Kemal Beyatlı

Baharı Kim Kaçırdı?


Скачать книгу

döndüğünde Hilmi hâlâ şiirin etkisinde kalmış olmalı ki, akşam Şakir Dayı’nın kahvesine uğramış ve o duymuş olduğu şiiri sorup soruşturmuştu. Faruk Nafiz Çamlıbel’in kızına yazmış olduğu Kızıma şiirin tamamını genç birisi cep telefonundan bulup kâğıda yazmıştı. Hilmi sık sık o şiiri okurdu. Hele Bahar’ı her kucağına aldığında yanaklarından öperek şiiri okurdu. Arkasından;

      “Kızım büyüyünce şair olacak ve babasına da Babama adında bir şiir yazacak.” Demişti. “Öyle değil mi Bahar’ım?”

      “Bahar’ım” kelimesini kimden bir kez daha duyacak, kimden çap canlı ismini duyacak? Şair olsa da Babama adında şiir yazsa da duyuracak kişinin önünde okuyup sonra da kendini kucağına atmak olmadıktan sonra neye yarardı…

      Yazın lav püskürdüğü bir günde Arif ve Hilmi her biri kendi kamyonuyla Musul’dan Kerkük’e karpuz taşıyorlardı. Arka arkaya yol almışlardı. Vakit, güneşin batışından birkaç dakika sonraydı. Arif kamyonuyla önden gidiyordu. Hilmi ise kamyonuyla arkadan geliyordu. Yol bu, araya bazı binek arabalar veya başka araçlar girebilir düşüncesiyle Kuştepe’ye her hangisi daha erken varırsa durup diğerini bekleyecekti. Kuştepe’de yol kenarında derme çatma dinlenme yeri vardı. Tam teşekküllü şehirlerarası bir dinlenme tesisi değildi. Yine de kamyoncular orada durur dinlenirdi. Acıkmış olan da oradaki marketten, büfeden bir şeyler atıştırırdı. Arabalarına –gerekirse– su yağ ilave ederlerdi. Lastik problemi olan varsa da oradaki kulübede lastikçi ustası işlerini görürdü.

      Öyle de oldu. Yolda araya bazı binek arabalar, kamyon, kamyonet ve birkaç kez de köylerden yola yakın çıkan traktörler de trafiğe katıldı. Arif ile Hilmi’nin kamyonlarının arası açıldı.

      Arif hayli önden gidiyordu. Aniden bir ses ve arkadaki binek arabanın biri yoldan çıktı. Toprak yolda birkaç takla attığını yan aynadan gördü. Alçak bir ses tonuyla kendi kendine konuşur gibi:

      “İnşallah içindekilere bir şey olmamıştır.” dedi.

      Bir sigara yaktı. Ayağını biraz gazdan çekti. Yavaşladı. Teybi kapattı. Meraklıydı hoyrat dinlemeye. Cihat Demirci, tespih taneleri gibi hoyratlarını art arda döktürüyordu. Fakat içine bir sıkıntı girdi o an. Bir şey dinlemek istemedi. Dudakları arasında tuttuğu sigarayı çekti attı. Paketten bir sigara çıkardı. Yaktı. Öncekini yarılamıştı oysa. Neden öyle yapıyordu. Kendisi de bir anlam veremedi. Gözünü sağ ve sol aynalardan ayırmadı. Arkadan gelecek Hilmi’nin kamyonunu gözlerken bir patlama sesi duydu.

      “Hayırdır İnşallah” der demez başka bir arabanın yanarak yoldan çıktığını gördü.

      Arkalarda bir şeyler oluyordu.

      Güneş sessizce çekilmeye başladı. Gök üstüne kara bir çarşafı çeker gibi her yer kapkara oldu. Arkalarda uzakta yanan arabanın ateşi biraz etrafı aydınlatsa da gelen arabalar siyah dumanın arasından bir tünelin içinden çıkar gibi görünüyordu. Önce farları siyah dumanlar arasından süzülüyor, siyah dumanlar farların camına yapışıp loş ışıklar zor görünebiliyordu. Sonra arabaların dış çizgileri belirleniyordu. Hilmi işkillendiyse de kamyonu durmakla sürmek arasında sağ şeritten devam etti. Bu kez daha da ağırdan gitti. İkinci viteste hızını sabitlemiş gibiydi. Geriye dönüş imkânı hiç yoktu. Yaklaşık on kilometre ileride ancak dönüş için bir göbek vardı. Bu hızla yirmi- yirmi beş dakikasını alabilirdi. Cep telefonuna sarıldı ve Hilmi’yi aradı. Karşı taraf telefonu açmadı veya açamadı. İşkillenmek endişeye, endişe korkuya dönmeye başladı. Gaza bastı. İki yönlü yolda diğer karşı yönden gelen araçların da yavaşladıklarını gördü. Dört çekerli olan arabalar ani manevrayla toprak yola sapıp gelişin ters istikametine yani Kerkük istikametine döndüklerini gördü. İşte o anda “eyvah” boğazına yapıştı.

      Gün batımıyla Erbil-Kerkük arasında teröristler pusu kurmuşlardı. Guruplar hâlinde silahlarıyla yollara akın etmişlerdi. Geçen arabaları durdurarak şoförlerin paralarını yağmalayıp, keyiflerine göre de kimi zaman şoförü öldürüyor, arabayı yüküyle birlikte gasp ediyorlardı. Dur ihtarına uymayan aracı RBC 7 füzesiyle vurup arabayı yangın kümesine çeviriyorlardı. Şoför cesurca hareket edip arabadan atlarsa onu da otomatik silahlarla tarıyorlardı.

      Arif, Kuştepe durağına vardı. Kamyonu park etti. Tekrar tekrar cep telefonuyla Hilmi’yi aradı. Nafile. Hiç cevap alamadı. Kuştepe’de Arif sabahladı. Gözüne hiç uyku girmedi. Hilmi ne geldi ne de Hilmi’den bir haber geldi. Zaten Arif’in arabasından sonra Erbil’den Kerkük istikametine üç– dört araba geçtikten sonra yolda başka araba görünmedi.

      Kuşluk vaktine yakın Erbil–Kerkük yolu normale döndü ve arabalar yollarda görünmeye başladı. Hilmi toprak yolu aştı ve asfalt yolda beklemeye başladı.

      Hilmi gelmedi!

      Karşı tarafa geçti ve Kerkük’ten Erbil’e giden arabaların birine atladı. Kuştepe’deki dinlenme tesisinden yaklaşık otuz kilometre gittikten sonra Hilmi’nin kamyonu kül yığını gibi yolun kenarında durduğunu gördü. Yaklaşık bir kilometre mesafede iki binek araba daha yanmış ve bir araba da takla atmış tam ters şekilde yolun kenarında duruyordu. Arabaların etrafında meraklı birkaç kişi vardı. Arif bindiği arabadan atladı ve Hilmi’nin kamyonuna yaklaştı. Şoför kabinini aradı kamyonun etrafında dört döndü. Hilmi’den eser yoktu.

      Başka bir arabaya atladı doğru Erbil’e gitti. Erbil girişindeki kontrol noktasındaki polislere, dün akşam yolda yaşanan olayı sordu.

      “Duyduk,” dediler. Başka bilgileri olmadığını söylediler.

      Yanan arabalardaki insanlar ve şoförlerin akıbetini sordu soruşturdu. Kontrol noktasındakiler duvar kesildiler. Telaşlı bir şekilde başka bir araba durdurdu. Şehrin girişinde bir taksiye atladı ve hastane hastane, karakol karakol dolaştı. Emniyet müdürlüğüne gitti. Vakit ikindiden akşama akıyordu. Emniyet müdürlüğünde mesai bitmişti. Hiçbir bilgiye ulaşmadı Arif.

      Hilmi’nin başına nelerin geleceğini hiç düşünmek istemiyordu.

      Daha beteri Kerkük’ten beraber yola çıkıp şimdi yalnız dönüşünü Türkan’a nasıl söyleyecekti?

      “Hilmi ile yoldaydık. Erbil’i geçtik ama ne olduysa birkaç dakikada oldu ve Hilmi gelmedi. Kamyon yanmış ve Hilmi yok oldu!” Bu gibi cümleleri insan kafasında kurgulaması kolaydı, ama Türkan’a hangi yürekle söylenecekti? Çözülmesi çok zor bir duygu düğümü bu! Yıllar oldu hep beraber yolculuğa çıkarlardı. Lanet olası bu terör belası Türkmeneli Bölgesi’ne musallat olduğu günden beri yaşamak– ki buna yaşamak denilirse– çok zorlaştı.

      Begler Mahallesi’nde her şey normal seyrediyordu o gün. Her zaman Hilmi ile Arif şehrin dışına sefere çıkarlardı ve birkaç gün gecikebilirlerdi. Tek başlarına sefere çıkmış oldukları çok nadir idi. Birinin kamyonunda arıza olup işe çıkamadığı günlerde ancak diğeri tek başına işe yani sefere çıkardı. Hilmi ile Arif’in dostlukları askerlik dönemine dayanırdı. Beraber idiler askerlikte. Kader onları bir de aynı mahallede kapı komşusu yapmıştı. Eşleri de çok iyi anlaşırlardı. Abla kardeş gibiydiler.

      Bu kez de ikisi beraber yola çıkmışlardı. Fakat biri döndü diğeri dönmedi.

      Arif döndü Hilmi dönmedi.

      “Hilmi neden dönmedi?”

      Türkan sormayacak mı?

      Bütün bunları Arif düşündükçe kahroluyordu. Kamyonu arka boş alana park etti. Motoru durdurduktan sonra başını direksiyon üzerine koydu. Kaç dakika hatta kaç saat başını direksiyona dayayıp öylece kalmıştı.

      Zaman, nasıl ölçülür böyle