Erol Egeli

BÜYÜSÜNÜ BOZMA


Скачать книгу

belliydi: Dersi iyi özümsemek, sınıfı geçmek. Geçmek için 60 almam yeterliydi. İlk sınavlar sırasında böyle sakin çalışmakla nasıl başaracağım endişesi ağır basıyordu. Hiç yorulmadan, strese girmeden iyi öğreniyordum fakat sanki bir şeyler eksik gibi hissediyordum. Sınavlar iyi geçiyordu fakat acaba bir şeyleri atlıyor muydum, diye kafamdaki soru işaretleri de bitmiyordu.

      Sınav sonuçları açıklandığında şaşkına dönmüştüm. Patoloji ve farmakoloji gibi en zor derslerden çok yüksek notlar almıştım. Hedefim 60 demiştim ama bu kadar sakin, stressiz çalışmam sonunda 80-90 arası notlar almam olağanüstüydü.

      Mesajı almıştım: Her defasında gerçeği saptamalı, ona göre görev bilinci içinde eylemi gerçekleştirmeliydim. Sonuç mükemmel oluyordu. O yıl boyu hep bu şekilde çalıştım. Notlarım gittikçe arttı, son süreçte patolojiden aldığım not çok yüksekti, 500 öğrenci arasında ilk 3 kişiden biri olmayı başarmıştım. Üstelik bunu hedeflememiştim bile.

      Fakültenin kalan yıllarını aynı şekilde başarıyla tamamladım. Çok kuvvetli bir temel tıp bilgisi sahibi oldum. Kariyerim boyunca bu kazanımımı uyguladım. Hani bir söz vardır ya, “mükemmel, iyinin düşmanıdır” diye. Bocaladığım, hırslandığım zamanlar kendime bunu hatırlattım. Görev bilinci çok önemliydi. Gerçek tespit edilmeli ve buna uygun eylemden kaçmamalıydı.

      Sonra evlendim, çocuklarım oldu, görevlerim arttı. İyi ki bu tecrübeyi edinmiştim. Görevler arttıkça insan dengeyi kaybedebiliyor. Ancak gerçeği tespit edip görevden kaçınmadığımda eyleme geçerek üstesinden geliyordum ve her şey kolayca yoluna giriyordu.

      Bir noktada gösterdiğim aşırı hırs ve gayret diğer alanlarda gerçekleri ört bas etmeme yol açıyordu. Dengeyi kaçırdığımda toplamakta zorlanıyordum. Yoğunlaşarak hırs yaptığım o konu, dış çemberden başlayarak tüm ilgi alanlarımı dağıtma riski taşıyordu.

      Hayat bir bütün, her alan önemli, dolayısıyla denge iyi kurulmalı. İş, ev, çocuklar, sosyal çevre, tatil, vesaire… Her alanın kendi içinde barındırdığı gerçekler gözetilmeli.

      Yaşamak bir eylem, bundan ötürü görev bilinciyle gerekenleri yaparken beyni yormadan, analitik düşünceyi her alana yetecek şekilde kullanmalı.

      Hayat canlı bir gerçek olarak her an önümüzde duruyor, bozulan bir musluk dahi olsa…

      Mecburi Hizmet ve Kar

      İstanbul’da da kar güzel. Çarpık yapılaşmanın eseri çirkin binaların üzerini örten kar, aynı anda bu binaların farklılıklarını da gizleyerek adeta bir sosyal eşitlik yaratıyordu.

      Şu hayatta en sevdiğin şey nedir, diye sorsalar, hâlâ hiç tereddütsüz kar derim. Çocukluğumdan beri karın yağışı beni çok mutlu etmiş, çözemediğim tüm problem ve sıkıntılarımı rafa kaldırmıştır.

      Hatırımda kalan ilk çocukluk yıllarımda heyecanla, “Ne zaman kar yağacak?” diye beklerdim. Trabzon’da kar yılda bir iki defa yağar ya da bazen hiç yağmazdı. Her gün radyodan düzenli olarak hava raporunu dinlerdim. Yazın bile hava durumunu takip ederdim.

      Hele bir kar yağmaya başlasın, kimse beni camın önünden alamazdı. An be an karın yağışını, manzarayı, gökyüzünü izlerdim. Kar yağdığı zaman uyuyamazdım, yağma ihtimali olduğu zamansa geceleri sık sık uyanır, dışarıya bakardım. Bu merakımdan dolayı anne ve babamdan sık sık, “Hadi yat artık!” uyarıları alırdım.

      Bu tutkum sayesinde haber bültenlerine de aşina olmuştum. Hava raporu haber sonunda verildiği için, kaçırmayayım diye tüm haberleri dinlediğim olurdu. Bu yüzden siyaset, spor gibi diğer konulardan da haberdardım. Hava durumuna öylesine odaklanıyordum ki, yalnız Trabzon’unkini değil, Türkiye coğrafyasını ve iklimini de öğrenmiştim. Denizlerde hava, kara yollarında durum, hepsi benim takibimdeydi.

      Kar yağmadan önceki hava değişikliklerini, yağmuru, rüzgârı, gökyüzünün gece ve gündüz durumunu sürekli gözlemlerdim. Hava durumu hakkında bilgi ve yeteneğim oldukça üst düzeye çıkmıştı, ilkokul sıralarında artık isabetli tahminler yapabilir hale gelmiştim.

      Kar yağacağını öğrendiğim zaman hazırlıklara başlardım. Kara kadar kafamı meşgul eden sorun kalmamalıydı. Ödevlerim varsa onları erkenden bitirir, evimizin teras katını kontrole koyulur, acaba tuttu mu, diye sık sık çıkar bakardım. Kar, yağdığında bizim terası bembeyaz bir örtüyle örterdi. Bunu heyecanla izlerdim.

      Karın yağması ve tutmasının benim için tam bir çileye dönüştüğü de oluyordu. Yağmaya başlamadan önce genellikle yağmur yağardı. Terasta biriken yağmur sularını, arkasından yağacak karın tutması için süpürürdüm. Evdekiler halime gülerek, “Artık gel aşağı, o tutacaksa tutar, senin süpürmen işe yaramaz!” derdi.

      Günler aylar geçer, çoğu zaman kar yağmazdı, ama ben beklemekten bıkmazdım. Hava raporu sonlarında okunan çeşitli yörelerdeki kar kalınlıkları, hayal dünyamın en heyecanlı kısmını süslerdi. Uludağ’la başlar, Erzurum, Kars, Hakkâri diye devam ederdi. Bir gün sıralama Bingöl ile bozuldu. Bingöl’de kar kalınlığı 198 santimetre ile ilk sırada verildi. Hayalimi aylarca Bingöl süsledi. Keşke Bingöl’e taşınsak, diye hayal bile kurmuştum.

      Trabzon’da genellikle kar yağmazdı ama hava çok soğuk olurdu. Daha çok yağmur yağar, yağmur bazen sulu kara dönerdi. Evimiz şehir merkezindeydi. Terastan baktığımda karşıki tepelerin, dağların karla kaplı olduğunu görür, yakında bize de yağacak diye umutlanırdım. Ama çoğu zaman sulu kar yağmura dönüşür, sonra güneş açardı. Bir sonraki hava dalgasını beklemekten başka çarem kalmazdı. Çocukluğumda böyle çok uzun kar bekleyişlerim oldu. Ama hava bazen sürpriz de yapardı. O anları hâlâ bugünkü gibi hatırlarım. Öyle çok kar yağardı ki, neredeyse hava raporunda kar kalınlıkları sıralamasında ilk 10’a bile girebilirdik. Günlerce seyrine doyamazdım.

      Bir defasında, yine sulu kar yağıyordu ama hava raporunda yağmura döneceği söyleniyordu. Ben her ne kadar hava raporunu izlesem de yine bazen sürpriz olabileceğini tecrübe etmiştim. O sıralar liseye gidiyordum ve hava durumu hakkında bir hayli bilgi birikimim olmuştu. Gece yatarken inanılmaz gök gürledi ve şimşek çaktı. Bu durum yağmurun işareti sayılırdı. Artık kar bitti, yağmaz diye düşündüm ve kalkıp ne oluyor diye camdan bile bakmadım.

      Sabah kalktığımda evde ilginç bir aydınlık hali vardı; perde arkasından süzülen ışık normal değildi. Kar yağdığında oluşan beyaz örtünün yansıması gibiydi. Ortalık çok sessizdi, dışarıdan ne insan ne de araba sesi geliyordu. Annemle abim kahvaltı yapıyordu. Benim uyandığımı görünce, “Dışarıya bak, çok kar yağıyor!” dediler. Ama gök gürleyip şimşek çakmıştı, nasıl olur, diye düşünerek perdeyi açtığımda şok oldum. Yerde 70-80 santim kar vardı ve bu, hayatım boyunca gördüğüm en büyük kar kalınlığıydı. Dahası, kar inanılmaz bir yoğunlukta yağmaya devam ediyordu.

      Beyaz örtüye bürünmüş şehir benim en çok sevdiğim manzaraydı. Sonraları neden bu manzaradan hoşlandığımı düşündüğümde, beni en çok etkileyen şeylerin mimariye kattığı müthiş huzur, temizlik, çevre düzeni olduğunu fark ettim. Bu ahengi, yağan kar sağlıyordu.

      Kar, birbirinden farklı inşa edilen çatıların, sarkan elektrik tellerinin çirkinliğini kapatıyor, adeta bir süsleme sanatına dönüştürüyordu. Ağaçlarsa her mevsim güzeldi, ama kar altında bambaşka bir güzelliğe bürünüyorlardı. Ya sokak lambaları? Onlar, kar yağışında benim için vazgeçilmezdi. Sokak lambalarının ışığında karın yağış ritmini izlemek, geceleyin perdeyi biraz açıp dışarıya yansıyan