Marsel Garipov

Ebedî Aşk


Скачать книгу

sel Garipov

      Ebedî Aşk. Abdullah Tukay ile Zeytüne Mevlüdova Hikâyesi

      Şehir kütüphanesinin duvarını boydan boya kaplamış, oldukça büyük bir beyaz karton kâğıdın üzerine yapılmış Aleksandr Puşkin’in soy ağacını görünce içimden bir of çektim. Neden Abdullah Tukay’a da böyle bir ilgi gösterilmiyor? Puşkin’in hayatının her günü incelenmiş, gidip gördüğü her yer anlatılmış, tanıtılmış hatta bütün sevgililerinin sayısını dahi vererek yirmi sekiz kez âşık olduğunu da yazdıklarını hatırlıyorum. Büyük Tukay’ın ise yaratıcılığı ve hayatının bazı dönemleri hâlâ aydınlatılamamıştır. Aşk münasebetlerine gelince araştırmacılarımız acaba çok edepli mi davrandılar yoksa yaşadıkları çağın taleplerine göre mi hareket ettiler, belli değil.

      Tukay, hayatına yetim başlayıp yalnız, kimsesiz, ailesiz, evsiz barksız yaşamış hatta şahsî arşivini dahi sepetlere yükleyip beraberinde taşımak zorunda kalmış biridir. Sanki Tatar milletinin acı kaderini tatmış, çocukluğunu aç ve sefil bir biçimde yaşayıp genç mezara giren millettaşlarının kaderine ortak olan bir şahıs olmuştur. Bu sanki Tatar milletinin dört yüzyıllık hayat faciasının bir göstergesiydi.1 Bir de bu, bütün Avrasya’da insan hayatının modernleşmeye başladığı bir zamanda! Birçok Rus yazarının bahçeli konakları varken bizim aziz Abdullahımız, neden bu hayatı evsiz barksız, eşsiz yaşamak zorunda kaldı? Kimler ona âşık olmamış ki, kimler ona mektup yazmamış ki! İlk aşk şiirinde artık Tukay şöyle demekteydi:

      Ey güzel, gel karşıma, gül, tebessüm et lütfedip;

      Ben de etrafında senin döneyim bir döneyim!

      Sallar aheste aheste beni bu dert beşiği:

      Ne zarar? Ölünceye dek sallanayım sallanayım!

      Bir gün gelir de bu hayaller gerçekleşir mi?

      Ne yazık ki otel odalarında yaşamak zorunda olduğundan şairin hayatını aydınlatacak belgeler, Abdullah’a yazılan mektuplar ve onun bu mektuplara yazdığı cevapların çok azı arkadaşlarınca koruna bilmiştir. Tukay’ın Doğumunun 90. Yıldönümünde yayınlanan dört ciltlik eserde yirmi üç mektubu yer almış; 1986 yılında ise Doğumunun 100. Yıldönümünde yayınlanan beş ciltlik eserde ise otuz dört mektubu yayımlanmıştır. Buradan yola çıkarak inanıyoruz ki önümüzdeki yıllarda şairin eksik mektupları bulunur, geçen yıllara rağmen şaire olan ilgi artar. Çünkü onun şiirleri, halkın gönlünde saklıdır.

      Bir zaman, öğrencilerde merak uyandırmak için tarih dersinde yapılan bir yarışmada “Ik nehrinin hangi civarında Puşkin, Aksakov2 ve Tukay’ın yolları kesişmiştir.” diye bir soru sordum. Tabii ki bunu bilmek için üç yazarın da eserlerini okumak gerekir diye öğrencilere bu yazarların kitaplarını tavsiye ettim. Ama Tukay’ın doğrudan Ik nehrini anlatan bir eseri olmasa da şairin o bölgeden geçtiği yolları bir kez daha araştırmak gerekir dedim. Ayrıca çocuklara şairin Tatar edebiyatının gelişmesindeki rolünü de anlattım.

      Tatar tarihinde XX. asır, Tukay asrı oldu. Çünkü bu dönemde şairimizden daha meşhur başka bir şahsiyet yoktu. XXI. yüzyılda da Tatarlarda onun tesirleri güçlü bir şekilde devam ediyor. Çok ilginç bir dünyada yaşıyoruz. Başkurtlar Tukay’ı “Bizim Şair” diyorlar. Kazak ve Özbekler de yakın ve kendilerinden sayıyorlar. Onun eserleri bütün Türk ülkelerinde okunuyor.

      Şairle ilgili araştırma yaptığımız Başkurdistan topraklarından daha yeni döndük. Sağdan soldan duyduklarımıza inanmak istemesek de “halk derse hak der.” diyerek Tuymazı ilçesinde bulunan beş Bişende köyünde inceleme yaptık. XX. yüzyıl başlarında bu köyler Samara vilayetinin Belebey kazasına bağlıydılar.

      Son yıllarda bazı gazete ve dergilerde hatıralar yayınlandı. Tukay’ın sevdiği kız Bişende köyünün medresesinde kız çocuklarına eğitim vermiş! Bu medresenin Karan Bişende köyünde olduğunu Enver Nizametdinov’dan öğrendik. Enver Nizametdinov, bu medresede tarih öğretmenliği yapmış. Şimdi emekli olmuş. O döneme ait hatırası olan Sılu Yakupova-Bulatova Hanımı da bulduk. Bu Hanım, o dönemde medresenin müdüresi imiş sonra da köyün muhtarı olarak çalışmış. Onun annesi de aynı medresede eğitim görmüş. Sılu Abla annesinin söylediklerini kelimesi kelimesine bize aktardı. O günden bu güne doksan yıla yakın zaman geçmiş. En önemlisi, yine bir şeyler bulduk. Cami, medrese, Muhammetşah Molla’nın konağı çoktan yok olmuş ama yine de altı köşeli evi korunmuş. O evde Molla’nın torunu yaşıyor. İşte o devrin şahitleri: Evin duvarları, sırlı kapıları, taş mahzenleri…

      Değerli okurum, acele etmeyelim. Bu olaylar öncesi âşıkların daha beş yıl tanışma ve görüşme süresi olmuş. Beş yıl, altmış ay demek. Âşık olanların her günü ıstırapla geçiyor değil mi? Yirmi bir bin dokuz yüz gün ve gece! Bazı geceler ise “göz kırpmadan” geçmiş…

      TUKAYEV

      Tatar âleminde, halkın asil oğul ve kızlarının demokratik değişimlere büyük umutlar bağladığı döneme gidelim. Rusya’da ikinci devrimin gerçekleştiği, olayların arttığı 1907 yılı. Tukay ve sevdiği Kazan’a, Tatar dünyasının merkezine aynı yılda geliyorlar. Abdullah Tukayev, artık Tatar âleminde tanınmış milliyetperver şair ve gazetecidir. Kazan’a, doğup büyüdüğü topraklara dönmek onun için hiç de kolay olmadı. Uralski şehrinde de milletinin değerli bir şair olmasına rağmen orada onun çalışabileceği bir yer kalmamıştı. Onun çalıştığı “El-Asrel Cedit” dergisi ve “Fikir” gazetesi kapatılmıştı. Bir de bu olayın üzerine sevdiği kızın verdiği acılar eklenmişti. Ahmet Feyzi’nin3 yazdığı gibi Abdullah’ın sevdiği Serbi’yi fakirlikten aciz kalan ailesi bir çuval pirinç, bir çuval kuru üzüm ve elli sum paraya aldanıp Buhara’dan gelen zenginlerle gönderiyorlar… İşte, Tatar güzelinin değeri bu kadarmış.

      Ah güzel kız! Aşkınıza bunca şiir söyledim,

      Zerre kadar meylin varsa kabulüm ben, kabulüm!

      Ayrılık perdesi ile örtülüdür aramız,

      Allah’ım, aramızdan kaldır şu kara perdeyi.

      Son umutları kaybolan Tukay baharda Kazan’a gitmek için can atar. “Taş gibi katılaştı başım; çeşme gibi iradesiz aktı gitti gözyaşım.” der şair acı bir şekilde. İyi ki böyle zamanlarda ona devamlı mektup yazarak destek çıkan arkadaşları var. Kazan’da her hafta yayınlanan “El-Islah” gazetesi muharriri Vefa Bahtiyarov gazete çıkarma izni alınca Tukay’a 1907 yılının 25 Nisanında bir mektup yazarak daima irtibat halinde olalım demiştir. Bu mektuptan sonra, yirmi bir yaşına gelen şair, kendini bütün hayalleri ile Tatar merkezinde bulur. Aynı bahar rüyalarını süsleyen Başkent için “Par At” (“Çift At”) adlı şiirini yazar. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen şair, çocukluğunu hatırlayarak şiirinde Kazan’a dönüşünü anlatır. Başkent’te yalnız kalmayacağına dair içinde bir ümit doğar!

      Ey Kazan! Coşkun Kazan! Dertli Kazan! Nurlu Kazan!

      Buradadır atalarımın bucakları, köşeleri,

      Buradadır dertli gönlün hurileri, cennetleri.

      Burada hikmet, marifet ve burada irfan, burada nur;

      Buradadır ince bellim, cennetim ve buradadır hurim.

      Bu mısralar şiirin ilk varyantı. Tukay, sevdiği kızı Kazan’da tanıyınca iki yıl sonra “bellerim” sözünü “belim” diye değiştirmiştir. Bu olay aynen şöyle olmuştur: O, kara gözlü güzel kıza Başkent’in merkezinde rastlar. Cennet kızı huri de Tukay’a Kazan’da âşık olur. Sevdiği kız için huri tanımlaması da şairin aklına 1906 yılının güzünde Lermontov’un4 “Gök Kızına” adlı şiirini çevirirken geliyor. Tukay bu tanımlamayı kendine göre genişletiyor ve ona yeni tasvirler ekliyor. Böylece “Gök Kızına” şiirinin çevrisinin hacmi de büyüyor ve aşağıdaki şekilde tamamlanıyor:

      Güzelsin sen, zebercetsin, bir lâlsin,

      Lâkin insan kızı kadar değilsin.

      Senin hüsnün, doğrudur övülmeli.

      Ama