösterdi. Yazılana göre, kedinin komşuya bırakılması uygun bulunmuş ki bence de doğru bir karar bu. Evinin aranması düşüncesi onu tedirgin etmişti. Biz de tüm odalara tek tek baktık. Masada kalan yemek artıklarını temizledik. Derken, birden Bayan Frank’ın masasına bıraktığı, üzerinde Maastricht adresi yazılı bir kâğıt gördüm. Notun bilerek bırakıldığını bilmeme karşın, sanki bilmiyormuş gibi şaşırmış numarası yaptım ve Bay Goldschmidt’e, bu kâğıdı yakması için ısrar ettim. Sizin orayı terk ettiğinizi bilmiyormuş gibi yapmaya devam ederken aklıma bir fikir geldi. ‘Bay Goldschmidt!’ dedim. ‘Düşündüm de galiba ben bu adresi biliyorum. Yaklaşık altı ay önce ofise hatırı sayılır, rütbeli biri gelmişti. Sanırım Bay Frank’ın çocukluk arkadaşıydı. Gerekli olduğu durumda Bay Frank için elinden geleni yapabileceği sözünü vermişti. Hatırladığım kadarıyla Maastricht’te ikamet ediyor. Bence bu kişi bir şekilde verdiği sözü yerine getirdi ve onları önce Belçika’ya, oradan da İsviçre’ye götürecek. Eğer Frankları ziyarete gelenler olursa bunları söylersiniz. Tabii, Maastricht’ten bahsetmenize gerek yok.’ Bunları söyledikten sonra oradan ayrıldım. Sizi tanıyan kişilere anlatılan hikâye bu. Pek çok kişiye bundan bahsedildiğini kendi kulaklarımla duydum.”
Bu hikâye eğlenceli olmasına eğlenceliydi ama biz en çok bizi tanıyan kişilerin buna inanmış olmasına güldük. Ailenin biri, sabahın erken saatlerinde bisikletlerimizle görmüş bizi güya. Bir kadın da gece yarısı askerî bir araca zorla bindirildiğimizden çok eminmiş.
21 Ağustos 1942, Cuma
Sevgili Kitty,
Gizlenme yerimiz, şimdi tam anlamıyla bir gizlenme yeri oldu çünkü Bay Kugler saklandığımız yerin girişine bir kitaplık koymanın daha iyi olacağını söyledi. Görünüşe göre, bisikletlere el koyma bahanesiyle çok fazla evi arıyorlarmış. Bu dolap yerinden kımıldatılabilir cinsten, açılabilen kapı işlevi görüyor. Bu kapıyı Bay Voskuijl’in marangoz ellerine bıraktık. Bizim gizlendiğimizi ona söylemişlerdi. O da sağ olsun bize yardım etmeye çalışıyor.
Aşağı inmek istediğimiz zaman önce başımızı eğmemiz, sonra da zıplamamız gerekiyor. Üç gün sonra atlaya zıplaya hepimizin kafası morardı. Hepsi de başını o alçak kısma çarpmış. Bunun üzerine Peter, başımızı çarptığımız kısma, içine pamuk koyduğu bir bez parçası çiviledi. İşe yaracak mı göreceğiz.
Çok ders çalışmıyorum. Eylül’e kadar kendime tatil verdim. Babam bana ders anlatmak istiyor ama önce yeni dönem kitaplarını almamız gerek.
Hayatımızdaki değişiklikler bir elin parmağını geçmiyor. Bugün Peter’ın saçını yıkadılar. Bu da pek önemliydi ya. Bay Daan ve ben sürekli atışıp duruyoruz. Annem bana çocukmuşum gibi davranıyor ama canıma yetti artık. Onun dışında her şey iyi görünüyor. Bana göre Peter hâlâ sevimli değil. Tüm gün yatakta pinekleyen, çekilmez bir çocuk. Yatağa geçmeden önce birkaç ahşap alıyor eline, bir şeyler yapıyor, sonra geri yatağa. Sersem şey!
Bu sabah annem her zamanki gibi öğütler verdi. Her şeyimiz birbirine o kadar zıt ki. Bir de babama bak. Babam çok yumuşak kalplidir. Bana sinirlense bile bu en fazla beş dakika sürer.
Dışarısı çok güzel ve sıcak. Tüm bu olan bitene rağmen, tavan arasındaki açılıp kapanan yatağa uzanıp havanın tadını çıkarmaya çalışıyoruz.
21 Eylül 1942 (Not)
Bay van Daan son zamanlarda şaşırtıcı derecede dostane davranıyor. Ben de bunun keyfini sürüyorum.
2 Eylül 1942, Çarşamba
Sevgili Kitty,
Bay ve Bayan van Daan çok kötü kavga etti. Daha önce hiç böyle bir şeye rastlamadım. Annemle babam birbirlerine hiç böyle bağırmazlar. Kavganın nedeni o kadar saçma ki anlatmaya değmez. Neyse, bize söz düşmez.
Arada kalan Peter için çok zor bir durum olsa gerek diyeceğim ama böyle hassas ve tembel bir çocuğu kimse ciddiye almaz zaten. Dün kendinden geçmiş bir şekilde endişeleniyordu. Sebebi de dilinin pembe olması gerekirken mavi olmasıydı. Bu tedirginliği kısa sürdü. Bugün de boynu tutulduğu için kocaman bir bereyle gezinip duruyor. Küçük bey bel ağrısından da yakınıyor. Kalbindeki, böbreklerindeki ve ciğerlerindeki ağrılardan bahsetmiyorum bile. Tam olarak hastalık hastası. (Doğru mu söyledim bilmiyorum. Galiba öyle deniyordu.)
Annem ve Bayan van Daan’ın araları da limoni. Bunun pek çok nedeni var aslında. Birkaç küçük örnek verebilirim. Bayan van Dan, ortak kullandığımız çamaşır dolabındaki her şeyi, kendi eşyaları hariç, çıkardı. Annemin eşyalarının herkes tarafından kullanılabileceğini düşünüyor. Annemin de aynı şeyleri onun için yaptığını görünce fena bir sürprizle karşılaşacak.
Ayrıca, kendi porselen takımımızı kullanmayıp onunkilerden yediğimiz için de çok kızgın. Tabaklarımıza ne yaptığımızı öğrenmeye çalışıyor. Düşündüğünden daha yakındalar. Onları çatı katındaki Opekta reklam kolilerinin arkasındaki kutulara koyduk. Biz burada gizlendiğimiz sürece o tabakları bulamaz. Bu da benim işime gelir çünkü çok sakarım. Dün Bayan van Daan’ın çorba kâselerinden birini kırmıştım mesela.
“Of!” diye bağırdı bunu görünce. “Daha dikkatli olamaz mısın? Bu son kâseydi.”
Unutmadan söyleyeyim, buradaki iki kadının Hollandacası öyle berbat ki… (Beylere bir şey diyemem yoksa onların onurunu kırmış olurum.) Eğer onların bu baştan savma konuşmalarını duysaydın gülmekten kırılırdın. Hatalarını düzeltmek de işe yaramıyor. Annem veya Bayan van Daan’dan bahsederken onların cümlelerini düzgün bir Hollandaca ile aktaracağım.
Sıradan giden hayatımız, geçen hafta ufak bir sekteye uğradı. Buna Peter ve kadınlar hakkında bir kitap neden oldu. Şöyle söyleyeyim, Margot ve Peter’ın, Bay Kleiman’ın verdiği kitapların neredeyse tümünü okumaya izinleri var. Ama büyüklerin okuyabileceği tarzdaki kitapları kendilerine ayırmışlar. Bu da Peter’a cazip geldi tabii. Acaba o kitapta okumamamız gereken neler vardı? Annesi aşağıda laflarken gizlice kitabı aldı ve ganimetini doğruca odaya götürdü. İki gün boyunca her şey normaldi. Bayan van Daan, onun ne iş karıştırdığını biliyordu ama annesine söylememişti.