bir kez daha kazandı…” demiş. O zamanlar hapiste yatan Nazım, Paşa’ya şu cevabı göndermiş: “Paşa dua etsin ki, savaşı kazandı. Yoksa o da şimdi burada, benim yanımda olurdu…”
Nazım Hikmet, memleketine ve halkına duyduğu karşılıksız sevgisini yalnız şiirlerinde, yazılarında değil, dostlarına gönderdiği, onlardan başka kimsenin okuyamayacağı en mahrem mektuplarında da ifade ediyordu Va-Nu’ya yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyor:
“Dünyanın en güzel halklarından biri olan Türk halkının ve dünyanın en güzel dillerinden biri, belki de birincisi olan Türk dilinin, yabancı memleketlerde tanınmasına vesile olabilmek ömrümün en büyük sevinci ve şerefidir.
Yaşasın büyük ve ölmez ve uğrunda hapislerde yatmaya değer Türk halkı.”
Va-Nu, Nazım’ın en yakın ve kadim, aynı zamanda şairin ölümünden sonra “Bu Dünyadan Nazım Geçti” adlı eseri de yazan Vâlâ Nureddin’in mahlasıdır. Bu kitabın sonraki sayfalarında, onun bu eserinden genişçe istifade edeceğim. Burada sadece onun bir düşüncesini aktarmak istiyorum. Va-Nu; “Ortak Türk dilini Nazım Hikmet yaratı,” diyor.
Gerçekten de yaşadığımız bugünlerde “ortak Türk dili”nin oluşturulması gerektiğinden sıkça bahsedilmektedir. Bu ortak dili, -ez azından Azerbaycan ve Anadolu Türklerinin anlaşabileceği bir dili- yıllar önce Nazım Hikmet oluşturmaya çalıştı.
Bin yıllık Türk şiirinin en büyük sanatçılarından birine, Türk dilinin mucizeler yaratan üstadlarından birine kayıtsız kalıp bu edebiyatı, bu dili sevmek nasıl olur, bilemiyorum. Bazı solcular ifrata varıp Nazım’ı yalnız ve yalnız bir “komünist” olarak değerlendiriyor, benzer şekilde bazı sağcılar da genellikle onun eserlerinin estetik değerini azaltmak, hatta yok saymak için çaba sarf ediyorlar ve ondan çok daha zayıf şairleri, sırf ideolojik yakınlığından dolayı Nazım’dan üstün tutuyorlar. Nazım’ın dünyaya yayılan şöhretini bile küçümsüyorlar. Bütün bu çabalar abesle iştigal etmektir. Kitapları dünyanın bütün önemli dillerine çevrilmiş ve onlarca ülkede basılmış olan bir şairin büyüklüğünü sadece milyonlarca okuyucu değil, XX. asrın büyük şahsiyetleri de tasdik etmişlerdir. Aklı, idraki olan hiç kimse bunları görmezlikten gelemez. Picasso gibi dahi bir sanatçı, Nazım’ın şiirlerinin kendisinde yarattığı etkiyi, “Sanki pınara gidiyorsunuz” sözleriyle ifade etmiştir. Ünlü Fransız şair Louis Aragon, “Nazım Hikmet XX. asrın en görkemli aydınlarından biridir, Eyzenşteyn, Brecht ve Picasso ile yan yanadır,” demiştir. Alman yazar Alfred Kurel’a ise şöyle der: “Nazım Hikmet dünyanın en büyük şairlerinden biri diyorlar. Hayır, biri değil en büyüğüdür.”
Nazım, “Ben dünyanın en hür komünistiyim,” derdi. Sovyet Devleti, ona fazlasıyla layık olduğu “Lenin Ödülü”nü vermedi, bu ödülü Nazım’ın ancak topuğuna çıkabilecek şairlere vermeyi uygun gördü. Şüphesiz bunun nedeni, onun “En hür komünist” olmasıydı. Batı dünyası ise onun çoktan hak ettiği Nobel Ödülünü, bir komünist olmasından dolayı vermedi. Bunlara rağmen Nazım’ın büyüklüğünü ve üstünlüğünü nice Nobel ödülü sahibi Pablo Neruda, Miguel Angel Asturias, Boris Pasternak, Frederic Joliot, Curie Joliot, Jean-Paul Sartre, Albert Camus ve Halldór Laxness gönül rahatlığı ile teyit etmişlerdir.
“Vefalı dost, yiğit savaşçı, insan düşmanlarının amansız düşmanı; her yerde insana hizmet etmek, ama hiçbir şeye kayıtsız kalmak istemiyordu. Bilirdi ki, insan yaratılmış bir mahlûktur ve fakat asla dünyaya hazır gelmiyor, insanın durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratması gerekmektedir. Sözün kısası, dün Pascal’ın Hz. İsa hakkında dediği gibi ve bugün de Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘asla uyumamak’ lazımdır. O asla uyumadı. Önemli olan odur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu.” Jean-Paul Sartre.
“Büyük Türk şairi Nazım Hikmet’in şahsiyeti Latin Amerika’da inanılmaz bir heyecan yaratmıştı. Onun, Türkiye’nin kurtuluşu için savaşması bizim şair ve yazarlarımızın verdiği mücadeleyle aynıydı. Çok farklı, birbirinden çok uzak yıllarda Nazım Hikmet ve bizim yazarlarımız aynı insani hasrette ve şairlerimiz de aynı insani problemleri ifade etmede birleşiyordu.” Miguel Angel Astuiras.
Latin Amerika’dan diğer bir Nobel Ödüllü şair Şilili Pablo Neruda, Viyana’da Zekeriya Sertel’e şöyle demiş: “Nazım’a sahip çıkın, biz onun yanında şair bile sayılmayız.”
Yalnız çağdaşları değil, daha sonraki nesillerden, bir zaman çok popüler olan sanatçılardan İngiliz drama yazarı Harold Pinter’dan tutun Rus şair Yevgeni Yevtuşenko’ya kadar birçok şair de Nazım’a hayran olanlar arasındadır.
Türkiye’de de Nazım’ın değerini, yalnız solcu yazarlar değil, onun “Türkçe’yi güzelleştirdiğini” itiraf eden Ziya Gökalp, “Türk şiirinde kudretini ispat etmiş ve sanat savaşında zafer bayrağını çok yüksek bir tepeye dikmiş” olduğunu söyleyen Halit Ziya Uşaklıgil, “Özgünlük, ilham ve kudret bakımından şaheserler sayılabilecek şiirler yazdığını” söyleyen Halide Edip Adıvar, “Nazım’dan sonra hiçbir şairin bu şöhrete ulaşamadığını” yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi tamamen farklı düşüncelere sahip şahsiyetler, Türk edebiyatının ve fikir dünyasının mümtaz simaları da anlamışlardır.
Vaktiyle genç Nazım’ın hücumlarına maruz kalmış, şairin kırmak istediği putlardan biri, Türk edebiyatının büyük klasiği Abdülhak Hamid şöyle diyor: “Nazım Hikmet Bey, benim eserlerimi, hata yapmadan bir sayfa bile okuyamaz… Anlayamadığı halde nasıl tenkit edebilir? Ama ben hakkı teslim eden biriyim. Nazım Hikmet’i kendi tarzı içinde beğeniyorum, istidadı var.”
Vâlâ Nureddin’in rivayetine göre Türkiye Cumhuriyeti’nin milli marşını yazan şair Mehmet Akif de (Nazım Hikmet, Mehmet Akif -Tevfik Fikret çatışmasında Tevfik Fikret’in taraftarı olmasına rağmen) Nazım’dan övgüyle bahsedermiş.
İnançları, siyasi bakış açıları itibarıyla Nazım Hikmet ile farklı cephelerde yer alan görkemli siyasetçilerden Cemal Paşa, İsmet Paşa, Alpaslan Türkeş ve Süleyman Demirel de onun büyük bir şair olduğunu inkâr etmiyorlardı.
Benim için, edebi ahlak açısından görkemli Türk edebiyatı âlimi Ahmet Kabaklı’nın, Nazım Hikmet ile ilgili düşünceleri çok önemlidir. Ahmet Kabaklı, dev eseri olan beş ciltlik “Türk Edebiyatı” kitabında, Nazım’a ait bölümü ayrı bir kitap olarak yayımlamak istiyormuş. Ahmet Kabaklı, akideleri, dünya görüşü itibarı ile Nazım Hikmet ile taban tabana zıt konuma sahip olan, komünizm ve Sovyetler Birliği karşıtı biridir. Ama bunlardan daha önemlisi, vicdan sahibi bir edebiyat tarihçisi olmasıdır. Nitekim objektif ve ciddi bir ilim adamı olan Kabaklı, Nazım Hikmet’in bir şair ve sanatçı olarak hakkını teslim etmiştir.
Ahmet Kabaklı şöyle yazıyor:
“Nazım Hikmet, Abdülhak Hamid’den sonra Türk şiirinde en aşırı biçim, ritim ve muhteva yenilikçisidir. Servet-i Fünuncular ve sonraki nesiller, nasıl az ya da çok Hamid’in tesirinde kalmışlarsa, Nazım Hikmet’ten sonra gelen ve Birinci Yeni (Garipçiler) ve İkinci Yeni olarak adlandırılan edebi akımlar ve bu akımlara mensup olmayan diğer şairler de, Nazım Hikmet’ten biçim, tema, duyuş, üslup ve ilham aldılar…”
Nazım Hikmet’in siyasi görüşlerini katiyen kabul etmeyen, bu cihetten ona tamamıyla muhalif olan Kabaklı, “Bu memlekette hâlâ Nazım’ı tanımak ve tanıtmak konusunda çekingenlikler olmasından” yakınır.
Ahmet Kabaklı, Nazım’ı okuyup objektif ölçüler içinde tahlil etmektense, ondan hâlâ bir kavga ve öç alma