Banu Sancak

Göğsümüzdeki Nâr


Скачать книгу

künlük”

      İmkânlar ile sınırlı olsaydı,

      Âşk olmazdı…

      “Aşk var ise”

      Mümkündür hâlâ.

      GİRİŞ

      Meşhedim mahşer kesilmiş bende yok sözden eser Kıssa-i rengînimi hûn-ı revânım söylesin

“Muallim Naci”

      KIRMIZI

      Süzdüm ne var ne yoksa kırmızıdan iktibas,

      Bilmediler bir renge yoksa Hakk’a meyil mi.

      Sanki zamandan haras say ki geceden miras,

      Doğacak her yeni gün, tân kırmızı değil mi?

      Ah kimseler bilmiyor âşkın kızıl rengini,

      Kırmızı ile kalbin cilveli âhengini,

      Arşı âlâ katına, çıkarak mihengini,

      Baştan başa boyayan, cân kırmızı değil mi.

      Kargalar konser verdi daldan izledi balık,

      Köreltti bizi usta, menzilsiz kalabalık.

      Meclise karışınca, münkir ile münâfık,

      Yönelip saf tuttuğun, yan kırmızı değil mi?

      Aradın yıllar yılı, elvan bezekte bezde,

      Bilinçaltı dediğin, kör karanlık menfezde.

      Vücudun payitahtı, camekânı merkezde,

      Göz göze geldiğimiz ân kırmızı değil mi?

      Ol deyince olduran Allah Rahmân-ı Râhim,

      Karıncadan böceğe, imân ederken dâim,

      Kor ateşin göğsüne savrulurken İbrahim,

      Sur içinde biten gül, kan kırmızı değil mi.

      Suyu gören ateşti, doğruyu gören riyâ,

      Atıldığı zindanda ölüm biçildi güyâ.

      Kaderi değiştiren mâlum hikmetli rüyâ,

      Yusuf’a atfedilen, zan kırmızı değil mi.

      Topraktandır bedenim, rûhum tenime bıçak,

      Sakın dokunma dedim, dedin kanın çok sıcak,

      Saklayarak yaramı kaçsam da köşe bucak,

      Kanıma bandırdığın, nân kırmızı değil mi.

      Sana göre bir sırdı, bana göre âyandı,

      Allı renkler haşrolup nefesime dayandı,

      Ciğerlerim diyorum, kırmızıya boyandı,

      Dünyâ dünyâ dediğin, han kırmızı değil mi?

      KANDİL

      Kaldır başını ey yâr, zâr-ı gönlüm darlanır,

      Sen baktıkça toprağa, acı sözler hârlanır.

      Ateşine düşsem de üstühânım karlanır,

      Gözlerin yere bakan, kor alazlı bir -kandil

      Göğün sırrına -ermiş- kuşlara bak kuşlara.

      Sarstı beni usumdan, dehşetengiz bir zilzal!

      Katlime ferman verdi, sarıldığım iki dal,

      Bu kat’a ölüm değil! Ölümden öte bir hâl,

      Bölük bölük saçları, darağacıma -kefil

      Alnına urgan -germiş- kaşlara bak kaşlara.

      Hüznün siyah gülleri, kıyama durdu saf saf,

      Neşe sûrurda değil, efkârdaymış inkişaf,

      Hiçbir arzuhâlcide, yazılmıyor bu evsaf.

      Hâl-i pürmelâlimdir, salladığım bu -mendil

      Meğer gözüme -fermiş- yaşlara bak yaşlara.

      Gel seninle varalım, muhabbetin demine,

      Dûvazlarla vuralım, lafın sözün kemine,

      Kandilinden yağ damlat, dost meclisin cemine,

      Kâh varlıktır kâh yokluk, kelle koltuk bu -menzil

      Aşka kurbanlar -vermiş- başlara bak başlara.

      Aynaları kır da gel, aslına bak rûcunda,

      Ahvâlinin encâmı, bu savaşın ucunda,

      Sana verdiğim güller, taşa durmuş avcunda.

      Dağları veşk ediyor, şimdi sana -ebabil

      Pençelerine -kermiş- taşlara bak taşlara.

      Zemheride gül taşır, şu gedanın heybesi,

      Dört mevsim çiçeklenir, şûhedanın türbesi,

      Kırağıyı toz eder, ol sedanın cezbesi,

      Yalnız aşkla boy verir, sümbül nergiz – karanfil-

      Üstüne bahar -sermiş- kışlara bak kışlara.

      YAZIYOR

      Yaz hele gazeteci yaz, hükmüm verilmiş nasılsa,

      Üçüncü sayfada çıkar, ölüm haberim basılsa,

      İp benim boynuma geçer, nerede bir mahkûm asılsa,

      Kör bir ilmeği boynunda, ömrünce taşır mı insan?

      Sesime nidâlanmayan, dilsiz kayalar benimdir,

      Derdim dermanımdır diye, kalkan ayalar benimdir

      Merhemleri çöpe attım, müzmin yaralar benimdir.

      Kor bir yarayı koynunda, ömrünce kaşır mı insan?

      Vakit akıldan sıyrılıp demlenme vakti olsa da,

      Üstüme düşen gölgeler, ecelin kadd’i olsa da,

      Onmayan yaralarımla, gönlümün akdi olsa da,

      Zor bir yaşam oyununda, ömrünce acır mı insan?

      ACILARIMA SADIKSAM

      Farisi bir şarkıyla, can-ı tenden süzülürüm,

      Dünyaya sığamayan rindin âşkına tanıksam,

      Ahdım ile bağlanıp toprak ile çözülürüm.

      Hâfız’ın gülü gibi “acılarıma sadıksam”.

      Asrın heyûlâsıyla tarumar olur dimağım,

      İnkisâr nâmesinin orta yerinden yanıksam.

      Mânâ dile gelmezse uyandırılmaz çerağım,

      Sırlandığım gün gibi, acılarıma sadıksam.

      SEV BENİ

      Şimdi esrik cümleler, senle doğar sabaha,

      Gel yazdırma adını, defterimdeki ah’a.

      Ta gırtlağıma kadar gömülsem de günaha,

      Ya Hayy! diyerek atsın, boynundaki şah -damar

      Benim kulumdur diyen -Tanrı- gibi sev beni!

      Konuğuyum göğsünde, açılan dev gediğin,

      Bil ki rûhun benimdir, kalsın etin kemiğin,

      Bir tek bebekler değil, ağlar insan! dediğin.

      Solgun sarı çehreni, terk etmese de -vakar

      Boğazına sığmayan -yumru- gibi sev beni!

      Beni, kızıl Albız’ın, torbasından uçmuş say,

      İksir satan sakanın, kırbasından içmiş say,

      Ya da mahkûm cinlerin, voltasından geçmiş say.

      Ben zamansız düşlerden,