Akedil Toyşanulı

Türk-Moğol Mitolojisi


Скачать книгу

edil Toyşanul

      Türk-Moğol Mitolojisi

      Sunuş

      Yüce baytereğin çift dalı gibi bereketli, ulu ırmağın ikiz kolları gibi dallı budaklı Türk-Moğol halklarının derin tarihinin kökleri ile medenî mirasının bitmez tükenmez kaynağının ortak gelenekten çıktığı gün gibi açık bir hakikattir. İnsanlığın medenileşmesinin ulu kervanında Türk ve Moğol halklarının başlangıçta yan yana ve birlikte daha sonra da ayrı ayrı yol aldıklarını, birbirlerinden uzaklaştıklarını, zamanın zikzaklarında tekrar yakınlaşıp buluştukları anların da olduğunu bu halkların tarihini, dilini, gelenek-göreneklerini inceleyen bilim insanları söylemektedir. Fakat bilim dünyasında Türk-Moğol birliği meselesi çok erken bir zamanda ele alınıp sağlam bir şekilde gündeme taşınmasına rağmen bugüne kadar onun çözülememiş yerleri, gelecekteki araştırmacıları bekleyen epeyce tartışmalı alanları vardır. Altayistik araştırmalarında, “Bu halkların kökeni, dili ile kültürü ortak mıydı yoksa karşılıklı ilişkiler çerçevesinde mi bu ortaklıklar meydana geldi?” sorularına hâlâ sağlam bir şekilde cevap verilememiştir. Bizim düşüncemize göre, böyle karmaşık bir durumun ortaya çıkışının çeşitli sebepleri var. Türk-Moğol halkları Baykal’dan Balkan’a, Altay’dan Anadolu’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, bununla birlikte zaman açısından bakıldığında farklı devirlerin karışık yollarından geçip ardında da sırlı bir bilmece, tarih ve kaderin gizemli hazinesini bırakmış şecereye sahip halklardır. Türk halklarının ana dilinin yayılma alanı hakkında hayretle yazan W. Radloff, “Yeryüzünde Türk halklarının dili gibi devasa coğrafyaya yayılmış bir başka dil yok demek mümkün. Dünyanın üç kıtasında, yani Kuzey Afrika ve Avrupa Türkiye’sinden başlayıp Güney Sibirya bozkırı ve Gobi Çölü’ne kadarki geniş ülkede tümüyle Türkçe konuşan halklar yaşamaktadır.” demiştir. Şimdi bu kategoriye, ilk devirlerden itibaren ağaç uvıklı, keçe tuvırlıklı göçer Moğol dilli ulusları da eklerseniz coğrafya ne kadar genişler. Geniş Türk-Moğol dünyası önünüzde ardına kadar açılır. Buna tarihî gelişim sürecinde Türk boylarının temelde İslam; Moğolların ise Budizm’i kabul ettiğini eklersek buna bu akraba halkların kültürel doğasının zaman içinde tamamıyla zenginleşip çok karmaşık fenomenleri başından geçirdiğini fark ederiz. Şamanizm inancı ile yaşayan Sibirya Türkleri; Rus sömürgeciliği kapsamında gerçekleştirilen Hristiyanlaştırma sürecini yaşamış, Türk kökenlilerin en doğuda ve Türk ata yurdunda yaşayanı Tuvalar da Budizm’i kabul etmiştir. Demek ki, Türk-Moğol dünya görüşündeki kültürel alışverişler çok renkli bir görünüme sahiptir. Bu konunun komşu halkların tarihinin siyasi renge bürünen bakış açısı ile incelenip türlü tahribatlara maruz bırakılması ve yine bu komşu halklarda Türk-Moğol topluluklarının ilişkilerini engelleme düşüncesinin yerleşmesi, meselenin gerçek anlamıyla bilimin araştırma nesnesine dönüşmesinde birikmiş sorunlar olduğunu göstermektedir.

      Genel olarak söyleyecek olursak böyle kırk katmanlı, özel bir yapıya sahip kültürü araştırmak için Türk ve Moğol halklarının dilini, folklorunu, edebiyatını, sanatı ve felsefesini, gelenek göreneğini derinlemesine bilen uzmanlara günümüzde büyük ihtiyaç duyulmaktadır.

      Bu konuda Uluslararası Türk Akademisinin Altayistik, Türkoloji ve Moğol Araştırmaları Birliği tarafından bilirkişi incelemesinden geçirilip sizlere sunulan Dr. Akedil Toyşanulı’nın Türik Mongol Mifologiyası [Türk-Moğol Mitolojisi] adlı çalışması bu gereklilikten doğan, yol açıcı eserlerden biridir.

      Mitoloji herhangi bir halkın manevî kültürünün, sanatı ve felsefesinin, tarihi ile şuurunun merkezi; sağlam temelidir. Halkın manevî görünüşünü, yapısını, dünya görüşünü şekillendiren, uyumlu hâle getiren, gözlemleyen, düzenli bir şekilde kalıplaştıran mittir. Bu nedenle mitleri çok eski dönemlerden itibaren halkın şuuruna yerleşmiş ilk kod olarak nitelemek mümkündür.

      Eseri okuyan kişi Türk-Moğol halklarının neyi kutsal gördüğü, neyden uzaklaştığı, bunların sebebinin ve temel dayanağının ne olduğu gibi farklı sorulara açık bir şekilde cevap almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Türk-Moğol mitlerinin özellik ve tavsiyelerinin benzerliğinin atadan kalan emanet, ata babalardan kalan değerler bütünü, eski anlayışın bilinçte yenilenip parlayan sistemi olduğu söylenebilir. Eski mitlerin bizi her zaman geçmişten ders almaya, şimdiki hayatımızın anlamını düşündürmeye, gelecekle ilgili hedefleri planlamaya çağırması, araştırmada sağlam bir şekilde ele alınmaktadır. Mitolojinin olağanüstü kahramanları da hiçbir zaman yenilmeyi bilmeyen, kendilerinin ölümü ile ölmeyen ruhları ile nesli her zaman zafere çağıran kutsal varlıklardır. Onlar, bazı kahramanlık devrinde yaşayıp olağanüstü hareketleri ile insanın büyük arzularını, sınırsız imkânını, kırılmaz kararlılığını ortaya koyar gibidir. Bu açıdan yaklaşıldığında mitoloji genç neslin bilincini zenginleştirecek, olgunluğa yönlendirecek, bitmez tükenmez enerji kaynağıdır. Araştırmanın ilgili bölümlerinde mitolojinin, halkın örf-adeti ile onuru ve ahlakının koruyucusu, bekçisi olduğu da açıklığa kavuşturulmaktadır.

      Bu çalışmada, atalar zamanında kalıplaşmış etik ölçünün, Türk dünya tasarımı, daha sonra folklorun masal, destan, alkış-dua, kargış, büyü yapma, baksı ezgisi, batıl inanç, bilmece, atasözü ve deyim gibi farklı türlerine etki ettiğine dair bilgiler mevcut olup bu konuların incelenmesi araştırmacının daha sonraki çalışmalarında da devam ettirilmektedir.

      Örneğin, Türk-Moğol halklarının vatanseverliğinin açık işareti olarak yaşadıkları ülkelerdeki kutsal dağ, taş, ırmak, pınar hakkında şecereler anlattığı ve bunlar üzerinden nesilleri ana vatanını sevmeye teşvik ettiği açıktır. Araştırmacı, eski bahadırlar ile dağları yerinden oynatan devlerin, şifa dağıtan evliyaların istilacı düşmana karşı mücadele edip kendilerinin dağa taşa dönüşmesi hakkındaki anlatmaları; Kazak, Türkiye, Azerbaycan Türkleri ile Moğolların mitolojisi dairesindeki hacimli örneklere dayanarak bir bütün olarak ele almıştır. İlginç olan, halklarımızın birbirlerinden ayrı olmaları ve uzakta bulunmalarına rağmen mitleri benzer şekilde anlatmalarıdır. Demek ki her bir Türk’ün kendi ülkesindeki kutsal dağı taşı, atalarının kahramanlık tarihinin canlı tanığı ve bu tarihi dirilten kanıttır. Bunun üzerinden nesilleri vatan sevgisi ile tabiatı korumaya çağırmanın önemli bir değer olduğunu araştırmacı tam olarak tespit edip söylemektedir. Örneğin, Kökşetav’daki Jekebatır, Apalı-sinlili, Okjetpes gibi dağlar bir yandan bakıldığında yiğitlik için tabiat ananın diktiği bir anıt, diğer yandan sanatsal söz ile tasvir edilmiş heykel olarak özetlenmektedir. İşte Türklerin hepsinde karşılaşılan “Gelin kaya”, “Kuşa ya da herhangi bir hayvana dönüşen adam” hakkında anlatılan mitler “İnsanlığa kastedersen, kötülük yaparsan bu duruma düşersin, ağır bir şekilde cezalandırılırsın.” şeklindeki anlatmayla insanı uyaran, ona önlem aldıran bir işlev üstlenmektedir. Gökte bulunan yıldızlar, dünyanın yaratılış şeceresi, bitkiler ve ağaçlar, kültürün ortaya çıkışı, hayvanlar ve kuşlar, kültür tahılları hakkındaki anlatmaların Türk-Moğol mitolojisinin değerler sitemindeki inci mercanlar olduğu her yönüyle incelenmiştir. Maddi kültürün mitolojik yönlerinin araştırmaya konu edilmemiş bir saha olduğunu belirtsek de burada geleneksel mesken kiyiz üy [keçe ev]’ün özelliği yazar tarafından ciddi bir şekilde incelenmektedir. Araştırmacının Altın Orda, Ak Orda, Alaş Orda gibi devlet yapısının da kiyiz üyden geliştiği düşüncesi dikkat çeken bir husustur.

      Çalışmanın önemli sonuçlarından biri şudur: Yazar; Türk-Moğol halklarının mitolojik hacimli kaynaklarını bu halkların dilinde okuyabilmesi sayesinde, bunları asıl nüshadan çevirip bilimsel çalışma nesnesi hâline dönüştürebilmiş, böylelikle bir araya getirilen kaynakların sürekliliğiyle gerçekliğine olan inancı güçlendirmiştir. Araştırmacı Türk-Moğol mitolojisinin konuları ile kahramanlar sistemini, asıl görünüşlerinin kalıplaşma sebeplerini hacimli kaynaklar temelinde kendi içinde ve dünya halklarının mitolojik malzemeleri ile kompleks bir şekilde karşılaştırarak ciddi sonuçlara ulaşmayı başarabilmiştir. Akraba Altay, Teleüt, Tuva, Hakas, Şor, Saha, Moğol, Buryat, Kalmuk, Oyrat, Kazak, Kırgız, Nogay, Tatar, Başkurt, Özbek, Azerbaycan, Türkmen, Türkiye Türkleri gibi halkların malzemesini farklı yönleriyle kavrayıp onların orijinal mitolojisinin büyük dinlerin kabulünden önce ortak olduğu sonucuna da ulaşmıştır.

      Elbette, Türk-Moğol halkları hiçbir zaman ayrı yaşamamıştır, türlü imparatorluklar kurarak dünya