Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hazan Bülbülü


Скачать книгу

takatten kalır. Onlara işlerini yaptırmak için ilaçlar, yardımcılar lazım gelir. Eskiden haz veren şeyler artık âdeta birer zahmet, birer yorgunluk, birer hastalık şeklini alır, iştahı açmaya uğraşmalı, sonra yediğini sindirmeye çabalamalı, uyumaya çalışmalı, hayat mücadelesinin en korkuncu gençlikte değil asıl işte ihtiyarlıkta başlıyor.

      AYŞE KADIN: Ne diyor? Ne diyor?

      ANİKA: Ne diyorsa diyor! Efendinizin her dediğini anlamaya uğraşmak sizin için ayıp değil mi?

      SELİME: Ay yellosun çalımına bak! Deminden efendi ne diyor diye o bize soruyordu. O sorarsa olmuyor da biz sorarsak ayıp oluyor. O nedir öyle İcadiye tepesi gibi saçlarını kabartmışsın… Daha dün geldin, bu evde hanım olmaya kalktın. Gönlünden neler geçiriyorsun bilmem ki?..

      ANİKA: Ne geçireceğim? Hiç… Allah kuru iftiradan saklasın.

      SELİME: Aman mıymıntı! Sen onu eski pabuçlarıma anlat! Senin gönlünden esen rüzgârı ben çoktan keşfettim.

      ANİKA: Ben de senin kalbinde patlayan borayı çoktan anladım. Hepsini biliyorum.

      SELİME: (Anika’ya doğru yaklaşarak) Ne biliyorsun? Söyle bakalım.

      ANİKA: Efendiye varmak istiyorsun.

      SELİME: Hah hah hay!.. O senin gönlündeki ayol… “Âlemi nasıl bilirsin, kendin gibi.” demişler. Kokona hanım gönlümdeki şu sırrı nasıl anladın, bakalım?

      ANİKA: Nuruosmaniye’deki hocalara gidip büyü yaptırttığından…

      SELİME: (haykırarak) Kuru iftira diye işte buna derler!

      ANİKA: İftira mı? Üfürükçülere yazdırttığın o kâğıt parçalarını ıslatıp ıslatıp suyunu hasta adamcağıza içirmedin mi? Bu yazılı parçacıkları pencereden bahçeye attığın zaman ben gidip birer birer topladım. İşte hâlâ para çantamın içinde duruyor. (cebinden çantasını çıkarıp bir kâğıt parçası göstererek) İşte işte daha bazılarının yazıları bütün bütün silinmemiş.

      SELİME: (bozularak) Ya! Acayip! Demek bu evin içinde seni casus tayin etmişler… Herkesin peşinden gezip ne yaptığını araştır demişler. Sen eski zamanki zaptiye nazırlarının konaklarında hizmetçilik ettin miydi? Ama emin ol ki acemi şaşkın bir casussun. Efendiye içirdiğim o kâğıtlı sular hastalığından şifa bulması içindi.

      ANİKA: Efendinin haberi olaydı o suları içer miydi bakalım?

      SELİME: Orası senin ne vazifen?

      ANİKA: Niçin? Ben o efendinin ekmeğini yiyorum, parasını alıyorum, sayesinde yaşıyorum.

      AYŞE KADIN: (karşıdan) Aman ya Rabbi, evin içinde neler oluyormuş da benim haberim yok! Hiç hasta adama nasıl mürekkeple yazıldığı belli olmayan kâğıtların suyu içirilir mi? Tevekkeli değil geçen akşam zavallı adamcağız öğüre öğüre bir oldu.

      SELİME: (öfke ile Ayşe Kadın’a dönerek) Hele sen sus Ayşe! Senin de ne mal olduğunu herkesten âlâ bilirim! Büyücülere yazdırtıp da efendinin gecelik takkesinin tepe kapağının iki katı arasına diktiğin ufacık muşambalı muskayı oradan ben kendi elimle söküp çıkardım. Muradının ne olduğunu biliyorum. Ayşe, efendiye varmak istiyorsun ama böyle yedi bin kuruş aylıklı, hatırlı, şanlı, kelli felli bir efendiyi sana kolayca kaptırmazlar!

      AYŞE KADIN: Bana kaptırmazlarsa sana hiç yutturmazlar, avcunu yala!..

      SELİME: Ayşe sus! Ben senin daha çok ipliğini pazara çıkarırım. Ben şu kokona hanımın meramını anlamak istiyorum. Hoş onunki de bizimkinden başka türlü değil… Değil ama o bizden daha kurnazca davranıyor. Suda ezdiğim kâğıtları Nuruosmaniye’deki hocalardan aldığımı nereden biliyor? Demek oralara kendi de gidiyor.

      ANİKA: Ben öyle büyü müyü bilmem, efendinin canı kimi isterse onu alır.

      SELİME: Ya öyledir de bizim arkamızı neye kolluyorsun? Ne yaptığımızı ne gözetliyorsun?

      ANİKA: Dedim ya efendinin ekmeğini yiyorum. Zavallı ihtiyara bir fenalık yapmayınız diye dikkat ediyorum.

      SELİME: Kız biz efendiye ne fenalık ederiz? Musibetin zoruna bak…

      ANİKA: Her türlüsünü…

      SELİME: Anika… Anika… Otur oturduğun yerde! Ben iki elimi adamın ağzına sokarsam şöyle pas gibi ayırıveririm! Anladın mı? Lakırtını bil de söyle!

      ANİKA: Yavaş gel kuzum! Benim ağzım eski salaşpur değil.

      AYŞE KADIN: Şuna soralım bakalım: Bizim efendiye yapacağımız fenalık ne imiş?

      ANİKA: Ne yapacağınızı kalbiniz biliyor ya! Bana ne soracaksınız?

      AYŞE KADIN: Haçının, putunun başı için söyle, ne yapacakmışız? Bunu anlayamazsam bundan sonra ben meraktan bir yerde duramam…

      ANİKA: Zaten sizin içinize felfelek taşı kaçmış… Bir yerde durup oturabiliyor musunuz? Siz bu ihtiyar efendinin ak sakalını, buruşuk yüzünü sevmiyorsunuz ya? Sizin istediğiniz başka…

      AYŞE KADIN: Ne imiş? Çabuk söyle bakalım… Malını mı seviyoruz? Parasını mı çalacağız?

      ANİKA: Efendi öldüğü zaman evli bulunursa karısına üç bin kuruş aylık bağlanacakmış… Bunu geçen gün hesaplıyordunuz. Efendiye varınız. O da çabuk taklağı atsın, paralara konunuz. İşte maksat bu…

      SELİME: Aman ben de bir lakırtı söyleyecek sandım! Böyle kuru dırıltılarla efendiyi elimizden kapamazsın. Yağma yok! Bu kelepiri sana yutturmayız!

      REFİ EFENDİ: (başını yastıktan kaldırarak) Evet yaş ilerleyince hayatın her şekli değişiyor. Yemeğin çeşidi, ne kadar olacağı, uykunun zamanı, eğlencenin çeşidi değişiyor, eşin çeşnisi bozuluyor. Kısacası her şeyin gidişatı başka şekil alıyor. Bedenin çıkardığı bazı lüzumlu şeyler azalıyor. İdrar gibi lüzumsuzları çoğalıyor. Evet, yaşamanın en büyük zevklerinden sayılan bazıları da hemen hemen sıfıra iniyor. (durma, öksürük.)

      SELİME: Durunuz, durunuz! Efendi uyandı. Yine söyleniyor.

Birbirini iterek üçü birden kulaklarını kapıya yapıştırırlar

      AYŞE KADIN: Efendinin ördeği nerede?

      SELİME: Karyolasının altında… Ne yapacaksın?

      AYŞE KADIN: İdrarım çoğaldı diyor da… (Anika’yı iterek) Maksadın efendiye varmak değil de ya niçin böyle sakız gibi kapıya yapışıyorsun? Çekil biraz da biz dinleyelim.

      REFİ EFENDİ: İşte bu mahrumiyet beni bitiriyor. En çok dokunanı da bu… Horoz ölür de gözü çöplükte kalırmış derler. Bu dünyada güzel kadına doyamadım. Galiba doyamadan da gideceğim.

Öksürük

      SELİME: Ne dedi? Anladınız mı?

      AYŞE KADIN: Güzel kadın dedi. Benim için söylüyor galiba!..

      SELİME: Hah hah hay, aç tavuk kendisini arpa ambarında zannedermiş!

      AYŞE KADIN: (kapıdan kulağını çekip Selime’ye alaylı bir temenna ederek) Allah ömrünüze bin bereket versin. Güzel kadın diye benim için değil, senin için söylüyor yosmam… Efendiye kendimi beğendireceğim diye suratını paskala çevirmişsin. Hiç senin gibi bir güzel dururken efendi beni beğenir mi?

      SELİME: Ay… Ay… Aman ay, gülecek hâlim yok! Ayşe bir kere aynanın önüne gidip de suratına baksana… Süslenmeye uğraştıkça şebeleğe dönmüşsün. O kaşındaki kazan kulbu rastıklar nedir? Efendi tabiat sahibi bir adamdır. O kaşları beğenir mi hiç?.. Kadına değil, âdeta soytarıya benzemişsin.

      AYŞE