kavradı, sadece ona görünerek, zira başka hiç kimse onu göremedi. Aşil afallayarak arkasına döndü, Athena’yı tanır tanımaz gözleri parladı. “Neden buradasın?” dedi, “Kalkan taşıyan Zeus’un kızı? Atreus’un oğlu Agamemnon’un kibrini görmeye mi geldin? Ne olacağını sana söyleyeyim, elbette o bu küstahlığı canıyla ödeyecek.”
Athena cevap verdi: “Beni dinle, gökten inip öfkeni yatıştırmaya geldim. İkiniz için de kaygı duyan Hera gönderdi beni. O vakit, bu kavgayı kes ve kılıcını çekme. İstersen ağzına geleni söyle ona, sövgülerin boşa gitmeyecek. Zira sana söylüyorum, pek tabii ki bu hakarete karşılık üç katı muhteşem hediyeler alacaksın. Bu yüzden kendini tut ve itaat et.”
“Tanrıçam…” diye karşılık verdi Aşil, “Bir adam ne kadar kızgın olursa olsun, iki tanrıçanın emrettiğini yapmak zorunda. Benim için böylesi daha iyi, zira tanrılar ona itaat edenin dualarını duyar.”
Elini kılıcının gümüş kabzası üstüne koydu ve Athena’nın emrettiği gibi kınının içine geri soktu. Athena da Olympos’a diğer tanrıların yanına ve kalkan taşıyan Zeus’un evine geri döndü.
Ancak Peleusoğlu, Atreusoğlu’na tekrar sövmeye başladı zira hâlâ öfke içindeydi. “Ayyaş!” diye bağırdı, “Köpeğe benzer suratınla ve geyik gibi yüreğinle, ne orduyla beraber savaşmaya cesaret edersin ne de seçkin adamlarımızla pusuya yatmaya. Ölümden uzak durduğun gibi, bundan da uzak durursun. Onun yerine sana karşı gelen adamların etrafında dolanıp ödüllerine göz koyarsın. Sen kendi halkını yiyip bitirirsin, zira güçsüz bir ahalinin kralısın sen; öbür türlü, Atreusoğlu, hiçbir kimseyi bundan böyle aşağılayamazdın. Bu sebeple diyorum ki ve büyük bir yemin ediyorum ki -bu asa ile, üzerinde ne yaprak ne dal bitecek olan ne de dağlardaki gövdesini terk ettiği günden bu yana yeni bir tomurcuk verecek olan- ondan yaprağı ve kabuğunu kazıyan baltanın üzerine, bundan sonra Akhaoğulları tanrının emrine hak verenler ve koruyanlar olarak buna katlanacak -kesinkes ant içerim ki- bundan böyle Aşil’i düşkünlükle arayacaklar ve bulamayacaklar. Acı gününde, Hektor’un kanlı elleri ile adamların kırılırken, onlara nasıl yardım edeceğini bilemeyeceksin ve Akhaların en cesurunu aşağıladığın an için hiddetle göğsünü parçalayacaksın!”
Böyle söyleyerek altın kakmalı asasını yere attı ve yerine oturdu Peleusoğlu, diğer taraftaki yerinden Atreusoğlu köpürmeye başlarken. Sonra güzel sözlü Nestor ayağa kalktı; Pylosluların usta konuşmacısı, kelimeleri ağzından baldan tatlı döküldü. Kendi hükümranlığında Pylos’ta doğmuş ve büyümüş iki nesil göçüp gitmişti ve şimdi üçüncü neslin başındaydı o. Bu sebeple, bütün içtenliği ve iyi niyetiyle onlara şöyle hitap etti:
“Gerçekten de…” dedi, “büyük bir dert geldi başına Akha toprağının. Eminim ki Priamos’la oğulları çok memnun olurdu aranızdaki kavgayı duysalar, Truvalılar da yürekten sevinirlerdi, oysaki hem savaşta hem akılda siz en üstünsünüz. İkinizden de yaşlıyım ben, ondan dolayı dinleyin beni. Üstüne üstlük, sizden daha büyük adamların ahbabı oldum ve onlar benim fikirlerime saygısızlık etmediler. Bundan böyle Peirithoos ve Dryas gibi halkının önderi veya Kaineus, Eksadios, tanrısal Polyphemos ve ölümsüzlere emsal Aigeusoğlu Theseus gibi adam göremeyeceğim. Onlar, bu yeryüzünde doğan en kuvvetli adamlardı, en güçlülerdi ve dağ barbarlarının en azılılarıyla savaştıklarında, onları tamamıyla çökertmişlerdi. Ben uzaklardaki Pylos’tan gelip aralarına girdim, zira onlar beni çağırdı ve kendi çıkarım için dövüştüm. Şimdi hayatta olan hiç kimse onlarla başa çıkamaz, ancak onlar benim sözlerimi duyup ikna oldular. Şimdi siz de beni dinleyin, zira bu daha hayırlı bir yoldur. Bundan dolayı Agamemnon, çok güçlü olsan da bu kızı alma, zira Akhaların oğulları bu kızı çoktan Aşil’e verdiler ve sen Aşil, daha fazla kralla uğraşma, zira hiç kimsenin Zeus’un lütfu ile asa taşıyan Agamemnon kadar onuru yoktur. Güçlüsün ve annen de bir tanrıçadır, ancak Agamemnon senden daha güçlüdür zira buyruğunda daha fazla adam var. Atreusoğlu öfkeni kontrol et, sana yalvarıyorum, Aşil’le bu kavgayı bitir, o ki savaş zamanı Akhalar için sağlam bir kaledir.”
Agamemnon yanıtladı: “Efendim, bütün söylediklerin doğru ancak bu adam hâkimimiz ve efendimiz olmayı muhakkak istiyor: Herkesin hâkimi, herkesin kralı ve herkesin önderi, ancak bu zor olacak. Tanrılar onu büyük bir savaşçı yaptıysa bile ona söverek konuşma hakkı da mı verdiler?”
Aşil sözünü keserek, “Adi bir korkak olmam gerekirdi…” diye bağırdı, "her şeyde sana teslim olsaydım. Diğerlerine emret, bana değil, zira sana bundan sonra itaat etmeyeceğim. Üstüne üstlük diyorum ki -söylediklerimi de kafana yerleştir- artık bu kız için ne seninle ne başkasıyla savaşırım, zira alanlar aynı zamanda verenlerdi. Benim gemimin yanında neyim varsa hiçbirini zorla alamazsın. Dene de diğerleri görsünler; eğer ki denersen kargım kanınla kırmızıya boyanacak!”
Böyle öfkeyle atışıp ayağa kalktılar ve Akhaların gemileri yanındaki toplantıyı bitirdiler. Peleusoğlu çadırına ve gemilerine döndü, Meneitios’un oğlu ve yoldaşları ile beraber. Agamemnon ise denize bir gemi indirdi ve yirmi kişilik bir kürekçi takımı seçti. Khryseis’i gemiye kadar geçirdi ve tanrı için de kurbanlık yolladı. Odysseus da kaptan olarak başlarında gitti.
Sonra hepsi binip denize açıldılar. Atreusoğlu herkese arınmalarını buyurdu; onlar da arındı ve kirlerini denize attılar. Sonra, deniz kıyısında boğaları ve lekesiz keçileri kurban olarak adadılar ve kurban kokularının dumanları kıvrıla kıvrıla göğe doğru yükseldi.
Gemide böyle işlerle meşgul oldular. Ancak Agamemnon, Aşil’e yaptığı tehdidi unutmadı, güvendiği ulak ve yoldaşları Talthybios ve Eurybates’i çağırdı. “Gidin!” dedi. “Peleusoğlu Aşil’in çadırına. Elinizle Briseis’i alın ve getirin buraya; eğer ki vermezse daha çok adamla gelip alırım kendim, daha beter olur sonra.”
Onları iyice işleyerek gönderdi, onlar da deniz kıyısı boyunca kederli kederli yürüdüler, ta ki Myrmidonların çadırları ve gemilerine gelinceye dek. Aşil’i, çadırı ve gemileri yanında otururken buldular, ki onları gördüğüne hiç memnun olmadı o da. Karşısında korkarak saygıyla durdular ve hiçbir şey söylemediler, ancak o kim olduklarını biliyordu ve şöyle söyledi: “Hoş geldiniz haberciler, tanrının ve insanların elçileri; yanıma gelin, benim kavgam sizle değildir, sizi Briseis için gönderen Agamemnon’ladır. Patroklos, haydi, getir onu ve onlara ver, ancak kutsal tanrılar, ölümlü insanlar ve Agamemnon’un öfkesinin şiddeti önünde şu iki adam tanığım olsunlar ki eğer insanları felaketten kurtarmak için bana tekrar ihtiyaç olursa beni arayacaklar ama bulamayacaklar. Agamemnon öfkeden kudurmuş ve ne öncesini ne sonrasını görür, Akhalar gemileri yanında sağ salim nasıl dövüşecekler bilmiyor.”
Patroklos, can yoldaşının emrettiğini yaptı. Briseis’i çadırından getirdi ve onu Akhaların gemilerine götüren habercilere verdi -kadın da gitmeye istekli değildi. Ardından Aşil yalnız başına bembeyaz denizin kıyısına gitti, ağlayarak, ucu bucağı olmayan sulara gözlerini dikerek. Ellerini kaldırdı yukarıya, ölümsüz anasına yakararak. “Anam!” diye ağladı, “Beni kısa bir mevsim ömür sürmek için doğurdun. Olympos’ta gürleyen Zeus elbet bu ömrü daha şerefli kılabilirdi. Hiç öyle değil. Atreusoğlu Agamemnon bana alçaklık etti ve ödülümü zorla elimden aldı.”
Konuştukça yüksek sesle ağladı ve denizin derinlerinde yaşlı adamın, babasının yanında oturan anası onu duydu. Derhâl dalgaların dışına, gri bir sis gibi yukarı yükseldi, ağlar dururken o karşısına oturdu, eliyle okşayarak şöyle dedi, “Oğlum, niye ağlıyorsun? Seni üzen nedir? Benden saklama, anlat, bileyim neymiş?”
Aşil derin bir iç çekerek şöyle