bakarak) Roma Tanrısı ile kıyaslamış gibisiniz, lakin bu resimdeki yüz ifadesinde iç güzellik öne çıkmış. ( Hoten kumaşından yapılmış elbise giyen, uzun lüle saçları omuzlarına düşen, güzel ellerini güllere doğru uzatmış bir genç kızı resmeden diğer portreye bakarak, heyecanla) Bu resimlerdeki ruhi ve cismani güzelliğin son derece uyumlu halini tarif etmek mümkün değil.(zırhlı olanı göstererek) Burda, irade ve cesaret ile güzellik ve nezaket bütünleşmiş. Bir insan vücudunda böylesine yüksek faziletlerin bir arada olması mümkün müdür? (Diğer resme bakarak Leoni’ye sorar) Lütfen söyleyin senyör, şu resimdeki sevgili hayal mahsulu değil mi?
Leoni: Aksine, bu resimle, ben, o büyük insanın gönül güzelliğini, ruh halini tam olarak aksettirdiğimi söyleyemem. Bu olaganüstü Uygur kızı kahramanlık ve güzellik örneğidir.
Konuk: Zaten, Londra müzesinde de Uygurların tarihi ve medeniyetiyle alakalı birçok belge var. Sizin bu değerli eserlerinizde onların yanında yer alsa aydınlık bir sahne daha açılırdı.
Leon: Her neyse… Görüşünüze katılıyorum.
Konuk: Beni memnun ettiniz dostum, şimdi bu kahramanınızın hikayesini tam olarak anlatsanız.
Leoni: Memnuniyetle…
BİRİNCİ BÖLÜM
Geniş bir ova, ormanlık yamaçlar, ekinlik tarlalar, bağ-bahçeler, uzakta bir dağ, yaylak ve otlaklar, verimli arazinin ortasından akan meşhur Tarım Nehri… Perde açılmadan hüzünlü bir ney sesi ile beraber şu şiir okunur.
Dillerden düşmeyen bir destan
Yeri geniş, halkı geniş, bağrı geniş bir bostan
Tarihte bilinen meşhur Ulu Türkistan
Bu diyar ezelden beri Uygur eli
Bu yerde koptu ecdadımın beli
Kan ve terle yeşerdi kutlu zemini
Muhtaclara el uzatan gerçek Bağistan
Bu diyar ezelden beri Uygurlara has
Helal olarak atalardan kalan miras
Mertlik ve yiğitliğe gönül vermiş
Niyeti nurdan ak, koynu güle has
Milletimin tarihi şan ve şerefle dolu
Cihanda namı, şöhreti pek ulu
Moyunçur İpar’dan bize miras Baturluk
Canım cananım ey Ulu Türkistan!
Perde açılır… Şiiri okuyan bir tepeye oturur… Ney çalan genç etrafına bakınır. Bu anda içeriye telaşla bir kişi girer.
Genç: Kamber! Kamber! Şu gelen atlıları görüyor musun, şu gelenleri?
Kamber: (Şaşkınlıkla) Görüyorum… Hatta nehri geçmeye başladılar.
Genç: Tarım’la dalga geçmeye gelmez, bunlardaki de deli cesareti.
Kamber: Cesur ve atik gençlermiş, kıyıya çıktılar bile.
Genç: (Merakla) Bunların arasında Şehzade de var herhalde!
Kamber: Bindiği atlar cins atlara benziyor, çok hareketliler.
Genç : Peh! Peh! Elbiseleri de yıldız gibi parlıyor.
Kamber: (Heyecanla ) İpar! İpar hanım!
Genç: (Şaşkınlıkla) Yok ya! Hançenin (kraliçe) buralarda işi ne?
Kamber: (Aniden dönerek) Onu, ata binişinden tanırım. Atın üstünde şahin gibi oturuşu görmüyor musun!
Genç: (Kafasını sallayarak) Sanki İparhan’la beraber büyümüş gibi konuşuyorsun.
Kamber: Keşke, İparhan’ın nasıl biri olduğunu bir bilsen ey şaşkın! O herkesle eşit, herkesle beraber. Öyle alçak gönüllü ki… Ney çaldığımı görüp yanına çağırmıştı beni, o zaman tanışmıştım.
Genç: Ben de onun hakkında çok güzel sözler işitmiştim; fakat tanışmak kısmet olmadı.
Kamber: Git, köylüye tez haber ilet.
Dışarıda “Atları bağlayın!” diye bağıran bir ses ve İparhan, bir kaç güzel kızla içeri girer. İparhan’ın başında sekiz köşeli börk, ayağında burnu kalkık deri çizme, belinde altın kemer ve altın kınlı kılıç vardır. Bunların hepsi onun güzelliğine güzellik katmaktadır, yanındaki kızlar da aynı şekilde giyinmiştir.
İpar: (Bir tepeye çıkar etrafa şöyle bir bakar) Güzel yurdum, güzel vatanım benim, bu kutlu elimin her bir nesnesi, her bir gülü, aldığımız her yudum havası bizim için kutsaldır, mubarektir. (Hareket eden birini görür) Hey delikanlı buraya gel!
Kamber, derhal gelir, baş eğerek selamlar.
İpar: (Başka tarafa bakıyor gibi yaparak) Şu otlaklarda otlayan hayvanlar kimin ola ki?
Kamber: Süvari askerlerimize verilen atlar, melikem.
İpar: Öyle mi?! Çok güzel, atlı askerlerimizin güçlü tutulması elbette yerinde bir iş çünki süvariler, milli ordumuzun temelini teşkil eder. (Aniden Kamber’e döner) Öyle değil mi, delikanlı?
Kamber : (Sıkılarak) Özür dileyerek söylüyorum, bana göre, harbi yönden, bunun o kadar büyük faydası yoktur.
İpar: Er yiğide savaş usüllerini bilmemek çok ayıptır, ayıp olduğu kadar da çok büyük noksanlıktır. (Kızlar gülüşmeye başlar, Kamber son derece mahçup yere bakar.)
İpar: (Gayet yumuşak bir tarzda) Seni bir yerlerde daha önce görmüş gibiyim.
Kamber: Heytgah eğlencelerinde görmüştünüz.
Ipar: Tamam, orda ney çalan genç sendin degil mi ?
Kamber: Evet,Melikem.
İpar: Neyci yiğitten, cenkci olmaz mı ?
Kamber:
Niye olmasın, olur.
İpar: (Uzaklara dalgın dalgın bakar) Vatanın bir kısmı Cungar ve Mançurya çapulcularının işgalinde. Her an silahlı olmaya, silahlanmaya mecburuz. (Kamber’e bakarak) Ney’in yanında mı?
Kamber: Evet, Melikem (Koynundan ney’ini çıkarır).
İpar: (Ney’i alarak) İşte, bu ney’le bize ruh vereceksin. Söyle, ecdadımızın feryadı figanının sedası olan bu neyle, askerin yanında yürüyerek ney sedası ile cengaverlerimize ruh veremez misin?
Çimen: Köylüler geliyor, İpar’ım.
Kamber: Bizim aksakalllar.
İpar: (Çimene bakarak) Derhal toparlanın!
Çimen: Başüstüne! (Telaşlı ve tedirgin bir şekilde içeriye üç dört yaşlı adam girer ve saygıyle baş eğerek İpar hanımı selamlarlar.)
İpar: Sıkılmayın, rahat edin atalar.
Sözcü