Bünyamin Zile

Anı Yaşamak


Скачать книгу

bahsetmiştir. Acaba hangi din; devletlere ve kurumlara ve insanlara yönetin, savaşın, sizden olmayanları öldürün, diye buyruklar vermiştir? Her insanın mutlu olduğu böyle bir yaşam biçimi kurulamaz mı dünyada? Kurulursa kaotik bir ortam doğar mı? Çok mu ütopik, çok mu romantik bir yaklaşım olur? İnsanlar daha yürekli, daha sevecen, daha mutlu, hiçbir kurum ve kişinin kimseyi sömürmediği bir yaşam biçimine kavuşmuş olmazlar mı?

      İnsanoğlunun ürettiği hiç bir düşüncenin, hiçbir fikrin mutlak doğru olduğuna inanmam ben. Her insanın kendi doğruları vardır. Bu doğruların insanlar arasında inanılırlığı arttığı ölçüde meşrulaşır düşünce. Ama onun mutlak doğru olduğu anlamına gelmediğini bilirim ben. Tıpkı devlet gibi, tıpkı yasalar gibi, tıpkı gelenekler, görenekler gibi.

      Yaşamı boyunca ders kitapları dışında üç kitap okumamış, bireysel bilinci gelişmemiş, kerameti kendinden menkul birçok insanın devlet aygıtı içerisinde gerek atanarak, gerekse seçilerek yönetsel kadro işgal etme isteğini ve etmesini anlamakta güçlük çekerim ben. Yoksa bendeki bu kaçış bir tepki mi? bir isyan mı?

      Olaylara, düşüncelere, inançlara, dünyaya değişik bakış açılarından bakmayan insanların yönetici olduğu bir sisteminin megaloman makinesi olduğuna inanırım ben. Megalomanlarsa en yetenekli insanlardır(!) Her şeyi en iyi onlar bilir (!) En iyi onlar yönetir(!) Yanlışları olmaz hiçbir zaman(!)Bendeki bu kaçış buna bir tepki mi? bir İsyan mı? Kafam karışık benim.

      Doğanın düzeni böyle mi kurulmuş diye düşünürüm bazen. Sürü halinde yaşayan hayvanların bir devleti var mı acaba? Bir sürünün lideri olmak; sürünün geleceği hakkında karar verme yetkisini de verir mi kendisine? Onlarda da kayırma var mıdır? Düşmanlık, kırım var mıdır? Başkaldırı var mıdır? Görevi kötüye kullanmak, yandaşlarına çıkar sağlamak var mıdır? Bir kraliçe arı akrabalarına, kardeşlerine, yandaşlarına önemli makamlar tahsis eder mi? Her arının görevi önceden belli midir? Yoksa yeteneklerine göre mi tahsis edilir görevler?

      Onlar da yiyecek stoku dışında para biriktirir mi? yiyeceklerini korumanın dışında savaşırlar mı diğer kolonilerle? Dünyaya hâkim olmak düşüncesiyle kırarlar mı birbirlerini? Acaba onlarında konuştuğu farklı diller var mı? Faklı dinlere inanırlar mı? Onların da zencisi, beyazı var mı? Dilleri için, derilerinin renkleri için birilerini ötekileştirir, öldürürler mi? Acaba onlar da “Arı Hakları Beyannamesi” yayınlama ihtiyacı duydular mı? Eğer duydularsa büyük ve güçlü koloniler uyar mı bu beyannameye?

      Bu sorular böyle sürer gider biliyorum. Yönetme yetimin gelişmediğini de biliyorum. Her insanda olan yönetme dürtüsünün bende olduğunu da biliyorum. Ama bir törpünün yıllardır bu yetimi törpüleyerek yok ettiğini de biliyorum.

      Kim bilir belki de yaşadığım süreç içerisinde ülkemde ve dünyada olan haksızlıklar, kayırmalar, napoist politikalar, bizzat yaşadıklarım başka uçlara kaymamı sağladı. Ben bunları yapamam duygusunu geliştirdi bende ve bir törpü devreye girdi törpüledi de törpüledi.

      Yönetilmekten hoşlanmam ben. Yönetmekten de.

       (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)

      MAVİ DÜŞLER

      Yüreğimde bir bozkır esintisidir, hafta sonları. O günlerin gelmesini İple çekerim ben. Daha perşembeden tatlı bir heyecan kaplar yüreğimi. Cuma yerimde duramaz olurum. Zihnim hafta sonu neler yapacağımla ilgilenir bütün gün. Cumartesi sonsuzluğa uçuşum başlar. Kuşlar gibi hür hissederim kendimi.

      Hemen çiftliğe giderim. Traktörümü çalıştırırım. Güç verir bana motorun sesi. Sevinç doldurur içimi. Kırlara açılmak için can atar yüreğim. Hele bir de mevsim baharsa. Hafiften kokusu doldurur ciğerlerimi bin bir çiçeğin, sabah yeli hafif hafif üşütürken tenimi. Bir meltem serinliği gibidir hava bu mevsimde; içime ferahlık, beynime berraklık verir.

      Traktörümün üstünde önce bahçe, sonra bağ, derken nadas tarlaları; işten işe koşarım büyük bir hevesle. Sonra hayallerim başlar. Traktörle özdeşleşirim. Ayaklarım gaza basarken tekerleğe dönüşüverir. Ellerimse direksiyona. Yüreğim kocaman bir motor olur, gözlerimse far. Bir tek beynim hükmeder; bu et ve demirin uyumlu birleşiminden oluşan yaratığa. Ama hükmettiğinden bihaber komutları verir de verir. Direksiyon uygular, tekerlek ise döner de döner.

      Tanpınar bir şiirinde;

      “Bir elimde asam, birinde, keşkülüm

      Ben şimdi ufuklardan eser bir serseri eylülüm…”

      Demişti ya, bende bir şımarık bahar olurum bu mevsimde, coşarım da coşarım

      Sonra bu güç, bu beyin dağlara döner. Yel değirmenleriyle savaşan Cervantes’in Don Kişot’u oluverir birden. Artık dağın iflah olmaz delisidir. Bir ben olurum, bir traktör. Bu koca devin üzerine sürerim de sürerim!

      Bazen kımızıdır rengim. Hüseyin ÖZBAY’ın Massey”i oluveririm; yüreği ateşli bir aşkla kanayan. Bazen mavileşiverir hayallerim. Sonsuzluğa uçarım.

      Bazen ruhumun rengini alıverir dağlar, Hüseyin ÖZBAY’ın düşündüğü gibi. Bazen morarır dağlar, bazense sararır; bazen kararır dağlar, bazense kızarır; bazense yeşerir dağlar coşku olur, umut olur fışkırır. Ufuklarsa kararmaz çoğu zaman gümüş rengi kalır.

      Her traktöre binişimde hayalin dudaklarından öpüyorum; Tanpınar’ın şiirindeki gibi

      “Bilinmez hangi uzaklara götürür seni

      Dudak dudağa öpüştüğün hayal!

      …”

      Sonra gümüş renkli ufuklara dalarım…

      İhtiyar söğütle hasbıhal eden bir çeşme başında hayallerimden sıyrılır, tekrar dünyama dönerim. Ekmeğimi gevretir, içerisine ovma köy peyniri koyarım. Üstüne çeşmenin buz gibi suyundan içerimde içerim.

      İşte o zamanlar traktörümle ben kendimize döneriz. O dinlenir ben dinlerim. O uyur ben uyurum, çeşme başında! Zamandan habersiz.

      Sonra tekrar bir oluruz yürürüz geleceğe. Bahar geçer, yaz geçer, hasat mevsimi geliverir. İşte o zaman başlar bayramımız. Ben mutluyum, traktörüm mutlu! Ben berbere gider güzel bir tıraş olurum. O da traktör hastanesine. Rengi atarsa elbisesini yenileriz. Basense yeni ayakkabı…

      Kazanın Kavun Pazarına da beraber gideriz bu mevsimde. O övünür, ben övünürüm. Nasıl övünmeyelim ki? O çifti derin sürmüş, bense zamanında ekmişim, çapalamışım, hasat etmişim.

      Yine pazarın en tatlı, en güzel, en büyük kavunlarını yetiştirmişiz. Hele bir çiftçi sakın bu traktörle çekme yarışına girmesin, baksana kavunlara? Çok güçlü olmalı ki iyi çift sürmüş demez mi? İkimizde görünmez olup meleklerle uçarız bir an bulutların üstünde.

      Ben traktörümle özdeşleşirim bazen. Traktörüm ben olur, ben de traktör…

      Mavileşir düşlerim sonsuzluğa uçuveririm.

       (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)

      HALETİ RUHİYEM

      Garip bir halet-i ruhiye içerisindeyim. Kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyorum. Kabuğuma çekildim. Kanatlarını yere düşürmüş, başını öne eğmiş bir baba hindi gibi düşünmekteyim; dünyaya küskün, verimsiz, çaresiz, karamsar…

      Cep telefonumu kapattım; ev telefonunun fişini çektim. Televizyonu açmıyorum, gazete de okumuyorum. Kitaplarla kurduğum dostluk da yok