gereken en önemli unsurlardan biridir. Çünkü “atlarını kaybetmiş bir adam, bir hiçtir!” (s. 18) ve bu yüzden atlar korunmalıdır. Bu amaçla atın yelesine kötü ruhları kovacak muskalar asılır ve ata cesaret vermek için kulaklarına türküler söylenir. At ve onun sahibi o kadar bütünleşmiştir ki Borçu, atı Ayı Korkusu’nun ölümünden sonra kendisini “kanatsız bir kuş gibi” (s. 165) hisseder. Moğol kültüründe ne kadar soylu olursa olsun bir yabancının, sürünün baş atını yönetmesine izin verilmez. Ayrıca at, kadından bile daha önemli görülür: “Bir kadını atından çok sevmeye kalkma, bu felaketin olur, senin elindeki en değerli şey o doru.” (s. 112) At, step iklimine uygun, geniş düzlükler ve coşkun nehirlerin bir unsuru olmakla birlikte insan doğasına uyum sağlayabilme yeteneğiyle ön plana çıkar. Ayrıca göçebe ve savaşçı bir toplum için ifade ettiği anlam çok büyüktür.
Moğol ve Türk kabileleri, coğrafi anlamda paydaş olduklarından aralarında kültürel etkileşimin olması beklendik bir durumdur. Söz konusu etkileşim unsurlarından biri de atlara verilen önemdir. Atlı göçebe kültürün bir sonucu olarak Türklerin ata verdikleri önem, Moğollarda da görülür. At, sadece göçebe kültürü içinde yaşayan insanlara bir hareket özgürlüğü tanımak, onların uzak bölgelere ulaşmalarına yardımcı olmak ve böylece sosyal yapıya bir dinamizm kazandırmakla kalmayıp, ordunun askerî yapılanmasını da şekillendiren bir unsur olmuştur. Atların özel bir isme sahip olması, sahip oldukları renk tonlarına göre isimlendirilmeleri (kır, doru vb.) ata verilen önemin bir göstergesidir.122 Romanda Cengiz’in atlara verdiği önem, sonraları oluşturulacak olan Cengiz Yasası’nda açıkça görülecektir.
Ayrıca doğa, bozkır kültürünün diğer bir önemli bileşenidir. Çünkü bozkırda yaşam, doğa ile uyum içinde olmayı gerektirir. Romanda yılların geçişi hatta karakterlerinin yaşları bile mevsimler üzerinden verilir. Örneğin Temüçin, Borçu’nun babası Naku’ya “Bundan yedi bahar önce, ben dokuzuncu baharımdayken, ikimiz birlikte, müstakbel eşimi seçmek üzere annemin anayurduna, Ongirat ülkesine gittik” (s. 23) diyerek öyküsünü anlatmaya başlar.
Bozkırda hüküm süren inançları ve birtakım motifleri de romandan okumak mümkündür. Gökten gelen Bozkurt ile dağlardan inen Güzel Maral’ın Tanrı Dağları ormanlarında insanı yarattıklarına inanılır: “Bilinen tek şey Bozkurt ve Güzel Maral’ın üç ırmağın kaynağında Moğol’u yaratmış olmalarıdır.” (s. 32) Gök’ün üstünlüğü ve kurttan türeme motifine Moğol anlatılarında da rastlanır. Gök Tanrı inancının kurt ve dağ kültü, Moğolların devletleşme sürecinde önemli roller üstlenir. Anlatı boyunca dağların kutsiyeti, sıklıkla vurgulanır:
Dağlar Tengri’nin eşiği, sevgilisidir. Soluğuyla durmaksızın onları okşar, yamaçlarını kazır, başlarını beyaz taçlarla süsler. (…) Tüm dünya çöle dönüşseydi, tüm topraklar cılk yaraya kesseydi, hayat hâlâ dağlarda soluklanırdı, çünkü dağlar sadece ruhlar için bir kutu değil, Tengri’nin mesajlarını bıraktığı yerdir. İhtiyarların ölecekleri zaman Tengri’nin mesajları başkalarınca bilinmesin diye dağlara uzanmalarının nedeni bu değil mi? (s. 71)
Cengiz, zor zamanların içinden geçerken Tanrı Dağı’na çıkıp inzivaya çekilir ve Kutsal ile iletişim kurar. Dağ, birleştiren, derleyip toplayan bir figür iken; kurt, hanedanı ve devleti temsil eder. Göktürklerde hanedan sembolü olan kurt, Moğollarda da en önemli hayvan figürüdür. Kurt dışında adı geçen Güzel Maral da kadim anlatıların önemli bir figürüdür. Göktürklerden sonraki topluluklarda kurt ve geyik motifi bir arada kullanılır. Geyik, Moğolistan ve kuzeyinde yaşayan kabileler arasında kurttan önceki kutsal motiftir. Geyik, henüz hiyerarşik bir devlet yapılanmasının olmadığı zamanları (boylar) temsil ederken; kurt, ordu-devlet düzeni içindeki yapılanmayı temsil eder. Bu metafor, doğada kurdun avcı, geyiğin de av olması bağlamında düşünüldüğünde daha da anlam kazanır.123 Moğol Kurdu’nda roman boyunca kutsal bir kurdun dolaşımına şahit olunur. Kurt, başı yukarıda ülkesini denetleyen, her tür değişimi gözden geçiren, burnunu batıya çevirip çevreyi koklayan, yüzünün sakinliğinde ve bakışlarında Temuçin’den izler taşıyan bir sembol olarak kullanılır. Bu benzetme ile Temuçin ve Bozkurt arasında bir anlam ilgisi kurulur.
Moğollar zaman içinde pek çok farklı kabile ile temas kurduğundan farklı inanç sistemleri ile karşılaşırlar. Cengiz Han, tüm inanç sistemlerine ve din adamlarına saygı duyan tarihi bir kişiliktir. Bu farklılığın içinde Moğolların ağırlıklı olarak Şamanizm’i benimsendiği görülür. Moğol toplumunda Şamanizm ile Gök Tanrı inancı kaynaşmış bir durumdadır. Romanda toprağın, suların, ateşin, ataların ruhları ile dört bir yan kutsanır. “Şamancılık veya Kamcılık olarak bilinen Şamanizm inancı bir dinden ziyade merkezinde şamanın yer aldığı, kendine has inanç ve ritüelleriyle farklı formları bulunan, vecde dayalı bir yöntemdir.”124 Moğol devlet geleneğinde, şamanların siyasi otorite üzerinde ciddi bir etkisi mevcuttur. Cengiz Han da ataları gibi şaman geleneği içinde yetişir. Ancak belirtmek gerekir ki Cengiz yönetimi altında geçen yıllarda şamanların siyasi erk üzerindeki etkisi azalmıştır. Çünkü güçlü bir siyasi otorite için şamanların yönetim üzerindeki etkisinin kırılması gereklidir. Romanda Şaman Kököçü’nün başına gelenler, Cengiz’in bu konudaki tavrını açıkça gösterir.
Şamanlık, babadan oğula geçen irsî bir durumdur ve bir şaman, halk sağlığı ile ilgilenen, şifacı, büyücü, gelecekten haber veren, kâhin, ruhlarla temas kuran, kötü ruhları kovan, Tanrı ile insan arasında aracılık eden kimsedir. Cengiz Han, en çok şamanların gösterdiği kehanetlere ilgi duyar. Şaman Kököçü, romanda Cengiz Han’ın en fazla saygı duyduğu isimdir. Zira Kököçü, Cengiz lehine kehanetlerde bulunur ve Temuçin’e Cengiz adını verir:
Üç şafaktan beri, Tengri bana mavi bir baştankara kılığında görünüyor. Her sabah aynı kuş çadırın tepesine konuyor ve üç defa ötüyor… Cengiz! Cengiz! Cengiz! Sonra kanatlarını açıyor, güneş ışınlarını yayarken, duman deliğinden bir gökkuşağı giriyor. Bu çadır, Kağanımızın çadırı. Tengri’nin işareti benim için kayanın üzerinden geçen çağlayan gibi açık, geri çevrilemez: bana seçileni gösteriyor. Artık Temuçin yok! Tengri’nin yeryüzündeki iradesi Cengiz yaklaşsın. (s. 367)
Kököçü’nün saygınlığı arttıkça ailesinin saygınlığı da artar. Ancak bu durum, bir süre sonra Cengiz ve ailesi için sıkıntı oluşturmaya başlar. Şaman Kököçü, siyasi erke yaklaştıkça, Cengiz’in kardeşleri ile arası açılır. Cengiz Han’ın kardeşi Kasar, şamanların ayrıcalığını istemediği için Kököçü, Cengiz Han’ı kardeşine karşı doldurur. Cengiz Han, Kököçü’nün etkisiyle Kasar’ın yetkilerini elinden alır. Bir süre sonra Kököçü, diğer kardeş Temüge ile uğraşmaya başlayınca, Cengiz Han’ın karısı Börte, Köküçü’ye karşı dikkatli olması hususunda onu uyarır. Kököçü’nün ünü her geçen gün daha da yayılır. Bunu fark eden Cengiz Han, Te-müge’ye “Kököçü güneşin doğuşundan sonra buraya geldiğinde, ona istediğini yap” (s. 391) diyerek, Kököçü’nün öldürülmesine seyirci kalır ve buradan büyük bir ders çıkarır. Zaafın her türlüsü, onun, başkalarının kontrolü altına girmesine neden olabilecektir. Cengiz Han, dini misyonunu kullananlara karşı mesafeli durması gerektiğini anlar. Cengiz yaşamı boyunca tüm dinlere saygı duymayı ve eşit mesafede konumlanmayı tercih eder.
Bozkırda hüküm süren inanç ve değerler sistemi, coğrafyanın dayattığı şartlar, Cengiz’in yazgısından kaynaklanan zorluklar; bozkırın ruhunu taşıyan