Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

“Eninde sonunda edilecek değil mi?”

      Marie: “O hâlde sualinizi dahi, o telkin verildiği zaman sormak lazım gelmez mi efendim?”

      Pavlos: (kıza hoş görünmek suretiyle yaranmak için) “Evet, hak yine öğretmen cenaplarının elindedir. Bir kimseye henüz fikrinin ermediği şeyden sual edilemez. Mesela, bendeniz yirmi iki yirmi üç yaşında bulunduğum hâlde doksan yaşında ihtiyarların özel hâllerinden mesul olamam. Çünkü bu, tıpkı okumadığım bir ilimden mesul olmama benzer.”

      Lakırtı bu tarafa yöneldikten sonra, aradan biraz vakit dahi susmakla ve biraz da kaptan efendilerin evli olup olmadıklarına dair konuşmalarla geçti. Sonra yine Alfons’un başlamasıyla şu suretle bir lakırtı açıldı.

      Alfons: “Bana şu bahiste bir kanaat veremediniz gitti. Öyleyse bakalım, Marie Cenapları’na soralım ki bizzat kendisi verdiği sözden memnun mu kalmıştır?”

      Marie: “Ben böyle bir hitaba muhatap olabilecek zamanı da aşırdım. Artık elli yaşıma geldiğim hâlde…”

      Alfons: “A canım, vaktiyle diyorum, vaktiyle.”

      Marie: “Efendim, insan kısmı acayip bir hayvandır. Başka hayvanlar her hususta birbirlerine benzerlerse de insan böyle değildir. Fikrine her gün değil, her saat birbirine uymayan bin şey gelir. İşte bu sebepten, yani insanları aynı şekilde hareket ettirmek arzusundan dolayıdır ki kanunlar konulmuş ve her mesele belli kanunların hükümleri altına alınmıştır. Bu hâle göre bir rahibe için her şeyden evvel, bir kere söz vermek lazım. Söz verdikten sonra artık kendisine pişman olup olmadığı sual gerektirmeyip o konuda tabi olduğu kanunun kendisine ne derecede elverişli davrandığını düşünmek gerekir.”

      Pavlos: “Allah için bu cevap çok yerindedir. Pek haklıdır, bakınız ben de size şu ciheti söyleyeyim. Bazı delikanlılar dahi evliliğin, güya bazı mertebe külfetleri varmış diye evlenmek istemezler. Lakin bir aile saadetini düşününce mutlaka yürekleri yumuşar. Şu kadar var ki bunlar kendilerine yasak edilmediğinden pek canları isterse yine evlenebilirler. Eğer onlar dahi bir söz vermiş olsalar yürekleri yumuşadığı zaman dahi evlenememeleri lazım gelirdi. Rahibeler gibi.”

      Marie: “Bulunduğumuz mevkiye göre cemiyeti artık bu bahiste devam etmemeye davete yetkim vardır zannederim.”

      Pavlos: “Vardır efendim.”

      Alfons: “Biz bize değil miyiz ya?”

      Pavlos: “Hayır, pek de biz bize değiliz. İnşallah biz bize kalırsak o zaman enine boyuna bu bahiste devam ederiz.”

      Pavlos’un şu son lakırtısı üzerine Cuzella’nın yüzünde hafif değil, epeyce bir kırmızılık görüldü ise de yine derhâl geçti. Fakat o bahse de gerçekten nihayet verildi. Zaten yemeğin dahi sonlarına gelinmiş olmasıyla biraz da bahçe ve çiçeklere ve bahçede çiçekler içinde geçen ömrün lezzetine dair laflar edilerek sofradan kalkıldı.

      Yemekten kalkan misafirler Alfons’un odasına gittiklerinden Pavlos, Cuzella’nın yanına sokulup “Efendim gideceğimiz salona kadar zatınıza refakat edebilir miyim?” diye kolunu takdim etmekle kız dahi nezaket hasebiyle reddedemeyerek kolunu verdi. İkisi beraber salona vardılar.

      Diğer misafirlerin gecikmesine bakılırsa Alfons’un bunları lakırtıya tutarak meşgul ettiği anlaşıldı. Hatta sesleri dahi gelir, bu zannı doğrulardı. Dolayısıyla Pavlos şu fırsatı ganimet bilerek ne tavırda bulunmak lazımsa o tavrı alıp söze başladı.

      Pavlos: “Efendim Cuzella, kulunuz olmak için gösterdiğim arzu ve iştiyaka pederiniz müsaadede bulundu. Zatınızın dahi beni ret ve mahrum etmeyeceğine yüreğim emin olsun mu?”

      Sinyor Pavlos’un ifade tarzında görülen hem serbestlik hem yaltaklanma şaşılacak bir şey olmasıyla Cuzella şaşkınlık ve dalgınlığını derhâl defederek kim bilir nasıl bir cevaba hazırlanmış idiyse de Pavlos kızın cesaretini çehresinden anlayıp mintanının cebinden fındık kadar pırlanta taşlı bir yüzük çıkararak ve takdim ederek “Şimdilik dilediğim şey, bu naçiz nişanı kabul buyurmanızdır.” dedi. Derhâl dizleri üzerine çöküp tam bir yalvarış durumunda şunu da sözlerine ilave etti:

      Pavlos: “Şu yüksek alnınızda görülen merhamet ve iyilik belirtilerini, böyle benim gibi mahzun nazarlarıyla gören bir biçare, artık huzurunuzda iki diz üzerine çöken bir zavallıya merhamet ve iyiliğinizi esirgemeyeceğinizi ümit edebilir.”

      Cuzella’nın dirayet ve zarafeti biliniyor idiyse de bu gibi sevişmelerin usulüne ve ne şekilde geçtiğine vâkıf olmadığı için Pavlos gibi yalvarmak için rükûya varan bir kimseden iyiliğini esirgeyeceği zaman birkaç adım geriye çekilmek lazım olduğunu bilemeyip güya misafir hakkında hürmet ve riayeti tamamıyla ifa etmiş olmak için herifin kolundan tutup bin estağfurullahlar ile kaldırdı. Bu hâl, ricanın kabulüne delil oluyordu. Dolayısıyla Pavlos kalkınca büyük bir teşekkürlerle kıza yine yüzüğü takdime çalışıp kız dahi kendi eski düşüncesine uygun olarak reddetmeye hazırlanırken öte tarafta misafirlerin gelişi üzerine yüzük yine Pavlos’un elinde kaldı.

      Alfons, Marie ve kaptanlar odaya girdikleri zaman Cuzella’ya layığıyla dikkat etmiş olsaydılar kendisini kıpkırmızı değil belki mosmor bulurlardı. Bu dikkate yalnız Marie muvaffak olup ihtimal ki babası dahi dikkat etmemiş idiyse de hiç aldırmamış ve o hâlde kızın yanına yalnız öğretmeni Marie sokulmuştu.

      Fakat Marie orada, o saat, kıza hâl ve hatır sormayı imkânsız gördüğünden erkeklerin gürültülüce söze başlamalarını fırsat bilip Cuzella’yı kolundan çekerek dışarıya aldı ve kendi odasına götürdü. Orada aralarında şu görüşme cereyan etti.

      Marie: “Size ne oldu Cuzella?”

      Cuzella: “Hiç!”

      Marie: “Hiç değil, bir şey oldu. Aynaya bakmış olsaydınız bu inkârı edemezdiniz.”

      Cuzella: “Sinyor Pavlos evlilik teklif etti.”

      Marie: “Siz ne cevap verdiniz?”

      Cuzella: “Reddettim.”

      Marie: “Niçin reddettiniz ya?.. O, zengin bir adammış. Terbiyesi, irfanı ve güzelliği de meydanda.”

      Cuzella: “Siz de mi üstüme varacaksınız?”

      Marie: “Muradım o değil. Eğer kocaya varacak iseniz başka bir sevdiğiniz de yok ise buna varsanız diyorum. Yoksa beğenmediğiniz bir hâli mi var? Saklamayınız benden sırrınızı.”

      Cuzella: “Sırrımı sizden saklarsam kime söylerim? Evet, yüzünü beğenmiyorum. Şeytan yüzlü bir herif!”

      Marie: “Acayip.”

      Cuzella: “Evet, şeytan yüzlü bir herif! Bakınız size bir resim göstereyim de Pavlos’un yüzünü onunla karşılaştırınız.”

      Cuzella, üst kattaki kütüphanesine çıkıp bir yağlı boyalı küçük resim çerçevesini getirdi, öğretmeninin eline verdi.

      Marie: “Hay, bu resmi görmüştüm ya? Hani ya şu mektepli.”

      Cuzella: “Evet, görmüştünüz. Şimdi bu resimdeki yüzde görülen melekliğe bakınız, bir de Pavlos’un suratına bakınız.”

      Marie: “Aman a kızım, bu bir ressamın kaleminden çıkmış resimdir. Ressam bu çehreye istediği güzelliği verebilir.”

      Cuzella: “Öyledir! Lakin buna yakın yüzler yok mudur? Böyle olamaz mı?”

      Marie: “Olabilir ya.”

      Cuzella: “İşte, ben böyle melek-sima yüz isterim. Yoksa ben babam gibi açgözlü değilim ki paraya, zenginliğe tamah edeyim.”

      Kızın