Ахмет Мидхат

Karnaval


Скачать книгу

dört, kısacası oyunun gerektirdiği kadar adam toplanıp oynarlar. Kadınlar için dahi oyun yasak değildir. Özellikle de her işin içine şeytan karıştığı gibi kumarın içine de kadın karıştığı zaman, insanı yendirmek muhakkaktır. Umumi balolarda ise oynanması kolay bir oyun olmak üzere rulet, yani fırıldak oyunları oynanır ki birtakım numaralı karelere bölünmüş olan muşamba üzerine bir mecidiye veya bir lira atarsınız. Fırıldak sizin koyduğunuz numaraya tesadüf edecek olursa, koyduğunuz paranın ya altı ya on iki veyahut yirmi dört mislini alacağınızı hesap edersiniz. Fakat sizin numaraya isabet nadir olacağından bir fakirin sanatına göre beş veya on gün çalışıp ve bir polis memurunun bir ay hizmet edip kazanabileceği bir lirayı, hemen iki saniyede kaybedersiniz. Kaybedilen şeyler yalnız birer lira olsa cana minnet!..

      Balolarda içki de olması gerekenlerdendir.Kibar balolarında, resmî yerlerde içkiyi ev sahibi takdim ederse de umumi balolarda gayet mükellef büfeler vardır ki ismi işitilmedik içkilerden birkaç yüz çeşit bulunur. Bunların en ucuzları da vardır, en pahalıları da. Şöyle ki bir dülgerin beş on günlük gündeliğini siz orada bir şişe içkiye verebilirsiniz.

      Hele baloların en parlak eğlencesi, bakışmalar ve aşıkâne gözetlemelerdir. İnsan heves ettiği bir kadının arkasına takılmak ve istediği sözü söyleyebilmek için balolarda bulduğu müsaadeyi kilisede bile bulamaz. Buna şaşırmayınız. Çünkü kiliselerde aşıkâne konuşmalar için bulunan fırsatlar, olur olmaz yerlerde bulunamazlar.

      Karnaval ve balolar hakkında genel olarak şu kadar bir fikir verme, olan biteni göz önüne getirmek için yeterli görülsün. Ancak bir de karnaval ve baloları bizim memleketimizle karşılaştırmak ihtiyacı kalır.

      Adam sen de! Hiç Venedik ve Paris karnavalları ve oraların baloları ile bizim İstanbul karnavalı kıyas ve karşılaştırma mı kabul eder?

      Hayır! Öyle de demeyiniz! Avrupa’da karnavalları en parlak olan memleketlerin bize üstünlüğü, olsa olsa ancak kıyafetçe, maskaralıkça olabilir. Yoksa diğer bazı yönlerden bizim karnavallar, balolar dahi pek aşağı kalmazlar. Düşünmelidir ki Venedik ve diğer Avrupa beldelerinde bazı yöre halkını yalnız kıyafetçe taklit ediyorlar. Hâlbuki İstanbul, o yöre halklarının genel bir toplantı yeridir. Burada söz konusu halk, baloya katılanların içinde de mevcuttur.

      Elbise ve kıyafet yönüyle zaten şehrimiz daimi bir karnaval hâlinde bulunup aslında maskaralık ve rezalet derecesinde Venedik’e, Paris’e çıkışamaz isek de olaylar ve garip tesadüfler hususunda onlardan aşağıda kalmayız. Belki fersah fersah geçeriz.

      Karnaval, her memleket için bir gizem mevsimidir. Çünkü her sınıf, her zaman yapamadığı eğlenceleri karnavalda yapmak isteyip var olan yasaklardan çekinerek kendisini maskeler ve peçeler altında gizler. Demek oluyor ki bir baloda, topluca maskeler çıkarılacak olsa, kimler, neler meydana çıkar ki romancılar kırk yıl yazmış olsalar bu sermayeyi tüketemezler.

      Şu kadar ki karnaval içindeki olaylar, hemen yine o mevsim içinde şekillenerek, yine o mevsim içinde neticesini göstermekle kalmaz. Böyleleri de olursa, zaten beş altı haftadan ibaret bulunan bir süre içinde başlangıcı bitimine pek yakın olan olaylardan ol kadar şairane meseleler ümit olunamaz. Diyelim karnaval, büyük bir yeme içme toplantısıdır. Bu toplantının yiyip içicilerinin yaşayacakları şeylerin başlangıcı önceden kendini gösterdiği gibi baş ağrısı dahi sonradan ortaya çıkar.

      Karnavalların olayları dahi böyledir. Yani söz konusu olayların başlangıcı karnavaldan önce ortaya çıkıp en büyük olaylar karnaval içinde olagelir. Sonuçları ve etkileri de karnavaldan sonraca görülür.

      Dolayısıyla biz de karnaval başlığıyla yazmaya başladığımız şu hikâyeyi üç kitaba paylaştırmayı gerekli gördük.

Ahmet Mithat Efendi

      Karnavaldan Önce

      Zekâyi ile Resmi

      İstanbul’da, Şehzadebaşı’nda kibardan Uzleti Efendi’yi belki tanımazsınız. Kendisini tanıyanlar arasında pek ünlü bir adamsa da bu şöhreti herkes tarafından bilinen, genele yayılmış bir şöhret değildir. Kendisi altmışına el atmış, vücutça zayıf, sağlıkça sorunlu bir adam olduğundan hemen hemen konağından dışarı hiç çıkmaz. Meğer hava yaz ola. Ne pek sıcak ne pek soğuk ola. Ne yakınlarda yağmur yağarak yerler yaş ve rutubetli ne de pek çoktan beri kuraklık hüküm sürerek ortalık toz ve toprak ola. Kısacası tıpçıların koydukları şartlar mükemmelen yerini bula ki Uzleti Efendi, arabasına binerek ve pencerelerini sımsıkı kapayarak Eyüp’e ya da Davut Paşa’ya doğru bir seyahate çıka!

      Konağı içinde gayet mükemmel bir bahçesi olduğu hâlde bahçeye çıkmak için bile mevcut olan tıbbi durumu ayda yılda bir kere bahçeye çıkmasına engel olur.

      Ama böyle bir hastalıklı vücudun sağlığını korumak için de bu kadar önleme cidden ihtiyaç vardır.

      Söylenceye göre Uzleti Efendi, pek zengin bir adammış. Hâline, çalımına bakılsa o kadar zengin olduğuna hükmedilemez ise de kendisini tanıyanlar çok zengin olduğunu söylerler. Gerçekten de emlak ve mülkünün geliri ayda yüz yirmi, yüz otuz liraya varır. Ancak bir o kadar gelirin de konsolideye7 çevirdiği nakitinden geldiğini söylerler. Bu konuda bir rivayet daha vardır. Derler ki konsolideden önce Uzleti, mevcut nakiti için büyük bir ıstırapta imiş. Faize verse bunu tefecilik sayarmış. Dolayısıyla konsolide icat olunduğu zaman, “İşte bundan iyi hiçbir şey olamaz. Paran var mı, konsolide alırsın. Ne kaydı vardır ne kuydu! Kimsenin haberi bile olmaz. Taksit zamanı gelince kuponcağızını kesip bir sarraftan paracıkları alırsın. Sarraf seni, sen sarrafı tanımazsın bile!” demiş.

      Bununla beraber, “O da Frenk8 icadıdır. İhtimal ki bir hilesi olur.” diye nakdinin tümünü konsolideye çevirmeyip yalnız bir miktarını çevirmiş. Küsurunu ise mahzeninde saklamış.

      Uzleti Efendi’nin tedbirli oluşuna herkes inanır. Çünkü doğası gereği gayet eli sıkı olup buna bir de ihtiyarlık eklenmiştir. Evinde altına, gümüşe benzer hemen hemen bir nokta bile görünmeyip kahve zarfları9 bile tombaktırlar. Fakat gümüş ve altından başka birtakım mücevherli eşyasının da kasalarda, mahzenlerde saklı olduğunu herkes bilir.

      Böyle hâl ve şanı gizli bir sır gibi olanların gerçekte tahmin edildiği kadar zengin çıkmadıkları bilinirse de mademki herkes Uzleti Efendi için “Karun kadar zengin.” diyor, bu rivayetin herkesçe bilinen şeklini iletmek ve bizim de öyle söylememiz mecburidir.

      Zekâyi Bey diye akranlarının arasında seçkin olan bir genci belki tanırsınız. Tanımayanlara bir haber verelim: Yaş yirmi yedi, yirmi sekiz. Yakışıklılığı en üst seviyede. İsminin anlamına uygun olarak zekâya cisim! Baba evinde gördüğü eğitim ve terbiye ise gerçekten birçok kibarzadelere kıyas bile kabul etmez.

      İşte bu kişi, Uzleti Efendi’nin dünya yüzünde bir tanecik ömür meyvesi olup terbiye ve eğitimine o kadar özenmiştir ki yirmi beş yaşına kadar çocuğu hemen hemen kapıdan dışarıya çıkarmamıştır. Aslında ifademizin bu derecesi de abartıdır. Evet! Kapıdan dışarı çıkarmıştır. Hatta seyir yerlerine bile göndermiştir. Çifte lala eşliğinde olduğu ve arabasına binmiş olarak Zekâyi Bey istediği yerlere gider, gezerdi. Amacımız, diğer gençlerle görüşmeksizin ve onların terbiyelerini bozan birtakım kötü mekânları tanımaksızın büyüdüğünü anlatmak olduğu için “Kapıdan dışarıya çıkarmamıştır.” dedik.

      Zekâyi Bey diğer gençlerle neden görüşsün? Kötü ahlak örnekleri alsın diye mi? Daha sonra babasından kalacak hazineleri