Эмиль Золя

Ölüm


Скачать книгу

olarak, Renée’ye bir hediye vermek istiyorum. Benim çocuğum olmadı, dolayısıyla tüm servetim bir gün yeğenlerime kalacak. Bugün onlardan biri gözyaşları içinde diye elimi sıkacak değilim. İkisinin de düğün hediyeleri çoktan beri hazır. Renée’ye, Charrone yakınlarında bulunan ve iki yüz bin frank kadar edeceğini düşündüğüm büyük bir bina vereceğim. Yalnızca…’’

      Bina lafı geçince Saccard, olduğu yerde hafifçe kıpırdandı. Kayıtsız tavrının altında büyük bir ciddiyet ile yaşlı kadını dinlemeye başladı. Madam Aubertot doğru kelimeleri seçemediğinden kafası karışmış hâlde, kızararak:

      ‘‘Yalnızca…’’ diye devam etti. ‘‘Bu arazinin mülkiyet hakkının Renée’nin ilk çocuğuna verilmesi şartı ile. Niyetimi anlıyorsunuzdur, doğacak çocuğun günü geldiğinde sizin yükümlülüğünüzde olmasını istemem. Bebeğin ölmesi durumunda ise tüm haklar Renée’ye devredilecek.’’

      Saccard kımıldamıyordu ancak kaşları, içinde duyduğu endişeyi ele veriyordu. Charrone toprakları aklında bir fikir deryası uyandırmıştı. Élisabeth hala, çocuk konusunu açarak genç adamın canını sıktığı düşüncesi ile ne diyeceğini bilemediği bir şaşkınlığa kapılmıştı. Saccard cana yakın gülümsemesini sürdürerek:

      ‘‘Bu iki yüz bin frank değerindeki büyük bina hangi sokakta demiştiniz?’’

      ‘‘Pépinière Sokağı.’’ diye cevapladı Madam Aubertot.

      ‘‘Astorg Sokağı’nın köşesine oldukça yakın.’’

      Bu basit cümle, Saccard üzerinde belirleyici bir etki meydana getirdi. Kendine daha fazla hâkim olamayan genç adam sandalyesini yaklaştırdı; Güneyli lehçesi ve tatlı dilliliğiyle: ‘‘Sevgili Bayan, bu lanet olası para konusunu sürdürecek miyiz? Tüm içtenliğim ile size kendimi anlatmak isterim, zira güveninizi kazanamamak benim için hoş olmaz. Yakın zamanda karımı kaybettim; iki çocuğum ile çaresizlik içindeyiz, pratik zekâlı ve mantıklı bir adamımdır. Yeğeniniz ile evlenerek herkes için en iyi olanı yapmaya çalışıyorum. Şimdi bana karşı bazı ön yargılarınız varsa ileride her birinizin gözyaşlarını kuruttuğum, büyük büyük yeğenlerime kadar kim varsa zengin ettiğim vakit benden özür dilersiniz. Başarı, her şeyi arındıran altından bir alevdir. Mösyö Béraud du Châtel’in elimi sıkmasını ve bana teşekkür etmesini bekliyorum.’’

      Kendisini kaybetmişti. Uzunca bir süre kibar beyefendi zırhını delip geçen ölçüsüz bir alaycılık ile konuşmaya devam etti. Plassans’ta vekillik görevi yapan ağabeyi ve vergi tahsildarı olan babasına atıfta bulundu. Konuşmasını, son bir aydır yaşadığı trajedinin bu hünerli genç adamın elinde neredeyse bir komediye dönüşmesinin istemsiz zevkini yaşayan Élisabeth halayı kazanarak bitirdi. Ertesi gün notere gitmek üzere sözleştiler. Madam Aubertot çıkar çıkmaz Saccard, belediye binasına gitti ve orada tüm gününü, ezbere bildiği bazı evrakları karıştırarak geçirdi. Ertesi gün noterde; Renée’nin varlıklarının tümünün toprak mülkiyetinden oluşmasının, ileride kızcağızın başına bela açabileceğinden endişelendiğini belirterek en azından Pépinière Sokağı’ndaki binayı satarak yıllık faize parayı yatırmanın akıllıca olduğunu düşündüğünü söyledi. Madam Aubertot bu konuyu, kendisini eve kapatmış Mösyö Béraud du Châtel’e danışmak istediğini söyledi. Saccard akşama kadar yürüyüş yaptı. Pépinière Sokağı’na gitti, mutlak bir savaşın arifesinde bir generalin düşünceli hâli ile Paris sokaklarını dolaştı. Ertesi gün Madam Aubertot, ağabeyinin yetkilerini tamamıyla kendisine bıraktığını söyledi. Kontrat, önceden belirlenen esaslara dayanarak hazırlanmıştı. Saccard iki yüz bin frank alacak, Renée’ye çeyiz olarak Sologne’daki arazi ve satmak üzere Pépinière Sokağı’ndaki bina kalacak, bebeğini kaybetmesi durumunda ise halasının hediyesi olan Charrone bölgesindeki arazinin de tek sahibi olacaktı. Kontrat, karı kocanın servetlerinin tüm idaresini koruyan mal paylaşımı esası üzerineydi. Avukatı dikkatle dinleyen Élisabeth hala; hükümleri yeğeninin tam bağımsızlığını güvence altına alan, servetini her türlü şahsın el koyma girişiminden koruyan bu kontrattan epey memnun görünüyordu. İyi kalpli kadının, yazılı tüm maddeleri başı ile onayladığını gören Saccard hafifçe gülümsedi. Evliliğin, mümkün olan en kısa sürede gerçekleşmesine karar verildi.

      Her şey hallolduktan sonra Saccard, Matmazel Renée Béraud du Châtel ile birlikteliğini duyurmak için ağabeyi Eugène’in yanına gitti. Bu akıl sır ermeyecek iş karşısında Vekil’in şaşkınlığı üzerine Saccard:

      ‘‘Arayın demiştiniz. Aradım, buldum.’’

      Kardeşinin bu cümlesi karşısında başta afallasa da çok geçmeden ne kastettiğini anlayan Eugène:

      ‘‘Eh, sen akıllı bir adamsın. Buraya benden düğününe şahitlik edecek insanları bulmamı söylemek için geldin, değil mi? Güven bana, gerekirse tüm sağcı kesimi oraya getireceğim. Senin adına iyi bir tanıtım olur.’’

      Kapıyı tümüyle açarken alçak bir ses tonuyla:

      ‘‘Şu sıralar yeni çıkaracağımız önemli bir kanun üzerinde çalışıyoruz. Bu nedenle dikkatlerden uzak kalmak istiyorum. Söylesene, en azından hanımefendinin karnı belirginleşmedi, değil mi?’’

      Saccard öyle vahşice bir bakış atmıştı ki Eugène kapıyı kapatırken kendi kendine:

      ‘‘Bir Rougon olmasaydım, bana pahalıya patlayacak bir şakaydı…’’

      Düğün, adadaki Saint-Louis Kilisesi’nde yapıldı. Saccard ve Renée, düğünden bir gün önceye kadar birbirlerini görmediler. Akşam vakti, gece çökmeye yakın Béraud Konağı’nın alçak tavanlı bir odasında tanıştılar. Merakla birbirlerini süzdüler. Renée evlilik anlaşmasının haberini aldığı gün, delidolu ve pervasız hâline dönmüştü. Manastırdaki özgür yaşantısının bir getirisi olan kaprislerine kavuşmuş; uzun boylu, son derece güzel bir kızdı. Saccard’ı kısa ve çirkin buldu ancak bu çirkinliği hayat tarafından hırpalanmış üslubu ve davranışları etkileyici, zeki bir adamın yorgunluğuna yordu. Saccard, genç kızı ilk gördüğü an hafifçe yüzünü buruşturdu; boyu çok uzundu, kendinden çok daha uzun. Hiç güçlük çekmeden birkaç kelime konuştular. Baba orada olsaydı, uzun zamandır birbirlerini tanıyan ve bazı ortak günahlarını geride bırakmaya hazırlanan iki gencin hikâyesine kolaylıkla inanabilirdi. Yanlarında bulunan Élisabeth halanın yanaklarında, iki genç adına duyduğu utancın kızıllığı vardı. Eugène Rougon’un yakın bir zamanda yaptığı akıllardan çıkmayan konuşması, düğünün gündemi olmuş; gelin ve damadı geride bırakmıştı.

      Düğünden bir gün sonra, karı koca nihayet Mösyö Béraud du Châtel’in huzuruna kabul edildi. Bir günde babasını daha yaşlı, daha ciddi ve daha üzgün bulan Renée, gözyaşlarını tutamadı. O ana dek genç adamın ödün vermediği kayıtsız yüz ifadesi, evin soğukluğu ve yarı aydınlığında; bakışları ile vicdanını delip geçen bu uzun boylu yaşlı adamın haşin üzüntüsünde donmuştu. Eski yargıç, kızını affettiğini söylercesine yavaşça alnından öptü ve damadına dönerek hiç düşünmeden: ‘‘Mösyö, çok acılar çektik. Bize verdiğiniz zararları bir gün iyileştireceğinizi umuyorum.’’ dedi ve elini genç adama doğru uzattı. Saccard, titremeye devam ediyordu. Mösyö Béraud du Châtel’in, kızının utancının trajedisine boyun eğmemiş olsaydı bir bakışı ile Madam Sidonie’nin tüm çabalarını nasıl da boşa çıkarabileceğini düşünüyordu. Élisabeth hala ile kendisini bir araya getirdikten hemen sonra da ortalardan kaybolmuştu. Düğüne dahi gelmemişti. Saccard; kızını baştan çıkaran adamı kırk yaşında, kısa boylu ve çirkin bulan yaşlı adamın gözündeki