Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hayattan Sayfalar


Скачать книгу

vakitler olur.

      Hacer’in en büyük sanatkârlıklarından biri de cenaze peşinde gösterdiği aldatıcılık ve ikiyüzlülükteki ustalığıdır. Bu ehemmiyetli, bu ağır, bu dindarca rolü oynamak için gerçek bir tiyatro artisti sanatkârlığı ile yüzünü ve kıyafetini değiştirir. Koynunda taşıdığı yeşil bir başörtüsü vardır. Onu sıkı sıkıya örtünür. Kahvecinin yanında emanet olarak su dolu bir testi ile bir de asa bulundurur. Testiyi bir eline, değneğini ötekine alır. O eski badanalı kale kapısı yosması şimdi tamamıyla cennetlik muhterem bir banu hâlini alır, cenaze cemaatine karışır, ahların, ufların, yanık yanık göğüs geçirişlerin binini bir paraya… salıverir.

      Sakat, eğri büğrü, sarsak sursak bir yürüyüşle cenaze sahibine sokulur. Tabutun şeklinden ölünün kim olduğu hakkında edineceği fikre göre söylenecek Hacer’in ezberinde birkaç çeşit nutuk vardır. Yerine göre uygun olanı hangisiyse işe ondan başlar:

      “Ah ah ölümlü dünya… Bu kara toprak neler yutuyor… Ah, ne denir? Rabb’imin iradesi… Fakat dayanılıyor mu? Pırıl pırıl gelinlik duvağıyla geçen sene bir civan kız da ben gömdüm. Ah Afife’m yavrum ah!.. (ağlayarak) Yüreciğimin başı hâlâ çıra gibi yanıyor… Bana derin hocalar, kürsü şeyhleri söylediler… Kadın, kızın şehidedir… O, ölmedi, cennet bahçesine uçtu… Ağlama, dövünme… Bu sabrın ecri büyüktür. Yarın ahrette ulu makamlara nail olursun… Dişini sık, dediler. Sıktım… Sıktım… Bittim… Tanrı Taala Hazretleri’nin emir ve iradesine boyun büktük… Ah… Geçinme dünyası… Gaflet dünyası bu… Ölenle ölünmüyor. Üst istiyor, baş istiyor. Bu kör boğaz yiyecek istiyor… Helalühoş olsun, yüksündüğüm için söylemiyorum, yavrucağım payapay iki sene döşeklerde yattı. Dostlar başından ırak, inim inim inledi. Elimizdekini avcumuzdakini hekime, hocaya, ilaca verdik. ‘Çıkmadık canda ümit vardır.’ derler. Kurtarmak için elimizden ne gelirse yaptık, ne altımızda kaldı ne üstümüzde. Fülus-u ahmere muhtaç olduk. Bu yaşımda işte böyle mezarlık sakası oldum. Hem ölen için yan hem diri kalanları beslemeye uğraş. Vakitler değişti, kibar azaldı, dilenci çoğaldı, imanlar zayıfladı. Yürekler katılaştı. İki gözüm Rabb’im sen encamımızı hayreyle. Biz de vaktiyle gün gördük. Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Fukarayı sabirîndenim, ağzım var dilim yok… Kimselere ağzımı açamam… Haşa şikâyet değil… Yüz bin kere şükürler olsun Rabb’ime, sen beterinden sakla… Ya şefaatçiler şefaatçisi! Ekremülekremîn! Ulu Tanrı’m! (ağlayarak) Hasret ödüyle cayır cayır yüreği yanan şu cenaze sahibi efendi kulunun kalbine hazine-i kereminden sen sabır ve metanet ihsan eyle. Ah! Ah! Hâlden bilirim, ne ateştir o!.. Can dayanamaz… Bin yan, bin tutuş… Faydası var mı? Ecele çare olur mu? Hep o yolun yolcusuyuz… Nöbetimiz gelip de çağrıldığımız zaman, hep gideceğiz. Bugün ona ise yarın sana, bana… Akıbetimizi bilip de birbirimizle hoş geçinsek… Bir lokma ekmek için nedir bu dırdır?.. Nedir bu kavga? Varlığı olanlar, olmayanlara bakıverseler, görüp gözetseler ne olur? Fukarayı arayıp soran yok. Haftalar geçiyor da bir göğsü imanlısına, kalbi merhametlisine rastlayamıyoruz. Ara sıra öyle efendilere rast gelirim ki sımsıkı kürkünü giymiş, boyun atkısını sarmış, eldivenlerini geçirmiş, tatlısıylan ekşisiylen fıstık gibi tımtıkız karnını doyurmuş. Çehresinden kan damlıyor şöyle… Ah… Ah… Yediği helal mi, haram mı? Kim bilir… Günahı boynuna orası yalnız Rabb’ime malum… Kaloşlarının burnuna basarak bir eda ile önümden seke seke geçerken yanılıp da on para istesem para yerine bin nasihat vermeye başlar. ‘Karı karı! Böyle sokak ortalarına oturup da züllü suali1 irtikâp edeceğine hizmetçiliğe git. Bak izbandut gibisin, elin ayağın tutuyor…’ Bin türlü hakaretle akıl öğretmeye girişir… Vaktiyle hizmetçiliğe de gittim. Ne iştir onu da bilirim. Genç bulunmalı, kapı aralarında beylere, efendilere kendini okşatmalı, aşk ve sevdaya fıkır fıkır dayanıklı olmalı. Artık benim hâlim kaldı mı? Bu yaşta sen şaşırtma Rabb’im… Helal süt emmek yine başkadır… Ah ben yaşta ne zengin karıları var… Hiç kimseyi bulamasalar saka ile bekçi ile türlü rezalet… Beni büyük söyletme Tanrı’m… Estağfurullah yüz bin kere tövbe ya Rabbi… Bakınız şeytan yine aklıma neler getiriyor… Bana neler söyletiyor… Kırk yıl günahkâr, bir gün tövbekâr… Rabb’im gafururrahimdir, şu tabutta giden genç kadının Allah taksiratını affetsin. Kabirde sual ve cevabını âsân eylesin.2 Akraba ve taallukatına uzun sabırlar versin. Ah ne mutlu!.. Ne mutlu!.. Şimdiki zamanda ölenlere acımamalı, biz yaşayıp da sanki ne görüyoruz? O borcunu eda edip kurtulmuş… Haset etmeli, haset… A zavallı biz ne yapacağız? Azrail Aleyhisselam başımıza çökerek gözlerimiz tavana dikildikte… Sen imanımızı yoldaş eyle… Yarın kıyamet gününde nefsike nefsi oldukta bütün ümmeti Muhammed’le birlikte sen bu günahkâr, bu asi kadın Hacer kulunu da şefaatinden mahrum bırakma!..”

      Ağlamaya başlar. Bazı kısımlarını cahil mahalle mektebi hocalarından çoğunu düzgünlüğüne imrendirecek bir ustalıkla söylediği bu dua çok kere istenen tesiri gösterir, Hacer öteki dilencilerin pek üstünde sadakalar elde eder.

      III

      Bugün Hacer yeşil örtüsü boynunda, su dolu testisi bir tarafında, asası öteki yanında, aleste cenaze bekliyordu fakat kendi söylediğine göre bir “zuhurat” olmadı. Öteki müşterilerin onluğa1 içtiği kahveyi o, beşliğe2 içerdi. Bir okkalı fincan daha ısmarladı. Kahveci ile pek teklifsizdiler. Hacer, duvarda kendinin birikmiş kahve borçlarını gösteren tebeşir çizgilerine bakarak “Ali…” dedi. “Borcum çoğalmış. Fakat havalar böyle iyi gidip de buradan tabut geçmezse galiba açlıktan birer birer hep öleceğiz… Taş kızgınlığı bir, yaprak dökümü iki, kanunlarla3 mart üç… İşte mortocuların yüzlerini güldüren üç mevsim…”

      “Kederlenme, Allah’tan ümit kesilmez. İşte şimdi bir kısmet gönderir.”

      “Şimdi mayıstayız; bu seneyi atlatan ‘hırtlamba’ların kabir duaları gelecek seneye kalır… Beş sene önce bir paçavra hastalığı yayıldı, gelin arabaları gibi tabutlar buradan bir bir arkasına geçerdi. Hangisine gideceğimizi şaşırırdık.”

      “Bak… Bak işte bir tane geliyor.”

      Dikkatle bakarak:

      “Fukara cenazesi… Baksana üstüne kirli bir yatak çarşafı örtmüşler… Kalıpsız yağlı bir fes… Cemaat dört hamal… Besbelli merhumun arkadaşları… Ayakkabına acımazsan arkasından git… Tabutun altına bir girdin mi soluğu ta çukurun başında alırsın. Kimse kol değiştirmez.”

      “Bir defa başıma geldi, Çemberlitaş’tan ta Topkapı’ya kadar… Ama ecri çoktur derler.”

      “Ahret için ecir lazımsa dünya için de para. Ecirle karın doymuyor. Dikkat ediyor musun Ali, kaç gündür buradan sade hammal çammal ölüsü geçiyor. Benim oğlan Hidayet gazetede okumuş. Frenkler kuduza, vereme, suskaya, selamün kavlene hep çare bulmuşlar… Bir kere aşılanıyormuşsun. Artık ölüm yokmuş… Ama kâfirler kim bilir kaç liraya aşılıyorlar?.. Pek pahalı olmalı… Bugünlerde kibar ölülerinin azalmasına sebep işte ben bunu buluyorum… Rahmetli babacığımın zamanında o kelli felli, valde şallı, buhurdanlı, tekbirli, tehlilli kibar cenazeleri şimdi nerede? Kabir başında aşırıcılara, duagulara1 mecidiye, en aşağı çeyrek dağıtırlardı. Şimdi birer onluk veriyorlar. Bir onlukla olacak hayır ne ölüye yarar ne diriye. İnsanın avcunun ortasına öyle nal gibi mecidiyeyi yapıştırdıkları zaman insan