Nurcan Kuantayulı

Kara Özek


Скачать книгу

bir şey aldı. Naylona sarılmış küçücük iki kesenin birinden çay, diğerinden uyuşturucu çıktı.

      “– Akşam yemeğine yarım saat kaldı. Hücreye yemek taşıyan mahkûmdan su alır, kaynatırız. O arada da “çok demli çay içeriz,”9 diye konuştu buşlatına serilerek.

      Sonra esmer ekmek yiyip koyu kara çayı zevkle içerken dedi ki:

      “– Hadi ya? Sen hakikaten siyasi mahkûm musun? Gerçekten, siyasi mahkûm musun? 65.madde mi? Hımm. Demek “Jeltoksan Devrimcilerindensin.” (13) Bizim kederli emeğimiz boşa gitmez Sibirya cevherlerinin derinliklerinde. E he he.”

      Haknazar yavaşça cevap verdi:

      “-Bunun nesi komik?”

      Kolyan sordu:

      “– O gün ne oldu? Almatı’da o gün olup bitenleri başkalarından duyuyoruz. Ama canlı şahitten dinlemek çok daha başkadır.”

      “– Bu soruları duya duya usandım artık,” diye konuştu Haknazar. Benim geldiğim madde ile gelenleri daha evvel görmeyen subaylar olmayacak şeyleri sorgulayarak beni iyice usandırdılar. Sen niye buradasın? Bu kaçıncı kez hapse girişin? En iyisi bundan bahsetsene.”

      Sıkıntı ile cevap verdi Kolyan:

      “– Sen de mi beni sorguya çekmeye başladın? Neyse… Söyleyeyim. Kendi iradesiyle çalan bir hırsızım ben.”

      Ama ya geçmişini hatırladı ya da nereden başlayacağını bilemediğinden olsa gerekir, sustu. Uzun süren sessizlikten sonra konuşmaya başladı:

      “– Yan kesiciyim ben. Cep hırsızlığını duymuş muydun? O benim işte. Dünyaya gözümü açtığımdan beri hırsızlıkla uğraşıyorum. İrtış nehrinin kıyısındaki büyük şehirde doğdum, büyüdüm. Kendimi bildim bileli babamı görmedim. Sonradan duydum. Ben dünyaya gelmeden evvel annemi bırakıp gitmiş. Ondan sonra zavallı annem kocaya gitti. O adama üç-dört çocuk doğurdu. Ne olsa onlar artık benim kardeşim. Ne yalan söyleyeyim, üvey babam beni öz çocuklarından farklı görmedi. Ama çok da candan olmadı. Aramız tuhaf bir şekilde soğuktu. Ben on iki yaşındayken annem vefat etti. Gençliğinden kalan bir hastalığı mı vardı acaba? Orasını çok da bilemiyorum. Bir- iki ay hastanede yattı. Eve geldikten sonra da öldü. Onun ölümü hiçbirimiz için kolay olmadı. Üvey babam tam bir boşluğa düştü. Erkek adam bu kadar çocuğa nasıl baksın ki? Bir akrabasını bize baş göz olsun diye eve getirdi. Artık o evde kalmak istemedim. Üvey babam da buna karşı çıkmayınca şehir dışındaki yetimhaneye yerleştim. Böylece yeni bir hayata atıldım.”

      Sustu birkaç saniye. Sonra yine derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti:

      “– Küçüklüğümden beri çok yaramazdım. Derslere de merakım yoktu. Yetimhaneye gelince daha da değiştim. Oradayken nehrin öte yakasında Zareçnıy mikro bölgesinin kenarında, otogar ile tren istasyonları civarında dolaşan Vasya-Beton isimli bir yan kesicisi vardı. Onunla içli dışlı olduk. Galiba benden hoşlanmıştı. Beni yanından hiç ayırmıyordu. Neyse, sonunda yetimhaneden kaçtım. Vas-ya ile birlikte yan kesiciliğe başladım. Önce el çabukluğuyla para çalıp yan kesicilik yaptım. Şimdi de çaktırmadan giysi kesip para çalan cep hırsızıyım. Tren istasyonu yolcu salonundaki yolcuların kat kat giysilerinin içinde bulunan küçük cüzdanlarından paralarını çaktırmadan alan, tekrar cüzdanını yerine koyan yan kesiciler vardı.”

      Kolyan bunları anlatırken, Kazak masallarında dalda oturan iki saksağanın kuyruk tüylerini fark ettirmeden alıp birinin tüyünü diğeriyle değiştiren kıvrak yiğit Hak-nazar geldi aklına.

      “– 16 yaşımda tutuklandım ve çocuk suçluların konduğu ıslahevine düştüm, diye devam etti konuşmasına. Oradayken çok şey öğrendik. Üç sene hücrede geçirdim. Özgürlüğe kavuşunca Novosibirsk’ye gidip ellerimi sıvadım, hemen cep hırsızlığına başladım. Bundan başka bir şey gelmezdi elimden. Evet, alnıma yazılan budur. Peşime düşen polisler beni yakalamaktan hiç usanmadı. 5-6 sene sonra Kranoyarsk’deyken polisler beni yine yakaladı. Şimdi hapisteyim. Bu, benim ikinci kez hapishaneye düşüşüm.”

      Hayatını kısaca özetleyen Kolyan Haknazar’dan 1986’da Almatı şehrinde olan devrimin sebebini sordu:

      “– Nasıl olduğunu anlatır mısın?”

      Haknazar karanlık hücrede adeta sakız gibi uzayan zamanın hızlı geçmesine sebep olur diye düşündü ve anlatmaya ve o günleri tekrar yaşamaya başladı:

      O seneki kış diğer yıllara göre erken gelmişti. Kışın ilk aylarından itibaren sadece Alatau Dağının zirvesini değil, tüm yamaçlarını, uçurumlarını, geçitleriyle çayırlarını tamamını kar kaplamıştı. Şehirdeki ağaçların dalları, çalılıklar, korular ayazdan donmuştu. Ama kar kalınlığı şehirde fazla değildi. Yollardakiler eriyordu.

      O gün yine yatakhane arkadaşlarıyla derse gitmişti. Aklında hiçbir şey yoktu. Her zamanki gibi öğrenciler ikinciyle üçüncü ders arasında üniversite binasının önünde Satbayev Sokağının köşesinde temiz hava alıyorlardı. Köşe bayağı kalabalıktı.

      Brejnev Meydanında birden çok büyük bir kalabalık toplanmış, bu kadar kalabalığı ilk kez orada görmüştü. Ama o gün bu durumu pek de önemsememişti.

      Ertesi gün hem okul binasında hem de yatakhanede insanlar çoğalmıştı. Çoğu kendi öğretmenleri idi. Bazıları da kollarına kırmızı kumaş bağlayan hükumet yanlısı insanlardı. Herkesin söylediği sadece bir cümle vardı: “Teneffüste dışarıya çıkmayınız, alana gitmeyiniz. Orada isyancılar ve devrimciler toplanmış. Onlara karışmayınız. Yatakhaneden dışarı çıkmayınız.”

      “Yasakları kırmak her zaman ilgi çekicidir.” O kadar endişelenecek neler oluyordu orada? İçini merak sarmıştı bir kere.

      “Nereye gidiyorsun? Otur odanda! Eğer çıkıp gidersen görürsün gününü” gibi uyarılar yapan, başlarına dikilip bağıran yetkililer hazır ortalıkta yokken Haknazar ile üç-dört arkadaşı birinci kattaki kızlar odasının penceresinden atlayarak doğru meydana gitmişti.

      Brejnev Meydanı çok ama çok kalabalıktı. Meydandan Furmanov Sokağına kadar büyük bir insan seli vardı. O sokakta ilerleyerek meydana yaklaştıklarında bir sürü aracın dizildiğini gördüler. Merkez Komitesi binasından Bereke Alışveriş Merkezine kadar yoğun bir asker kalabalığı onları bekliyordu. Polisler, itfaiyeciler, sınır muhafızları, askerler, hepsi bir aradaydı, tıpkı sinema filmleri gibi, tam bir ordu.

      Kalabalık ordu tarafından sarıldığını ve ne kadar çırpınsalar da omuz omuza dikilen askerlerden kurtulamayacaklarını çok geç fark etti insanlar.

      Hemen emir verilmiş olacak ki boyları kadar kalkanları ve coplarıyla askerler kalabalığı dövmeye başladı. Çığlık sesleri, inlemeler meydanı sardı.

      Bu manzarayı gören Haknazar ile arkadaşlarının da dışarıdan merakla izlemeye gelenlerin de ağzı açık kaldı.

      Bir anda bir gurup genç, asker saflarını yarıp çıkış yolu açıverdi. Kalabalık da peşlerine düştü. Tam o sırada deminden beri hiçbir şeye karışmayan sınır muhafızları çıkış yolunu açan gençleri tekmelemeye başladı.

      Ortalık toz duman oldu. Özellikle kadınların çığlıklarından az kalsın kulak zarları patlayacaktı. Safı yaran gençlerin arasında bulunan bir kız can havliyle koşuyordu. Aşağıya doğru hızlandı. Alışveriş Merkezinin yanında bulunan Haknazar’ın olduğu gruba doğru yöneldi. Onların bulunduğu yere ulaşmaya iki adım kalmıştı ki peşinden paldır küldür gelen askerin biri kızın topuğuna vurarak onu yere serdi.

      Ayağı