yarış ve yarış izleyen insan görmüştüm; bu yüzden zamanında varmak benim için pek önemli değildi. Benim kayıtsız hâlime mavi havanın denizin bir geminin bordasından hafif hışırtılarla yükselişi gibi bedenimi kucaklayışını hissetmek, huzur içinde gür yapraklı, güzel kestane ağaçlarını, okşayıcı ılık rüzgârın ara sıra kopan birkaç çiçekle oynayıp uçuşturduktan sonra onları yola kar gibi bembeyaz yağdırışını seyretmek daha uygundu.
Kendimi arabanın içinde öylece salınmaya bırakmak, gözlerim kapalı ilkbaharı sezinlemek, hiçbir çaba harcamadan kanatlanmış gibi bir yerden bir yere taşındığımı hissetmek hoş bir duyguydu; araba Freudenau’da girişin önünde durduğunda neredeyse üzülmüştüm. Aslında geri dönüp o okşayıcı yaz gününün kollarında salınmaya devam etmeyi isterdim. Fakat bunun için geçti artık. Araba yarış alanının önünde durdu. Boğuk bir uğultu vardı.
Hareketli kalabalığı görmesem de çıkardığı ses, tribün basamaklarının arkasından bir deniz gibi kabarıyordu ve aklıma ister istemez Ostende4 geldi; düzlükteki şehrin küçük yan sokaklarından sahildeki gezi yoluna çıkarken önce tuzlu rüzgârın sert ıslığı duyulur, boğuk bir uğultu işitilir, daha sonra dalgalarla kabaran denizin gri köpüklü yüzeyi görülür.
O sırada pistte yeni bir yarış başlamış olmalıydı. Atların şimdi herhâlde yıldırım gibi geçtikleri çimenlikle aramda, seyircilerin ve bahisçilerin içlerindeki bir fırtınadan çıkıyormuş gibi yükselen renkli ve uğultulu dumanlar vardı.
Pisti göremiyordum, ama heyecanın yükselişinden her aşamasını refleks olarak hissedebiliyordum. Biniciler çoktan start almış, birbirlerinden ayrılmıştı. Birkaçı öne çıkmak için mücadele ediyor olmalıydı; çünkü koşunun benim için görünmez olan akışını izleyen kalabalıktan çığlıklar ve heyecanlı nidalar yükselmeye başlamıştı.
Başların çevrildiği yönden atların pistin uzun tarafındaki dönemece varmış olduklarını anladım; çünkü bütün o karmaşa içindeki kalabalık gittikçe birleşip tek bir boyun gibi görünmez bir noktaya doğru dönmüştü ve uzatılan boyundan çıkan binlerce tek gür ve boğuk ses birleşerek köpüklü dalgalar gibi yükseliyordu. Bu uğultu kabararak yukarıda kayıtsızca uzanan mavi göğe kadar tüm boşluğu doldurdu.
Etrafımdaki birkaç yüze baktım. İçlerindeki bir kramptan dolayı çarpılmış gibilerdi; gözler sabit ve kıvılcımlı, dudaklar ısırılmakta, çeneler hırsla öne fırlamış, burun delikleri atlarınki gibi kabarmakta. Ayık olarak bu sarhoşların çılgınca taşkınlıklarını seyretmek benim için hem komik hem de dehşet vericiydi.
Yanımda bir sandalyenin üzerinde şık giyimli bir adam vardı; yüzü normalde güzeldi herhâlde; ama şimdi, içine girmiş görünmez bir şeytan yüzünden kudurmuş gibiydi. Bastonunu kamçı gibi havada sallarken bedeniyle de -bir seyirci için anlatılamaz derecede gülünç bir biçimde- ata biner gibi hareketler yapıyordu.
Sandalyenin üzerinde topuklarını üzengideymiş gibi indirip kaldırıyordu; sağ eliyle bastonu kamçı gibi kullanıyor, sol eli tuttuğu beyaz bir kâğıdı buruşturuyordu. Bu kâğıtlardan gittikçe daha fazlası etrafta uçuşmaya başladı, kalabalığın uğultulu gri dalgalarının üzerine püskürtülmüş köpükler gibi dağıldılar.
Şimdi dönemeçte birkaç at birbirine çok yakın olmalıydı; çünkü uğultunun içinden birden önce iki, sonra üç, sonra dört isim öne çıktı; gruplara ayrılan izleyiciler bu isimleri savaş çığlığı gibi haykırıyordu ve bu çığlıklar kendilerini kaptırdıkları çılgınlığı biraz olsun azaltıyor gibiydi. Ben bu çılgınlığın ortasında fırtınalı denizdeki bir kaya gibi soğuk duruyordum ve o anda neler hissetmiş olduğumu bugün bile tam olarak söyleyebilirim.
Elbette öncelikle bu çirkin hareketlerin gülünçlüğü ve taşkınlığın bayağılığı karşısında hissettiğim alaycı bir aşağılama vardı, ama kendime itiraf etmekten hiç hoşlanmadığım başka bir şey ise karşımda gördüğüm bu fanatizmdeki hayata yönelen hararetli tutkuyu, böylesi bir heyecanı hafifçe kıskanmış olmamdı.
“Benim hararetimin bu kadar yükselmesi, elimde olmadan sesimin yüksek çıkmasına sebep olabilecek böyle bir heyecana kapılmam, böylesine ateşle gerilmem için ne olması gerekirdi acaba?” diye düşündüm.
Sahip olmanın beni bu kadar ateşlendirebileceği herhangi bir meblağ, beni bu denli tahrik edebilecek herhangi bir kadın düşünemiyordum, beni duygularımın donukluğundan kurtarıp böyle bir ateşe atacak hiç, hiçbir şey aklıma gelmiyordu!
Aniden bir tabanca çekilse, kalbim donup kalmadan bir saniye önce çevremdeki bin, on bin insanın kalplerinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı. Fakat şu an atlardan biri hedefe çok yaklaşmış olmalıydı; çünkü kalabalığın içinden gergin bir yay gibi yükselen binlerce sesi, giderek tizleşen ve bir anda sönüp dağılan tek bir çığlık hâlinde birleştiren tek bir isim duyuluyordu artık. Müzik çalmaya başladı, kalabalık birden dağıldı. Bir tur bitmiş, bir yarış sonuçlanmış, gerilim yerini dalgalanan gevşek bir hareketliliğe bırakmıştı.
Daha az önce ateşli bir tutku yumağı hâlinde olan kitle çözülüp tek tek yürüyen, gülen, konuşan insanlara dönüştü; coşkunun çılgın maskelerinin ardından yine dingin yüzler ortaya çıktı; yarışın insanları saniyelerce tek bir kor kütlesi hâlinde birleştirmiş olan kargaşası bitti; herkes tekrar sosyalleşerek gruplar hâlinde bir araya geliyor veya ayrılıyordu; tanıdıklarım beni selamlıyor, birbirlerine yabancı olanlar karşılıklı olarak soğuk ve kibar bir tavırla birbirlerini süzüyor ve inceliyorlardı.
Kadınlar birbirlerinin yeni tuvaletlerini gözden geçiriyor, erkekler onlara arzulu bakışlar atıyordu. Kayıtsız insanların asıl meşgalesi olan o sosyal ilgi tekrar yeşermeye başlamıştı; insanlar arıyor, sayıyor, katılanları ve şıklıklarını kontrol ediyorlardı. Tüm bu insanlar heyecanları geçince bir araya gelmelerinin asıl nedeninin yarışlar mı, yoksa sosyal hayatlarının bir amacı mı olduğunu unutuvermişlerdi.
Bu hoş karmaşanın ortasından yürüdüm, selam verdim ve aldım, rengârenk hengâmeyi sarmalayan parfüm ve zarafet kokusunu mutlulukla içime çektim -burası benim varoluşumun atmosferiydi sonuçta- ve daha da büyük, keyfi yaz güneşinin ısıttığı Prater korusundan ara sıra gelen ve kadınların üzerindeki beyaz muslinlere şehvetle oynarcasına dokunan hafif meltemi hissederek duydum. Birkaç tanıdık benimle sohbet etmek istedi; güzel oyuncu Diane bir locadan davetkârca el salladı; fakat hiçbirine karşılık vermedim. Bugün bu sosyetik insanlarla konuşmak hiç ilgimi çekmiyordu; bir ayna gibi bana kendimi yansıtmalarından sıkılıyordum; sadece bu gösteriyi, biraz sonra oluşacak o şehvetli heyecanı izlemek istiyordum. (Çünkü kayıtsız insanlar için başkalarının heyecanı, en hoş izlencedir.)
Birkaç güzel kadın geçti yanımdan; ince kumaşın altında her adımda titreyen göğüslerine cüretkârca, fakat gerçek bir hayranlık duymadan bakarken kendilerini böyle çıplaklaştırılmış ve küçümsenmiş hissettiklerindeki sıkıntı ve haz karışımı utangaçlık karşısında içimden güldüm.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно