Nurcan Kuantayulı

Kara Özek


Скачать книгу

>Nurcan Kuantayulı

      Kara Özek

      I. BÖLÜM

      Körle gören, karanlıklarla aydınlık, serin gölge ile yakıcı sıcaklık asla bir değildir.

Kur’an-ı Kerim, Fatır Suresi, 20-21. ayetler

      … Ne konuşacak çok şeyimiz var ne de derse gidip gelip, yurtta uzanıp yatmaktan başka yapacak işimiz. “Pamuktan yapılmış yumuşak döşek, bir taş parçası gibi böğrüme batıyor, uyuyamıyorum” diyen Abay’ın söylediği gibi bu günlerde gece yarısına bazen de şafak sökünceye kadar uyuyamıyorum.

      Böyle durumlarda elime dombıramı1 alıp arkadaşlarımı rahatsız etmeyeyim diye yatakhanenin mutfağında sabahlıyorum.

      Son zamanlarda okuldaki günlerimizi, ama en çok da büyüdüğümüz yatılı okulu özlüyorum. Sen de özlüyorsundur oralarda. Hüzünlenme, endişelenme, Hakan. Her şey iyi olmalı. Yaz başlayınca sömestrden sonra grev2 ile yine geleceğim. Kışın her şey çok aceleye geldi. Üstelik para da azdı. Ne bileyim ki? Tanımadığın yerin delik-deşiği, çukuru çok olur derler ya. Bu defa öyle olmayacak. Son zamanlarda hafta sonları gençlerle pazara çıkıyorum. Biraz para da biriktirdim.

      Anlaşmalı iş3 bulunsa iyi olurdu.

      Para demişken… Para değişeli gıda ve mülklerin de fiyatı sürekli farklılaşıyor. Günü gününü tutmuyor. Bugün pazara gidersen fiyatın dünden farklı olduğuna şahit olursun. Paradaki bu değişiklik başlı başına bir mesele oldu.

      Elli, yüz somluk4 Sovyet banknotları şimdi beş para etmiyor. Bundan sizler de haberdarsınızdır. Haydi, biz neyse de… Zira bizde ne para var ne de servet. Ama şu halktaki karışıklığa ne dersiniz? “Dalgalar denizdeki her şeyi nasıl kıyıya vuruyorsa, sivil polislerin de sırları öyle gün yüzüne çıktı. Özellikle şehir yakınında yaşayan zengin Türkler ile Greklerin hayatı çok zorlaşmış,” diyor halk.

      Zor ya, hayatı boyunca biriktirdiği tüm paralarını elli, yüz tengeye5 değiştirip, bankaya koymadan biriktirirken hükumettekiler birkaç gün içerisinde bu paraları geçersiz ilan etti.

      Ben böyle zenginler olduğuna inanmıyordum. Meğerse gerçekmiş. Çünkü kişi başına sınırlı banknot değişimine izin vermediler mi? Yukarıda bahsettiğim zengin Türklerle Grekler şimdi bizim gibi üniversite öğrencilerine “elli somu kendi adına tengeye çevirirsen, bu paranın yarısını senindir” diye yalvarıyor!

      Para değiştirmek için izin verilen şu üç gün içinde halkın nasıl bir karmaşa içerisinde olduğunu bir görsen! Çok ilgi çekici şeyler olmuş. Para değişeceği ilk gün bizim bazı kurnaz arkadaşlar konservatuvar durağından taa havaalanına kadar taksi tutmuşlar. Yirmi beş km mi ne gitmişler. Tam inecekken taksi sürücüsünün eline bir tomar elli som para tutuşturmuşlar.

      Sürücü hiddetlenip bağırmış:

      “– Gençler! Bu saatten sonra bu paraların hiçbir değeri yok!”

      Gençler, paranın durumundan haberleri yokmuş gibi davranıp saf numarası yapmışlar:

      “– Nasıl yani?”

      “– Öyle işte! Bugünden itibaren “elli som, yüz som” geçmiyor, demiş sürücü sinirle. Duymadınız mı?”

      “– Hayır, ağabey. Şaka yapıyorsunuz.”

      “– Of! Gökten mi indiniz ne?”

      “– Hayır, gökten inecek akrabamızı karşılamaya gidiyoruz.”

      Çaresiz kalan taksi sürücüsü bağırıp gençleri arabadan kovmuş:

      “– Haydi, defolun!”

      Böylesi haller çok olmuş. Türk mü, Azeri mi ne, sivil polislerden biri evinde sakladığı tomar tomar elli, yüz somluk parasını değiştiremediği için sokağa bu paraları döküp, herkesin gözü önünde yakıvermiş!

      Maliyeciler buna “şok terapisi” diyorlar. Egor Gaydar bulmuş bu terimi. Bu terapi yüzünden sel vurup sudan çıkmış balıklar gibi şaşkındık. Özellikle enflasyon denen belâ çok etkili oldu. Paralar iki – üç ay içerisinde sararmış yapraklara döndü. Tasarruf ederek, insanların çocukları için biriktirdiği tüm paralar kurumuş sabana döndü. Güpegündüz soyulup çulsuz kaldılar.

      Ben devrimi yaşamadım ama “Para terapisi” ile de devrim yapılabileceğinden emin oldum.

      Nereden nereye…

      Neyse… En iyisi, sana rüyamı anlatayım. İkimiz nehir boyunda oturuyormuşuz. Bir anda gürül gürül akan nehre soyunmadan atladın ve gözden kayboldun. Aklım gitti, canım çıktı derken, nehrin öte yakasında göründün. Kıyıya doğru kulaç atarak yüzüyordun. İyiye yorumladım. Oradan sağ salim çıkmışsın. Jeltoksan “devrimciler aklanacaklar” diyor ya… Sen de döneceksin, Hakan6.

      Geçen sene bizim delegelerimizden biri Moskova’da Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Halk Vekilleri Kongresi’nde konuşma yapmış ya Dekabristler aklanmalı diye. Demek ki, sevinçli günler bizi bekliyor.

      Başka ne yazayım… Sağlıcakla kal. Yazın mutlaka gelirim.

      Sağ salim görüşelim.

      Dostun Kurmaş.

      28 Mart 1992

      P.S. Görevli subay alır diye zarfa para koymaya korktum.

* * *

      Önce hücrenin demir kapısının üstündeki küçücük pencereden bir gölge geçer gibi oldu. Sanki biri dışarıdan içeriyi gözetledi. Ardından o pencere açıldı. Kabadayı bir gardiyanın içeri fırlattığı bir paket “Prima7” sigarası havada döne döne uçup Haknazar’ın önüne düştü.

      Haknazar o ufacık pencereye bir kez daha baktığında kimseyi göremedi. Muhafız da kapıyı paldır küldür kapattı.

      Üç gün boyunca yemek borusu kaşınıp durmuştu. İştahı da yoktu. Tecrit hücresinde volta atıp duruyordu. Son zamanlarda hiç bu kadar sevinmemişti.

      Sigara dumanını içine çekip üflerken “sigaranın da insana bu kadar güç kuvvet verdiğini kim bilebilirdi ki?” diye düşündü. Şakakları zonklatan baş ağrısı geçti. Göğsü de genişledi sanki. “Hücrede bu çok iyi geldi” diye düşündü. Dizlerini bükerek otururken tüm eklemleri gevşedi. Herhalde birkaç gün sigara içmediğinden olacak, başı döndü, tüm bedenini halsizlik sardı.

      Hapishane yatağında yarı uyanık bir halde bir sağa bir sola dönüp duran Haknazar’ın çok sıkılan canı şimdi rahatlamış gibiydi. Ama bir iki saat sonra yine sıkıldı içi. Sanki bir şeyler eksikmiş gibi tekrar sigara içti. Kokusu zaten havasız olan hücreye iyice sindi.

      Taş zeminde bağdaş kurarak otururken düşündü yine: “Hücre cezası alıp bodrumdaki bu daracık odada aylarca, yıllarca tek başına kalanların sinirleri çelik gibi sağlam, karakteri istediği kadar kuvvetli olsun, sonunda delirir. İnsanoğlunun yaradılışı zayıftır. İşkenceyle aşağılanmaya sabredecek kimse yok. Er ya da geç, bugün olmazsa elbet bir gün mutlaka kırılır. Eğilmez ama kırılır. İşte, altı yıl olmuş hapishanede ve kamplarda yatalı… Altı yıl. Eeeh, en güzel günler! Gençliğin en güzel yılları mahpuslukla yitti, gitti. Şimdi de hapishanedeyim. Zamanım hâlâ hapishanede geçiyor.”

      Beş saat mi, on saat mi geçmişti hücrede? Benzi sararıp hüzünle otururken kaç saat geçtiğini söylemek zordu elbette. Ama epeyce bir zaman geçirmiş görünüyordu.

      Bütün bunları aklından geçirirken hapishane koridorunda ayak sesleri işitildi. Demir kapı gürültüyle açıldı ve içerisi aydınlandı.

      Haknazar onu görür görmez tanıdı.

      Kapı kapanırken orta boylu sarı gençle tokalaştı. Gelen sordu:

      “– Kızıllar nasıl bir suç taktı sana kardeşim?”

      Kolyan adlı ziyaretçi “Buşlatını