davranışınız her türlü takdiri hak ediyor. Elinizden geldiğince hızlı gidip geldiğinizden de eminim. Yine de buradan eve epey bir mesafe var. Bekleyen insan için zaman geçmek bilmez. Her dakika bir saat gibi gelir.”
Mr. Rushworth ayağa kalkarak tekrar kapıya yürürdü. “Keşke gerektiği sırada anahtar yanımda olsaydı…” dedi. Fanny, adamın hâline bakıp insafa gelmeye başladığını sezdi ve bu cesaretle yeni bir girişimde bulunmaya karar verdi: “Onların yanına gitmemeniz çok kötü olacak. Parkın o tarafından malikâneyi daha iyi görebileceklerini, ne tür düzenlemeler yapılabileceğine daha rahat karar verebileceklerini düşünüyorlardı. Ancak siz olmaksızın bu konuda kesin bir karara varmaları mümkün olamaz.”
Fanny, insanları kaçırmakta, yanında tutmaktan daha başarılı gibiydi. Çabaları işe yaramıştı. Mr. Rushworth, “Pekâlâ.” dedi, “Gitmemin daha iyi olacağını düşünüyorsunuz madem… Hem anahtarı da boşuna getirmemiş olurum.” Bu sözlerin ardından kapıdan çıkıp tek kelime etmeden uzaklaştı.
Fanny, uzun süredir ortalıkta görünmeyen ikili için yine meraklanmaya başladı. Giderek sabırsızlanıyordu. Nihayetinde kalkarak onları aramaya karar verdi. Aşağı doğru inen yol boyunca ilerlemeye başladı. Bir köşeyi döndüğü anda kulağına Miss Crawford’ın kahkahaları geldi. Ses giderek yaklaşıyordu. Birkaç köşeyi daha dönünce onları karşısında buldu. Fanny’den ayrıldıktan kısa süre sonra gördükleri bir kapıdan parka geçmişler ve Fanny’nin sabahtan beri görmek istediği ağaçlıklı yola gitmişlerdi. Bir ağacın altında oturmuş ve az önce tekrar ormana dönmüşlerdi. Anlattıkları buydu. Keyiflerinin yerinde olduğu ve ne kadar zamandır ortalarda olmadıklarının farkına dahi varmadıkları belliydi. Fanny’nin tek avuntusu, Edmund’ın kendisinin de yanlarında olmasını çok istediğini söylemesiydi. “Gelip seni de alacaktım ama yorgunsun diye vazgeçtim.” demişti. Ancak bu, Edmund’ın iddia ettiği gibi birkaç dakika değil, tam bir saat boyunca tek başına bırakılmasının verdiği acıyı da bunca zamandır baş başa ne yaptıklarına dair merakını da gidermeye yetmemişti. Hep birlikte eve dönmeye karar verdiklerinde, bu geziden Fanny’nin payına hayal kırıklığı ve üzüntü düşmüştü.
Terasa çıkan merdivenlere ulaştıklarında Mrs. Rushworth ve Mrs. Norris’i gördüler. İki kadın evden ayrılalı bir buçuk saat olduğu hâlde ormanı gezmeye ancak sıra gelmişti. Mrs. Norris o kadar eğleniyordu ki acele etmek aklına gelmemişti. Türlü problemlerle canları sıkılan yeğenlerinin aksine Mrs. Norris’in günü çok güzel geçmişti. Kâhya, sülünler hakkındaki övgülerinin ardından kendisini mandıraya götürmüş, ona inekleri anlatmış, meşhur krem peynirlerden ikram etmişti. Julia’nın yanlarından ayrılmasının ardından bahçıvanla tanışmış, kısa sürede kaynaşmışlardı. Mrs. Norris, bahçıvanın torununun hastalığına konulan teşhisin hatalı olduğunu fark etmiş, torununun hastalığının aslında sıtma olduğunu anlatmış, bu hastalığı iyileştirecek bir muska göndereceğine söz vermişti. Karşılığında da bahçıvan kendisine en nadide çiçeklerini göstermiş, ender bulunan bir süpürge otu hediye etmişti.
Bu karşılaşmanın ardından hep birlikte eve döndüler. Diğerleri dönene dek kanepede oturup sohbet ederek ve Quarterly Review dergisine göz atarak oyalandılar. Miss Bertram ve iki beyefendi oldukça geç bir vakitte dönebildi. Üstelik bu gezintileri hiç verimli olmamış, bir işe yaramamıştı. Söylediklerine göre sürekli birbirlerini kovalamışlar ve yolları nihayet kesiştiğinde, ne tür düzenlemeler yapacaklarını kararlaştırmak için geç kalmışlardı. Fanny, Julia ve Mr. Rushworth’e baktığında, günü kötü geçen tek kişinin kendisi olmadığını anladı. İkisi de çok düşünceli görünüyordu. Mr. Crawford ve Miss Bertram ise onların tam aksine şen şakraktı. Fanny, Mr. Crawford’ın, yemek sırasında ortamı neşelendirmek ve Julia ile Mr. Rushworth’ü sakinleştirmek için büyük çaba harcadığını fark etti.
Yemeğin hemen ardından çay ve kahve servisine geçildi. Daha gidecek on beş kilometre yolları vardı. Vakit kaybetmemeleri gerekiyordu. Araba kapıya yanaşana dek havadan sudan konuştular. Kâhyadan birkaç sülün yumurtası ve biraz krem peynir alan, Mrs. Rushworth’le uzun uzun sohbet etme fırsatı yakalayan Mrs. Norris gitmeye hazırdı. Julia’nın yanına yaklaşan Mr. Crawford, “Umarım yol arkadaşım akşam serinliğinde, açık havada gitmekten çekinerek beni terk etmez.” dedi. Bu beklenmedik teklif memnuniyetle kabul edildi. Julia’nın günü başladığı gibi bitecek gibiydi. Bambaşka şeyler bekleyen Miss Bertram bu teklif üzerine biraz hayal kırıklığına uğrasa da Mr. Crawford’ın aslında kendisini tercih ettiği düşüncesiyle avuntu buldu. Mr. Rushworth de hiç kuşkusuz, Miss Bertram’ın sürücünün yanına binmesindense faytona oturmasını tercih ederdi. Oturma düzeninden memnun görünüyordu.
Parkta ilerlemeye başladıkları sırada Mrs. Norris, “Fanny, gerçekten senin için güzel bir gün oldu.” dedi, “Baştan sona her anı keyifliydi! Ne yapıp edip senin de gelmeni sağladığımız için Bertram teyzene ve bana minnettar olmalısın. Sayemizde güzel bir gün geçirdin!”
Maria kendini tutamadı: “Bence asıl kendiniz için çalışmışsınız hanımefendi! Bakıyorum da kucağınız ganimetlerle dolu. Aramıza koyduğunuz sepet de yola çıktığımızdan beri dirseğime çarpıp duruyor!”
“Canım benim, sepette sadece ihtiyar bahçıvanın almam için ısrar ettiği küçük, güzel bir süpürge otu var. Eğer seni rahatsız ediyorsa kucağıma alabilirim. Al Fanny, sen de şu paketi tutuver. Ancak dikkat et, düşmesin! Yemekte yediğimiz o nefis krem peynirden var içinde. İyi kalpli Mrs. Whitaker, peyniri kabul edeyim diye başımın etini yedi. Almamak için direndim ancak kadının ağlamaklı hâlini görünce, ablacığım sever diye düşünerek kabul ettim. Şu Mrs. Whitaker çok değerli bir insan. Hizmetçilerin masasında şarap servisi yapılıp yapılmadığını sorduğumda çok şaşırdı. İki hizmetçiyi, sırf beyaz elbise giydiler diye işten çıkarmış! Peynire dikkat et Fanny. Ben de diğer paketlerle sepeti tutayım bari…”
Teyzesinin, Sotherton’ı bu kadar övmesi üzerine morali düzelen Maria, “Başka neler kaldırdın?” diye sordu.
“Kaldırmak mı tatlım! Mrs. Whitaker’ın zorla elime tutuşturduğu şu dört sülün yumurtasından başka bir şey yok. Kadın ‘hayır’dan anlamıyor. Yalnız yaşadığımı öğrenince, evde birkaç canlının bana eğlence olacağını söyleyerek almam için ısrar etti. Gerçekten de öyle ama… Yumurtaları sütçüye vereyim ki tavuklardan birinin kuluçkasına koysun. Yavrular sağ salim doğarsa eve getiririm. Bir de bir yerlerden kümes bulursam, yapayalnız geçen saatlerimde onlara bakıp eğlenirim en azından. Umarım annende fazladan bir kümes vardır.”
Ilık, güzel bir akşamdı. Mr. Norris’in de nihayet susmasıyla dingin doğanın ortasında sessiz sakin bir yolculuk yaptılar. Hepsinin kafası karışıktı. Günün kendilerinde mutluluk mu yoksa sıkıntı mı yarattığına karar vermeye çalışıyorlardı.
11
Yaşanan onca sıkıntıya rağmen Sotherton’da geçirdikleri gün bile Bertram kardeşleri, Antigua’dan ulaşan mektuplar kadar üzmemişti. Henry Crawford’ı düşünmek, babalarını düşünmekten daha eğlenceliydi. Bu nedenle babalarının İngiltere’ye döneceği haberini almak hiç mi hiç hoşlarına gitmemişti.
Babalarının geleceğini bildirdiği o uğursuz tarih, kasım ayıydı. Daha doğrusu, tecrübelerine dayanarak kasımda gelebileceğini tahmin ediyordu. İşleri hemen hemen bitmişti. Eylülde yola çıkabilecek gibi görünüyordu. Kasım ayı başında da sevgili ailesiyle bir arada olabilmeyi umuyordu.
Maria’nın durumu Julia’dan beterdi. Çünkü babasının dönüşü evliliğin kapıda olduğu anlamına geliyordu.