Emin Göncüoğlu

Genç Rahmi’nin Hikâyesi


Скачать книгу

çocuklara daha iyi bir dünya özlemiyle…

      Desteğini hiç esirgemeyen Yard. Doç. Dr. Muhsin Kalkışım Hoca’ya minnetle…

      BİRİNCİ BÖLÜM

      Sinem uyanır uyanmaz odasının kalın perdesini açtı. Penceresinin önüne kadar yükselen dut ağacının açık yeşil yaprakları, bakıldığı zaman huzur verici bir manzara yaratıyordu. Yatağının baş ucundaki sehpanın üzerinde duran küçük müzik setinin düğmesini çevirdi. Hoparlörleri titreten hareketli bir müzik yayıldı sabah mahmurluğu taşıyan sessiz evin her yanına. Sinem, müziğin sesini azıcık daha yükseltti. Hafta sonu tatili olduğu için derin uykuya dalmış annesiyle babasını uyandırmak niyetindeydi. Tül perdenin arkasından dışarıyı seyrederken uzun uzun esnedi. Pijaması belinden kaymıştı, yukarı çekti. Kendi odasına bitişik, annesiyle babasının uyuduğu yatak odasının önüne geldi. İnce uzun parmaklarıyla kapıyı hafifçe tıklattı. Bir süre bekledikten sonra bağırdı:

      “Babacığım, uyanır mısınız?!” Hiç ses yoktu. Kısa kesilmiş kızıl saçlarını kulağının arkasına toplayarak başını kapıya dayadı ve içeriyi dinledi.

      “Babacığım, uyanın haydi, öğle olacak!” Beyaz yağlı boyalı, ahşap kapının öteki yüzünden uykulu bir ses gelince rahatladı.

      “Kızım şu müziğin sesini kısar mısın Allah aşkına!” Sinem odanın kapısını açınca, kalın perdeler sıkı sıkıya kapalı olduğu için, içerinin loşluğuyla karşılaştı. Babası yastıktan başını kaldırmış, uykulu gözlerle kendisine bakıyordu. Parlak ve gülen bir çehreyle gelip babasının sıcak, hafif sakallı yanağına küçük bir öpücük kondurdu.

      “Günaydın babacığım! Dün akşam verdiğin sözü unutmadın değil mi?”

      “Hayır, hayır unutmadım! Ama sen önce şu müziğin sesini kıs.” Sinem, babasının sözüne uyarak odasına döndü ve yüksek perdeden çalan müziğin sesini kıstı. Yatak odasının kapısının önüne geldi. Yan taraftaki odasının penceresinden içeri vuran günün parlak ışıkları, babasıyla annesinin yattığı odaya süzülüyor, ulaşabildiği yüzeyleri hafifçe aydınlatıyordu.

      “Tamam mı?” diye sordu Sinem.

      “Tamam tamam.” dedi babası, derin derin esneyerek.

      “Annemi niye uyandırmıyorsun?”

      “Şimdi!”

      “Ama baba geç kalacağız.” diye somurttu Sinem.

      “Kızım neden bu kadar telaş ediyorsun? Toplam yarım saatlik bir yola gideceğiz.”

      “Biliyorum, biliyorum, sen çabuk uyandır annemi!” diye babasına yalvardı Sinem.

      “Sen git, elini yüzünü yıka, biz geliriz şimdi.”

      “İkinize kalkmanız için beş dakika süre veriyorum. Döndüğümde sizi yatakta görürsem bilirim yapacağımı.” Sinem tuvalete girip işini bitirdi. Dışarı çıktığında kısa kesilmiş kızıl saçlarının kenarları ıslaktı. Beyaz yüzü ve iri mavi gözleri nemli nemliydi. Yerinde duramayan zarif bir ceylan gibi zıplayarak odasına girdi. İçi içine sığmıyordu. Kalktığında unutmuştu, odasındaki pencereyi açarak, içeriyi havalandırdı. Pijamasını çıkardı. Yarım kollu beyaz keten gömleğini, altına da koyu lacivert kot pantolonunu giydi. Bütün bunları yaparken müzik setinden küçük odaya yayılan hareketli müziğin ritmine uyarak oynuyordu.

      “Haydi babacığım, uyanın artık!” diye de yandaki odaya doğru seslenmeyi ihmal etmiyordu.

      “Saat kaç?”

      “On buçuk babacığım!”

      Sinem odasının temiz havayla dolduğuna iyice kanaat getirdikten sonra, pencereyi kapatarak yandaki odaya geçti. Babası yatağın içinde oturmuş, uyanmaya çalışıyordu. İlerlemiş yaşına rağmen beyaz atletinin açıkta bıraktığı uzun kolları ve omuz başları kaslıydı.

      “Neden bu kadar acele ediyorsun kızım? Bir hayli zamanımız var.” dedi baygın bir sesle.

      “Çok heyecanlıyım, meraktan ölüyorum, tam iki yıldan fazladır bu şehirdeyiz, hep sözünü edip durduk, ama gidemedik. Bu defa kaçamazsın artık elimden.” diyerek, sarı tüylü ince, beyaz kollarını babasının sıcak ve diri gövdesine doladı.

      “Anlaşıldı, kurtuluşumuz yok galiba. Ama sen beni bırak da anneni uyandırmaya çalış, ben beceremedim. Böyle uyumaya devam ederse akşama ancak uyanır.”

      “Aslan babacığım, bir tanesin!”

      “Peki kızım, anladık tamam.” diyerek Sinem’in ince kollarından kurtularak ayağa kalktı ve odadan çıktı. Sinem annesinin yanındaki boş yere uzandı. Babasının atletik yapılı diri gövdesinden yatağa geçen koku ve sıcaklık, hâlâ tazeliğini koruyordu. Annesi, siyah saçları darmadağınık, derin uykudaydı. Sinem onun biçimli yüzünün üstüne düşmüş kısa siyah saçlarını kulağının arkasına toplayarak, açılan yanağına sıcak bir öpücük kondurdu. Geniş yatağın ortasında, boylu boyunca yatan annesi askılı ipek, krem rengi, kısa geceliğinin içinde, alımlı duran, biçimli vücuduyla orta yaşlı bir kadından çok, genç bir kızı andırıyordu.

      “Anneciğim, uyanır mısın?” diye şarkı söyler gibi kulağına seslenen Sinem onu öperek gıdıkladı. Annesi içine gömüldüğü uykusunun arasından mızmızlanarak Sinem’i dirseğiyle itti ve:

      “Git başımdan.” dedikten sonra tekrar uyudu.

      “Benim güzel annem, benim şirin annem, biricik kızını hiç kırar mı?” diyerek Sinem annesine arkadan hararetle sarıldı.

      “Bir hafta sonum var, rahat uyuyamayacak mıyım ben?” diyerek sinirlendi Tülay.

      “Güzel annem, babam bizi gezmeye götürecek, unuttun mu?” Tülay mırıldanarak bir şeyler söylemeye çabalıyor, fakat bütün vücudunu esir alan uykunun elinden kurtulamıyordu. Sinem öfkelenerek:

      “Of, anne of! Gören de seni çeçe sineği soktu zannedecek.” Babası sakal tıraşını olmuştu. Parlayan aydınlık yüzüyle yatak odasının kapısında belirince:

      “Babacığım, şuna bir şey söyler misin?” dedi.

      “Anneni bilmez misin? Haydi sen bir şeyler hazırla da yiyelim, onunla ben uğraşırım. Ekmek var mı?”

      “Şimdi bakarım.” diyerek sevinçle yerinden fırlayan Sinem, yatak odasından çıkarak mutfağa koştu.

      “Dün akşamdan kalmış, bayat birkaç parça var.” diye koridordan seslendi.

      “Kapıcı niye uğramıyor?”

      “Hastaymış.”

      “Metin, kulağımın dibinde neden bu kadar bağırıyorsun, Allah aşkına?” diye sinirli sinirli mırıldandı Tülay. Metin karısının uykulu yüzünü seyrederken onun beyaz kollarını sevgiyle okşuyordu.

      “Haydi yavrum, çocuğu üzmeyelim, kalk bakalım!”

      “Ne olursun Metin, biraz daha uyuyayım!” diyerek çıplak kolunu kocasının karnının üstüne koydu. “Haydi uyan, senin biraz dahalarının sonu gelmez.”

      “Söz!”

      “Olmaz!”

      “Ne olursun!”

      “Olmaz!”

      “Baba uyandı mı?” diye Sinem mutfaktan, heyecanla sordu.

      “Direniyor kızım!”

      “Peşini sakın bırakma babacığım!”

      “Oh oh maşallah, baba kız iş birliği yapmış üstüme çullanıyorsunuz.” diyerek yerinden doğruldu Tülay. İpekli krem rengi geceliğinin askısı omzundan aşağı kaymıştı. Uykulu gözlerle dağılan saçlarını düzeltmeye çalıştı.

      “Metin nereden çıktı bu gezi işi, Allah aşkına?”

      “Yavrum ne zamandan beri konuşuyoruz. Bu defa kesin söz dedim. Gitmezsek çocuğun güveni sarsılır. Hem sen de merak ettiğini söylemez miydin hep?”

      “Bilmem.” dedi Tülay, umursamaz bir edayla kayan askısını omzunun üstüne çıkarırken. Yataktan isteksizce kalktı, yerdeki terliklerini buldu giydi. Pürüzsüz beyaz kollarını geriye atarak gerindi, sonra da derin derin esnedi. İpekli yumuşak gecelik belirgin hatlarını, olanca