Nurcan Kuantayulı

Kara Özek


Скачать книгу

devam etti dik saçlı genç:

      “-İlk soruşturma bittiğinde korkunç bir şeye dönüştü. İzindeydim. Üniversitedeki işime döneli iki-üç gün olmuştu. Almatı’nın kıyısındaki Öjet’te yaşıyorum. Dün akşam şehirde, ablamın evinde geceledim. Sonra sabahleyin Brejnev Meydanından geçiyordum. Seyfullin Sokağı tarafından bir gurup genç geliyordu. Ellerinde de afişler vardı. Baktım, afişlerde “her cumhuriyeti kendi yöneticisi yönetsin” diye yazılıydı. “Bu yaptıkları nedir?” diye yanlarına gidince “Aslanım, haydi, gidelim meydana. Kazak olduğunu bu zamanda göstermezsen başka ne zaman göstereceksin ki,” dedi iri yapılı bir Kazak. Gençlerin başkanı gibi görünüyordu. Benimle aynı hızla gelen biri ne olduğunu sordu. O genç dedi ki “Konayev aksakalı görevden almış. Ona yazık oldu. Biliyorsun, Ulyanovsk mıydı? Ne denirse işte, Rusya’dan Gennadiy Kolbin diye birini getirip tayin etmiş. Onun bizi yönetmesine meydandaki gençler karşı. Biz de karşıyız. Kazakistan oyuncak değil ki! Yirmi yıl halkı yöneten aksakalı yerinden alıp yerine alakasız birisi koyacaklar. Öyle değil mi? Şükürler olsun, kendi kendimizi yönetebiliriz haldeyiz. İlk Sekreterliğe bir Kazak bulunmadı da ne demek? Bu ne rezalet! Ne yani! Kazak olmazsa bile Kazakistan’da hizmet etmiş bir Rus da mı bulunmadı? Bu nasıl bir iştir? Açıklar mısın, lütfen?” Gerçekten, onun dediği doğru. Kendimiz yönetemezsek, ne diye cumhuriyetiz biz? He, gençler! İşte, kanım kaynayınca ben de meydana gittim. Çok bekledik. Birileri konuşma yaptı. Sizler de meydanda mıydınız? Orada değildim mi diyorsun? A! Sen orada mıydın? Gördün mü? Beyaz “bökebay10” takan uzun boylu gencin konuşmasını duydun mu?”

      Kanı kaynayarak, yüreği sızlayarak konuşuyordu:

      “– Gerçekten, işin doğrusunu söyler misin? Kazakça okullarla kreşlerin kapanması, işçi Kazak gençlerine ev verilmediği yalan mı? Zavallı Kazaklar piston fabrikasında, Ağır Makine Fabrikasında ayakkabılarından su sızdırarak on sene boyunca çalışıyor, neticede elde ettiği yatakhanenin bir odası. Çoluk çocuğuyla o küçücük odada yaşamak bir yana, yalnızca nefes almak için çırpınmaktadırlar. Rusya’dan gelen Rus, özellikle bu fabrikalardan birine yerleşirse, yaklaşık iki-üç sene içerisinde üç odalı daire alıp çıkacak hale geliyor. Bu haksızlık değil mi? Daha da kötü durumlara şahit olmaktayız. Mesela, bugün bu olayların tümü halkın içine sinmeden bomba gibi patladı.”

      Esmer genç konuştukça ferahlıyordu. Gülerek konuşmasına devam etti:

      “– Haa, bu arada tanışmadık. Gemidekilerin canları birdir derler. Tanışalım gençler!”

      Adını da söyledi: Aldongar imiş. Ardından nezarethanetaki beş-altı Kazak’ı kendisine çekip sarıldı. Alnını ovdu sonra:

      “– Gülüyoruz, gülmesine de sivil polislerinden bahsediyorum, dedi. Olmayacak yerden bir şeyler çıkararak, cüceyi deve yaptılar ya! Serserilik yasasına bağlayıp bizi hapse atmak istiyorlar. Niyetleri bu! Evet, bu gülecek bir şey değil. Birbirinize sadık kalınız gençler. Nasılsa dayağının tadını aldık. Artık korkutsalar da dövseler de hiçbir suçu üzerinize almayınız. Hiçbir zaman birbirinizi satmayınız. Ehh, kimsede sigara yok değil mi? Köpekler! Ne dilekçe var ne de delil. Bizi böyle boşu boşuna burada tutacaklar mı?”

      Sonra dalgınlaştı bir an Aldongar. Konuştuğunda gülümsemesi geçmişti:

      “– Her şeye rağmen o kişi boş biri değil. Hiç boş bir insan değil. Ya özel hizmet adamı ya da gençlerin gençliğinden, saflığından faydalanmak isteyen birisi. Her ne olursa olsun, halkı, ortalığı karıştırmak için gezen bir dolandırıcıdır. Benimle ilk karşılaşan adamdan bahsediyorum.”

      Haknazar’a onun konuşması ve hırıltılı sesiyle hücredeki gençlerin tümüne güç veriyor gibi geldi.

      Bir gün içinde hem dayağı hem de sorgulamayı yaşayıp çaresiz kalan gençlerdi onlar. Geçici Gözaltı Merkezi’nin rutubetli zemininde oturan, sadece yarınlarının nasıl olacağını düşünen ve geleceklerinden endişelenen bu gençlerin yanında yaşı büyük olan Aldongar’ın bulunması gerçekten çok iyi olmuştu.

* * *

      Hepsinin ötesinde genç olmasına rağmen şakakları beyazlamış, kabağı kalın, iri yapılı esmer Kazak’ın nezarethanedeki diğer Kazak gençlerini dövmesi çok zoruna gitti. Dövmesi neyse de tacizi ve yaptığı haksızlık canına tak etti. O Kazak gençlere şöyle bağırıyordu:

      “– Sen! Enayi! Pislik! Sovyet Hükumetine karşı çıkan sen! Sen kimsin ki? Kimsin ha? İşte sen ve senin gibiler hâlâ Rusların sizlere giydirdiklerini ve yedirdiklerini anlayamamaktasınız! Meydanda ne arıyordunuz? Hükumeti mi devirmek istediniz? Sakin insanları dövmek mi istediniz? Vandallık mı yapmak istediniz? Hey! Sana soruyorum, hey!”

      Üzerinde resmi giysisi olmasa da rütbece yüksek subay olduğu belliydi. Rusçayı akıcı konuşuyordu. Soruşturma odasında geçen o kısa zamanda saldırganlığı iyice arttı. Neredeyse aklını kaybedecek hale geldi:

      “– Neden gözlerin kızarmış? Uyuşturucu mu kullanıyorsun? Öyle mi? Uyuşturucu bağımlısı mısın sen?”

      Yanındaki şişman subayın kulağına bir şeyler fısıldayıp hemen çıkıp gitti.

      Mavi gözlü sorgulayıcı masayı tıklattı:

      “– Şagayev, dedi kendi dilinde. Dünden beri bir şey görmedim, bir şey yapmadım diye inatlaşıyorsun. Ben sana dedim itiraf et diye. Suçu üzerine alsaydın daha kolay olurdu. Artık olacakların vebali senin üzerindedir.”

      Önündeki dosyayı açıp içinden bir kâğıt aldı.

      “– İşte sivil polisinin dilekçesi. Sen meydandayken onun kolunu kırmışsın. Sonra?”

      Haknazar kulaklarına inanamadı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Elinde olmadan şaşkınlıkla bağırdı:

      “– Ne? Nasıl, nasıl?”

      “– Otur! Otur diyorum sana! Bak, şikâyetçi dilekçesinde şöyle yazmış: “Saat 12.30’da meydanın Furmanov Sokağı tarafındaydım. Kazak genci elimdeki copu zorla aldı. Ben “geri ver copumu,” dedim. Ama o beni yere yıktı. Sol kolumu kırdı. Ben o genci görürsem tanırım,” diyor.”

      “– Onun elini kıranın kesin olarak ben olduğumu nereden anladınız?”

      “– Evvelki gün Rusya İçişleri Bakanlığı’ndan özel olarak gelen görevli hepinizin fotoğrafını çekmedi mi? O resimlerden tanıdı.”

      O an Haknazar çok büyük bir şaşkınlık daha yaşadı. Önce böyle bir suçlama karşısında ne diyeceğini bilemedi. Ardından şiddetle itiraz etti:

      “– Yalan! Bu kadarı da fazla artık! İftira! Nerede o kişi? Lütfen yüzleştirin!”

      “– Metin ol! Yüzleştiririz,” dedi subay.

      Yavaşça yerinden kalktı, sakin sakin kapıyı açtı, birini çağırdı.

      Alelacele içeri giren, sol kolu sargılı, orta boylu, sarışın genç Haknazar’a şöyle bir baktı. İleriye gidip oturdu.

      Subay da yerine oturdu. Sigarasını yaktı. Sakin olmaya çalışarak sordu:

      “– İşte! Evet, yoldaş Zvyagintsev, dikkatle bakın! Şu genci tanıyor musunuz? Neren gördünüz? Hatırlayınız.”

      Sarışın genç adam Haknazar’a dik dik baksa da bir şey demedi.

      Subay sesini sertleştirerek konuştu:

      “– Meydanda gördünüz mü bu genci? Size soruyorum, Zvyagintsev!”

      “–