Ахмет Мидхат

Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar


Скачать книгу

yine eski namuslu hâli ve kocasına olan sevgisi geri gelirdi.

      Altıncı Bölüm

      Madam İlia’nın kim olduğu, gerek kaptanların ve gerek güverte zabiti Trillo’nun malumu olduğu gibi kadının ne gibi bir emel ve mecburiyet üzerine gemiye gelmiş olduğu dahi birinci kaptanın dönüş gecesi Hasan Mellah ile beraber bulunmuş olmasıyla arkadaşlarına anlattıklarından anlaşılmıştı. Ancak bunların malumatı her hâlde kendilerince bir şey olup hiçbirisi o konuda kadına bir tek söz söylememişlerdi. Madam İlia’ya gelince; gerçi kendi hâlinin herkese malum olduğunu o dahi biliyordu. Ancak hâlini bahis konusu yapmakta hiçbir fayda ümit etmediği cihetle derin derdinden hiçbirisine şikâyette etmezdi.

      Birinci kaptan Maltalı olup elli beş yaşını geçmiş kır saçlı bir adam ve ikinci kaptan da yine bu yaşta bir İspanyol idi ki her ikisi de âlemin oldukça sıcağını da soğuğunu da görmüş bulunduklarından Madam İlia’nın hâline gerçekten acıyorlardı. Güverte zabiti Trillo otuz beş kırk yaşında bir İtalyan idi. Madam İlia’nın felaketli hâli acınmayacak bir şey olmadığı cihetle, Trillo dahi acıyordu. Ancak bekâr ve biraz da değil, pek de hovarda-meşrep olduğundan kadın hakkında zihnine hücum eden şeytanları bir türlü yenemiyordu.

      Verdiğimiz şu kısa malumattan dahi anlaşılabilir ki Madam İlia’nın her hâl ve hareketine cümleden ziyade dikkat eden yalnız güverte zabiti Trillo idi. Hatta o kadar dikkat ediyordu ki birkaç günden beri madama arız olan perişanlığın bile farkına vardı. Bunun üzerine bir gün geminin kıç tarafında madamın yanına sokulup dereden tepeden söz açtıktan ve Hasan Mellah’ın artık Paris’e varmış ve belki dönüşü dahi yaklaşmış olacağından bahsettikten sonra sözü şu surete döktü:

      Trillo: “Keşke çorbacımız sizi de götürseydi.”

      Madam: “Niçin?”

      Trillo: “Görüyorum ki burada canınız sıkılıyor.”

      Madam: “Hayır, sıkıldığı yoktur. Himmetiniz sayesinde pek rahatım.”

      Trillo: “Hele bir iki gündür hâlinizin perişanlığı açıkça görülmektedir.”

      Madam: (göğüs geçirerek) “Benim hâlim daima perişandır efendim. Benim gibi bir felaketzedenin hâlinde perişanlıktan başka ne olur?”

      Trillo: “Evet, derdinizi biliyorum. Gerçi siz hâlde bulunan bir kadına teselli vermek lazımsa da vereceğim tesellinin bir faydası olup olmadığında şüphem vardır.”

      Madam: “Sizin bana fiilen gösterdiğiniz insaniyetten büyük, benim için teselli mi olur?”

      Trillo: “Olur efendim, olur. Sizin için teselli de olur. Ama işittiğime göre…”

      Madam: (dikkati artarak) “Ee, işittiğinize göre?”

      Trillo: “Hiç!”

      Herifin son lafı üzerine madamın merakını arttıran şey, şayet onun dahi kocası İlia’dan bir malumat almış bulunması ihtimali olmakla, ne işittiğini mutlaka söylemesi hakkında gösterdiği ısrar üzerine Trillo şu cihetten bir söz açtı:

      Trillo: “Efendim, ben biraz serbestçe adam olduğumdan korkarım ki laflarım canınızı sıkar.”

      Madam: “Serbest adamın lafları, en doğru laflar demek değil midir?”

      Trillo: “Bendenizce öyledir.”

      Madam: “Öyleyse niçin canımı sıksın?”

      Trillo: “Siz kaybolan kocanızı aramaya çıktınız, değil mi?”

      Madam: “Ah, evet, öyle!”

      Trillo: “Buna bir şey diyemem. Aramaya çıkabilirsiniz. Yalnız size şunu sorarım ki karıya kocasını aramak mı düşer, yoksa kocaya karısını aramak mı?”

      Madam: “Güzel söylüyorsunuz ama kocam beni arayamamakta mazurdur.”

      Trillo: “Bu konuda sizi tasdik edemeyeceğimden dolayı affınızı rica ederim. Çünkü kocanız sizi başı korkusundan aramıyor, öyle değil mi?”

      Madam: “Evet!”

      Trillo: “Demek oluyor ki sizi kendi canı kadar sevmiyor. Kendi canını sizden daha ziyade seviyor. Hâlbuki gördüğüme kalırsa siz kocanızı kendi canınızdan ziyade seviyorsunuz. Çünkü…”

      Madam: “Ah, ona şüphe mi ister?”

      Trillo: “İşte demek oluyor ki muhabbette, fedakârlıkta israf ediyorsunuz. Ben kadın olsam hiç bu israfta bulunmazdım.”

      Madam: “Acayip!”

      Trillo: “Gördünüz mü efendim serbest adamın doğru lafları canınızı sıkmazsa bile hayretinize sebep oluyor. Fakat zararı yok. Bendeniz yine fikrimi serbestçe söylemekten geri durmam. Size şunu sorarım ki bir adam için karısı mı daha sevgilidir, yoksa anası, babası, kardeşleri mi?”

      Madam: “Bana soruyorsanız karısı derim.”

      Trillo: “Hayır efendim. Bir kere validenizi, kardeşlerinizi hatırınıza getiriniz de öyle söyleyiniz.”

      Madam: “Ah, hepsi sevilir, hepsi!”

      Trillo: “Hepsi değil, elbette ana baba daha ziyade sevilir. Zira âlemde gönül her kimi severse onunla eş olabilir. Fakat ana, baba, kardeş olamaz.”

      Madam: “Ee, sanki ne demek istiyorsunuz?”

      Trillo: “Şunu demek istiyorum ki kocanız anası, babası, bir de kız kardeşini öldürmüş olduğu hâlde…”

      Madam: “Ah, namus uğruna öldürdü, namus uğruna.”

      Trillo: “Öyle olsun. Lakin o namus dediğiniz zanlar nevinden değil midir?”

      Madam: (yüreği çarparak) “Estağfurullah!”

      Trillo: “Siz yine fikrinizde sabit olunuz efendim. Ben size fikrinizden dönünüz demiyorum. Namusun zanlar nevinden bir şey olduğunu, her kime olsa o kadar kolay ispat ederim ki şaşarsınız. Kocanız evvela pederini, validesini, kız kardeşini namuslu zannetmişti. Sonra namussuzluğu seçiyorlar zannederek ve bu zan evvelki zanna galebe ederek, o suretle üç katli birden göze aldırdı, değil mi? Hem ana, baba, kız kardeş olarak üç!”

      Madam: “Evet ama!..”

      Trillo: “Biraz müsaade buyurunuz. Sonraki zannın evvelki zanna galebe ettiğini kabul ettiniz. Biraz orada sabit kalınız. Bu hâlde evvelki zan dediğimiz şey namus değil midir? Öyleyse namus zanlar nevinden sayılmaz mı?”

      Biçare Madam İlia, Trillo habisinden işittiği bu sözleri ömrü müddetince kimseden işitmemiş olduğu için zihnine birdenbire durgunluk geldi. Bir iki dakika kadar düşünceler denizinin içinde yuvarlandı kaldı. Sonra şiddetli bir ah ederek yine Trillo’ya dönüp konuşmasını beklediğini sezdiren bir tavır takındı.

      Trillo: “Hoş, bilgili bir kadın olduğunuza göre, bu incelikleri sizin de tetkik etmiş olduğunuzdan şüphem yoktur. Şimdi ise sadece mahzun gönlünüzü teselli için demek isterim ki bir kadının kocasına ve bir kocanın karısına sevgi göstermesi gerekir. Hem bu sevgi mukaddestir bile. Hatta bu yolda sizin gösterdiğiniz kadar ve belki de daha ziyade fedakârlık bile gösterip can vermeli de evliliğin namusuna zarar getirmemeli. Lakin sevginin, fedakârlığın bu derecesi iki taraflı olması lazım değil, âdeta şart ve farzdır. Hatta bu her ikisi için de hem şart hem de farzdır. Eğer kocanız, Allah korusun, prangada veya zindanda bulunsa ne kadar üzülür ve ne kadar matem tutarsanız yeridir. Ancak şimdi siz bir koca için matem tutuyorsunuz ki kaçaktır ve sizi aramaya erkeklik kuvveti mutlaka kâfi iken siz karılık zaafıyla onu arıyorsunuz. Onun sizi terk edip gitmesi başı korkusundan, sizin onu aramak için bunca zahmeti göze aldırmanız