getirirler.
Bir hesap, bir kitap; açık da pek çok;
Timur’unsa babasına rahmi yok,
“Yatırın keratayı!” der tutturur.
Önce temiz bir dayak;
Sonra der ki: “Haydi, kalk!”
Hesap defterlerini yırtar yırtar yutturur.
Tahta gibi defter, “Yut!” dediği de.
Adamda ne gırtlak kalır, ne mide.
Hoca da o sırada oradadır;
Timur’un hiddetinden
Zavallıyı bir titremedir alır.
Timur Subaşı’ya der ki: “İşinden,
Şu andan tezi yok, azlettim seni;
Hoca görecek artık, vazifeni.”
Hoca atılır: “Aman! der, af buyur.”
Dinler mi hiç, deliye dönmüş Timur:
“Evet, der, bu işi sen göreceksin.
Bana da her ay hesap vereceksin.”
Emir yüksekten geliyor, kim ne der?
Çaresi yok, Hoca da kabul eder.
Bu gürültülerden tam bir ay sonra
Hoca palas pandıras çıkarılır huzura.
Timur bakar ki Hoca’nın elinde
Sekiz-on tane pide.
Üstünde de ince ince yazılar.
Bunu gören Timur, Hoca’ya sorar:
“Bu nedir böyle?”
“Hesap!”
Canım Hoca’m! Olur mu?
Pidenin üstüne de hiç hesap tutulur mu?”
Hoca şöyle cevap verir o zaman:
“Mazur gör, a benim devletli beyim!
Hesabı inceleyince, birazdan,
Hepsini yutacak ben değil miyim?”
BİN DEĞNEK
Bir sipahiyi, içki içmiş diye,
Yakalar getirirler Timur’un huzuruna.
Adamcağız sahiden de zilzurna.
Timur başlar kızmaya, köpürmeye.
Gürül gürül bağırır: “Vay kerata!
-Hoca’mız da o esnada orada-
Yanına kâr mı kalır sandın bunu?
Bak şimdi gör dünyanın kaç bucak olduğunu!”
Sonra dönüp yanındaki erlere
Der ki: “Yatırın edepsizi yere!
Şöyle yan yana durun;
Ayakları altına tam bin değnek vurun.”
O sırada Hoca başlar gülmeye.
Çalışırsa da belli etmemeye
Bu gülüş gözünden kaçmaz Timur’un.
Bu sefer de Hoca’ya kızar; der ki:
“Hoca! Bunda gülünecek ne var ki?
Utanmaz mısın karşımda gülmeye?”
Hoca, o zaman cevap verir beye:
“Madem böyle bir emre kendin de gülmüyorsun,
Ya değnek yememişsin ya sayı bilmiyorsun.”
BUDALAYIZ DEDİKSE
Bir gün buğdayını yüklenip Hoca,
Değirmene öğütmeye götürür.
Değirmene varınca
Çuval çuval başka buğdaylar görür.
Ağzına kadar da dolu çuvallar.
Komşusunun tavuğu kaz görünür Hoca’ya.
Şöyle bir fırsat kollar.
Kaşla göz arasında
Başlar o çuvallardan kendine aktarmaya.
Değirmenciyse kendi havasında.
Ama nasılsa görür bir aralık.
Bağırır: “Hey babalık!
Ne yapıyorsun?” Hoca cevap verir:
“Ben budala adamın biriyimdir;
Ne yaptığımı pek öyle bilemem.”
Değirmenci çıkışır: “Ben, der, masal dinlemem.
Şimdi ağzımı açmayayım sana.
Hep başka çuvallardan almadasın.
Madem ki budalasın,
Kendininkinden alıp onlara da koysana!”
Hoca gülmeye başlar; der ki: “İlahi ağa!
Budalayız dedikse o kadar da değil a.”
BURANIN YABANCISI
Hoca bilmediği bir şehre gelir.
Önemli bir iş halletmek üzere
Koşar dururken daire daire,
Yolunun üstünde biri dikilir.
Bu adamı ne görmüştür, ne tanır;
Mühimce bir şey söyleyecek sanır.
İşi de hayli sıkışık o ara.
Adamsa sora sora
“Bugün günlerden nedir?” diye sorar.
Hoca’nın kanı tepesine uğrar.
Ama kalp kıracak söz söyleyemez;
“Elinin körü!” diyecek, diyemez;
Başka bir kaçamaklı cevap arar.
İşi var, oyalanacak vakti yok;
Çene çalmaya da çoktan karnı tok.
Yürür yoluna gider;
Adama da şöyle der:
“Ben buranın yabancısıyım, ağam.”
Afallar kalır adam.
CÜBBENİN GÜRÜLTÜSÜ
Bizim Hoca, bir sabah, erken erken,
Evden çıkarken
Kapının önünde komşuya rastlar.
“Hoca’m, der komşusu, sende bir hâl var.
Rahatsız mısın yoksa?”
“Değilim!” der, kesip atar bizimki.
Ama komşu meraklı, anlar mı ki!
“Sen böyle olmazsın derdin olmasa.”
“Yok dedim, birader, yok hiçbir derdim.
Yabancı mısın, olsaydı söylerdim.”
“Sonra Hoca’m, dün gece sizin evden
Bir gürültü geldi; acaba neden?”
“Bizim karıyla biraz dalaştık da…”
“Olur böyle şeyler arkadaşlıkta.”
“Musibetin yine damarı tuttu;
Ben sustukça o azıttı tozuttu.”
“Peki, sonra?”
“Sonrası falan var mı?
Kudurmuş karı lakırdı anlar mı?”
“Ya gürültü?.. Gürültü neydi, Hoca?”
“Canım!