daha on beş dakika bile geçmemişti ki gemimizin sulara gömüldüğünü gördük, işte tam bu noktada geminin denizde kaynamasının ne anlama geldiğini anlamıştım. Denizciler geminin battığını söylediklerinde, gözlerimde buna seyirci kalacak takatim kalmamıştı; zira sandala bindiğim andan itibaren, hem yaşamış olduğum gerginlikten, hem heyecandan, hem de sonrasında başıma geleceklerin korkusundan yine baygınlık geçirmiştim.
Sandalı tüm güçleriyle kürek çekerek karaya ulaştırmaya çalışan denizcilerimiz, büyük dalgaların arasından yükselip, alçalan sandalı dengede tutmaya çalışırken dalgaların arasından görebildiğimiz kıyıda bize yardım etmek için oradan oraya koşuşturan bir sürü insanın el kol hareketlerini görebiliyorduk. Ancak çok yavaş bir şekilde kıyıya yanaşabiliyorduk; Winterton Deniz Feneri’nin yanından geçmediğimiz sürece kıyıya yanaşma olanağımız yoktu, kıyı Cromer’ın batısında kalıyordu, küçük bir koy şeklindeki kara parçası içine girdiğimiz anda rüzgârın şiddetini biraz olsun kırabilecek konumdaydı. Uzun süren çabaların sonucunda kıyıya yanaşabildik ve güvenli bir şekilde karaya ayak basabildik, sonrasında yürüyerek Yarmouth’a gittik. Kasaba halkı gemi kazazedeleri olmamızdan dolayı büyük bir insaniyet göstererek bizlere yardımcı oldular, kasabanın ileri gelenleri hepimizi iyi semtlere yerleştirdiler ve içlerinden bazı tüccarlar istediğimiz takdirde Londra’ya ya da Hull’a geri dönebilmemiz için ihtiyaç duyabileceğimiz kadar para yardımında bulundular.
Aslında o anda akıllıca davranarak Hull’a, oradan da doğrudan evime geri dönmüş olsaydım gayet mutlu bir adam olarak hayatımı devam ettirmiş olurdum ve babam da yüce kurtarıcımız İsa’nın buyurduğu gibi besili bir danayı benim için kurban ederdi; çünkü binmiş olduğum geminin Yarmouth açıklarında battığını, ancak boğulmadığımı çok uzun bir süre boyunca yapmış olduğu araştırmaların neticesinde öğrenmişti.
Ancak hastalıklı kaderim beni hiçbir şeyin önleyemeyeceği bir içgüdüyle yola devam etmeye zorluyordu; mantığımın sesi eve geri dönmem konusundaki kararımı sürekli yüksek sesle ifade etmeye çalışırken yüreğim bu kararı vermeme engel oluyordu. Bile isteye kendi yok oluşuma doğru koşmamı, göz göre göre kendimi tehlikeye atacak olduğumu bilmeme rağmen, hâlâ yolculuğa devam etmek için kendimi teşvik ediyor olmamı nasıl adlandırmam gerektiğini bilmiyorum. Ancak ilk yaşadıklarımdan sonra aldığım büyük derse, kaçındığım düşüncelerime ve gözü kara bir şekilde mantıklı olan fikirleri reddetmeme neden olan şeyin sadece ve sadece yazılmış olan kaderimin gizli ilahî gücünden başka bir şey olamayacağına inanıyordum.
Başta aklımı çelip bu yolculuğa çıkmak için beni yüreklendiren arkadaşım, kaptanın oğlu da artık cesaretini kaybetmiş gibi görünüyordu. Hepimiz farklı farklı mahallelere yerleştirilmiş olduğumuzdan, Yarmouth’a vardıktan ancak iki ya da üç gün sonra onunla konuşabildim; beni ilk gördüğü anda onun fazlasıyla değişmiş olduğunu söyledim; yüzü çok düşünceli görünüyordu ve başını sallayarak ne durumda olduğumu sordu, yanında duran babasına benim kim olduğumu, bu yolculuğa sadece ileride çıkmayı düşündüğüm çok daha uzun bir yolculuğa hazırlık olması amacıyla katılmış olduğumu söyledi. Babası bütün konuşmaları dinledikten sonra çok ciddi ve endişe verici bir tonla bana, “Genç adam!” dedi. “Sen bir daha asla denize çıkmamalısın; bu yaşamış olduklarını kesinlikle bir denizci olamayacağının belirgin bir işareti olarak görmelisin.”
“Neden efendim?” dedim ona. “Siz bir daha denize dönmeyecek misiniz?”
“Bu başka bir durum.” dedi bana. “Denizcilik benim mesleğim ve bu yüzden de asli görevim; ancak sen bu yolculuğa sadece kendini sınamak için çıktıysan, Tanrı’nın sana ileride başına neler gelebileceğine dair bir örnek verdiğini kabul etmelisin. Belki de Tarşuş’un gemisindeki Yunus gibi, bütün bunlar da senin yüzünden başımıza gelmiş olabilir. Tanrı’m!” diye üzgün bir ifadeyle konuşmasına devam etti. “Nasıl birisin sen, neden böyle bir deniz yolculuğuna çıktın ki?”
Bunun üzerine kendi hikâyemi ona anlattım; sonunda konuşmam bittiğinde adam korkunç bir öfkeyle bana patladı:
“Tanrı’m ben sana ne yaptım da gemime böyle bir yaratığı göndererek beni cezalandırdın?” diye haykırdı. “Bundan sonra senin ayağını attığın bir gemiye, üzerine para verseler dahi asla binmeyeceğim.”
Adamın yaşamış olduğu kaybından dolayı fazlasıyla acı çektiğini ve bu yüzden de sarf ettiği kelimeleri kontrol edemediğini düşünüyordum. Ancak bir süre sonra öfkesini kontrol altına almıştı, böylece ciddi bir ifadeyle benimle konuşmaya başladı, bana hiç vakit kaybetmeden babamın yanına geri dönmem gerektiğini, Tanrı’nın lanetini üzerime çekerek daha fazla başımı belaya sokmamamı nasihat etti.
“Ve genç adam…” dedi sonra. “Şayet babanın sözünü dinlemeyerek geri dönmeyecek olursan; nereye gidersen git onun sözleri yerine gelene kadar felaketler senin peşini bırakmayacak ve hayatın boyunca hayal kırıklıklarından başka hiçbir şeyle karşılaşmayacaksın.”
Bu konuşmanın ardından kısa süre sonra ayrıldık; ona bu konuda pek karşılık vermedim, zaten daha sonrasında da bir daha görmedim, başına ne geldi, nereye gitti bilmiyordum. Bana gelince, cebimde çok az param olduğundan kara yoluyla Londra’ya geçtim; bütün yolculuk boyunca doğrudan evime mi gitsem yoksa yeniden kendimi denizlere mi atsam diye düşünerek kendimle mücadele ettim.
Eve dönmemi engelleyen en büyük etken, yapmış olduklarım karşısında duyacağım büyük utançtı. Sadece annem ve babama karşı utanç duymayacaktım, komşularımız arasında da alay meselesi olacak, böylece etrafımdaki herkesten utanmak zorunda kalacaktım. Evden ayrıldığım günden bu yana insanları gözlemleme fırsatım olmuştu, ne kadar uygunsuz olursa olsun, ne kadar mantıksızca davranılırsa davranılsın genç bir delikanlının o dönemlerde hatasını anlayıp tövbe etmesi ve pişmanlık duyması durumunda kimsenin buna anlayış göstermeyeceğini biliyordum. Onlara göre işlediği suçtan utanmayan bir kişinin sonrasında duyduğu pişmanlık, insanı aptalca gösterecek bir davranışta bulunmaktan sıkılmazken o davranıştan sonra utanması ve vicdan azabı duymasına benzer bir şekilde bilgece davranış olarak görülmeyecekti.
Bu düşüncelerle mücadele ettiğim sırada, ileride ne yapmam ve nasıl bir yol izlemem gerektiği konusunda kendime bir yön çizemediğimden, bir süre yaşamımı aynı konumumda sürdürdüm. Eve geri dönme konusunda engelleyemediğim isteksizlik duygusu sürmeye devam ediyordu; zaman geçtikçe yaşamış olduğum amansız tehlikelerin izleri de yavaş yavaş silinmeye başlamış, az da olsa eve dönmek için duyduğum isteğim de onlarla birlikte kaybolmuştu, en sonunda da bu düşüncelerimin hepsini bir kenara bırakarak yolculuğa hazır olduğuma karar vermiştim.
II. BÖLÜM
ESARET VE KAÇIŞ
O zamanlar beni evimden kopararak uzaklara sürükleyen para kazanmak için duyduğum vahşice tutkularım, hiçbir şeyi umursamadan babamın tüm güzel öğütlerine, yalvarmalarına ve buyruklarına sırtımı dönmemi sağlayan, beni tamamen hâkimiyeti altına alan bu uğursuz etki; beni şimdi Afrika kıyılarına, gemicilerin kaba deyimiyle Gine’ye giden bir gemiye binmem için zorluyordu.
Bütün bu maceralarım esnasında yapmış olduğum en büyük hatam, bu yolculuklara asla bir denizci olarak gitmeyişimdi. Belki yolculuk boyunca çok daha fazla çalışmak zorunda kalabilirdim ancak bu sayede, zaman içerisinde kendimi geliştirerek bir güverte lostromosunun bilgi ve deneyimine sahip olabilir, çok daha fazla çalışarak günün birinde kazanmış olduğum deneyimlerimle belki yardımcı kaptan ya da bir kaptan görevine bile yükselebilirdim. Ama daha kötüsünü seçmek her zaman kaderim olduğundan, bu noktada da farklı davranmadım;