siz başarırsınız sultanım!”
Hayyam bu kadar kutlu temennileri olan Selçukilere, bu kadar yalın ve özlü bir ifadeyi kusursuz dile getiren Melikşah’ın şahsında saygı duydu. Altuncan Hatun’u hatırlıyordu.
Altuncan Hatun’un mübarek hayaline dalıp giden Hay-yam gezinmekte olan Melikşah’ın hitabıyla silkindi.
“Hayyam Ata!” dedi Melikşah. “ ‘Hayalimdeki devlette kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez,’ demiştin doğru mu hatırlıyorum?”
“Beli sultanım! Hay atalarınıza rahmet. Unutmamışsınız.”
“Geliniz, o devleti kurunuz! Geliniz, vezirimiz olunuz. Altın diviti ve Selçuklu devletinin mührünü ele alınız. Nizam Ata da destur verir! Birlikte işlersiniz!”
“Baş veziriniz memleketlere nizam vermekle nam salmış”
“Bağdat halifesine biraz altın gönderelim sana da Nizamü’l- Cihân unvanını alırız.”
“Devlet işinin ağır vebali vardır. Baştan başlamak gerektir. Biz şimdi başlasak öğrenmemiz uzun sürer.”
“Bize bir dış göz gerektir. Gizli vezirimiz olunuz. Taşradan bakınız halimize. Milyonlarca altın nereye harcanır bakınız.”
“Yıllar önce devlet vazifesi teklif edildiğinde de red eylemiştik. Ağaç yaşken eğilir.”
Melikşah hırsla doğruldu. Öfkelenmişti lakin belli etmedi.
“Nizamülmülk’ten çekiniyorsun değil mi?”
Sonra yazıcıya seslendi. “Nizam Ata’yı çağır bana!” Yazıcı koşturdu.
Tekrar Hayyam’ın yanına geldi.
“Merak eder misin Nizam senin hakkında ne düşünür? Göreceksin şimdi,” dedi.
Çağrı üzerine Nizam yeniden geldi. Medreselere harcanan 347 bin altınla ilgili bilgi verdi.
Melikşah, “Bu parayla ordu donatır Çin’i, Doğu Roma’yı alırım!” dedi.
Nizam’ın cevabı hazırdı. “Ulemalar ve talebeler de sizin askerinizdir. Sabaha kadar dua ederler sizin için. Kılıcınızın gölgesinde her kavimden insan sığınmıştır! Medreselerden bir şikayetiniz mi var?” dedi.
Melikşah, Hayyam’ın özlemini tekrarladı. “Fitne ve fesat olmasın. İltimas yapılmasın, her kimse öz nitelik ve değeri ile tartılsın. İki kere iki nasıl dört ediyorsa her yerde böyle keskinlikte insanlar da tartılabilsin! Ömer Hayyam’ın da bir fikrini alalım.”
“Temayüllere aykırı efendim. Bilgisi ziyadedir lakin zaafları vardır!”
“Kalender, kanaatkâr, tok gözlü birisi değil mi? Onun terazileriyle çarşıya pazara adalet geldi. Belki başka konularda da böyle hassas ölçüler getirir. ”
“Biraz ihtiraslı, hem buyurgan olmak gerekir. Ders verdiğinde bile her kafadan bir ses çıkıyor. Bir terazi yapmakla olmaz ki!”
“Bir yel değirmeni gördüm. Milini değiştir su çekiyor, değiştir tane öğütüyor!”
“Nişaburlu’nun değirmeni. Evet Hayyam’ın hüneri. Lakin başka hünerli âlimlerimiz pek çoktur. İki ayrı madeni bir potada eriten ve birbirine rapt eden hüner sahiplerimiz vardır ki cihanda yalnız bizde bulunur.”
“Bilirim Nizam Ata! Demem odur ki mehdilik, deccallik peşine düşüp ayrım yapanlar artmakta. Ömer Hayyam meşrebinde âdemler çoğalsın diye üstada bir vazife versek mi?”
“Aşırılıkları vardır diye söylenir. Bir de şair efendim. Şiirleri de bir tuhaftır!”
“Yüzlerce şaire aylık veririz. Hayyam maaş da istemeden yazıyor. Ne mahzuru var?”
“Şairlerin şimşeklerini çekmemek için parayı vereceksin. Ama uzak tutacaksın. Biraz dünyevi şiirler…”
“Bilirim. Dünyanın geçici olduğunu söylüyor. Bunun acısını hissediyorsa neresi kötü bunun?”
“Çağımızı hicvediyor. Hakkındaki şikayet kağıtları iki heybe oldu neredeyse!…”
Melikşah kaşlarını çattı.
“Vazife vermiyorsak ceza verelim öyleyse!”
Nizam, ceza vermeyi uygun görüyor, Hayyam çapında bir dehayı yanıbaşında istemiyor gibiydi adeta.
Melikşah, Nizam’ı yolcu etti. Tartışmayı dinlerken düşüncelere dalmış Hayyam’a yöneldi.
“Boynunun üstünde başın var demeyecekler sana!” dedi.
“Şu şikayetçilere bak. Ben mi zalimim yoksa bunlar mı zalim? Uğruna kan ve can vergisi verdiğimiz âdemlerin en bilgilileri bunlar. Burada bir tane çobanın ya da fırıncının dilekçesi yok! Tamamı ulemadan!”
Hayyam yıkılmıştı.
“Maalesef, sevmeyenim daha çok!” diye inledi.
Melikşah, Hayyam’ın halini görünce gerçekten üzüldü.
“Sen berk dur Hayyam Ata! Sadece seni yermez bunlar. Her biri yek diğerini kovulamaktalar! Biz bunca memleketi, bu ağalar böyle kem işler görsün diye zapt eylemedik.”
Melikşah kederliydi. Hayyam’a kalbinin ve sarayının kapılarını ardına kadar açtı.
“Gerektiğinde ölmeyi bilen askerlerim var. Fakat yaşayan ve yaşatan âlimlerim seyrektir Hayyam Ata.” dedi.
“Eskiden komşu memleketler halkından, bazı gaddar manastır keşişlerinin şerrinden kaçıp bize sığınanlar olurdu. Yakında bizimkilerin şerrinden Çin’e, Maçin’e kaçanlar olacak böyle giderse!” dedi.
Hayyam’ın kılı kıpırdamadı. Melikşah bir ara:
“Meded ya Hayyam Ata! Bizim çağrımızı, imdadımızı duy. Bize bir atalık et. Gel başını birlikte yüceltek koca devletin!” dedi.
Hayyam “Siyaset zor iştir yapamam. Başladığım hesapları bitiremezsem çıldırırım,” dedi.
“O halde medreseleri sana bağlayalım. Senin mizacında âdemler yetişsin. İhtirassız fakat özlü, kendiliğinden değeri olan!”
Hayyam bu tekliflerin hiçbirini kabul etmedi. İlmî çalışmalarını öne sürdü. Lakin asıl neden siyasi rakiplerden duyduğu ürküntü idi. Bu gerçeği itiraf edemediğinden içinin bir yanı küçük de olsa eziliyor, vicdanı rahatsız oluyordu.
Melikşah ile yeniden görüşmek üzere dostça ayrıldılar. Hayyam geldiği gibi gizlice köşküne döndü.
VIII
Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi. Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli. Can gözünü açınca görüyor ki insan: En büyük düşmanıymış, en çok güvendiği.
Hasan Sabbah, İsfahan’dan aniden ayrıldı. Çekingen olmasını gerektiren nedenler vardı, fakat asıl neden kendine verdiği önemdi. Şam kervanına katılmadı. Zahmetli bir yürüyüşle dağları, vadileri, düzlükleri tek başına aşarak önce Şam’a vardı. Sonra denize ulaştı. Fırtınalar arasında Mısır’a indiğinde neredeyse tükenmişti. Fakat Mısır’da şansı döndü. Adeta yeniden doğdu. Fatımiler’in onu tacı tahtı olan bir melik gibi bağırlarına basmalarının nedeni takipçisi oldukları din anlayışındaki paralelliklerin çokluğu idi. Konstaniyye ile ittifak halindeki Fatimiler, bu eski istihbaratçıda Selçukluları yıpratabilecek