etmekteyiz. Allah’a şükür, vatanımızdaki millî akımın pek çok genişlemesi ve kökleşmesi kuvvetlenmekte olması, bizleri daima bu noktaya götürüyor ve davet ediyor.
3- Şurası da göz önünde tutulmalıdır ki memleket ve milletin mukadderatı hakkında Amerika veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükûmet ancak millî hâkimiyet esasını kabul ve millî meclisin varlığını benimseyerek ona dayanmayı gerekli gören bir hükûmettir. Şu takdirde İstanbul hükûmetinde görev alacak şahısların mutlaka bu vasıflarda olması zaruridir. Bizce olduğu gibi oradaki çalışmalarınızın gayesi de bu noktanın sağlanması olmalıdır.
4- Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden öperiz.
Bir küçük bilgi daha vereyim. Sivas’a gelmiş olan gazeteci Mister Brown ile bizzat görüşmeyi uygun gördüm. Karşısındakini kolayca anlayan çok zeki bir genç.
Manda Meselesinin Kongrede Görüşülmesi
Şimdi, efendiler, kongrede manda hakkında yapılmış olan görüşme ve münakaşayı mümkün olduğu kadar geçtiği gibi yüksek heyetinize dinletmeye çalışacağım.
Birçok şahıs söz aldı. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık kürsüsünden zabıtlara aynen geçmiş olan şu kısa konuşmayı yaptım: Bu rapor metni hakkında görüşmeye başlamadan önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, mesela Mister Brown’dan bahsedilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu getirileceğini söylediği belirtilmektedir.
Efendiler, Mister Brown: “Ben, hiçbir resmî sıfatla görüşmüyorum. Tamamıyla özel bir şekilde görüşüyorum!” diyor ve hatta Amerika’nın mandayı kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri Amerika adına değil, kendi adınadır; mandanın ne olduğunu kendisi de bilmiyor. “Manda, siz ne derseniz odur.” diyor. Bu raporda önemli olarak manda meselesi vardır. Bunun hakkında görüşmezden önce on dakika istirahat edelim (saat: 3.25).
Sonraki celsede “İlk söz Vasıf Bey’indir.” dedim. Vasıf Bey, önce mandanın tarifi hakkında uzun açıklamalarda bulundu. Diğerlerine sözü bıraktı. Tekrar söz aldı ve “Bir kere esas olarak mandayı kabul edelim de şartlar hakkında daha sonra görüşürüz.” dedi.
Üyelerden Macit Bey adında bir zat, “Umumi heyetçe asıl görüşülecek mesele, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandayı ne şekil ve surette anlayarak mandaterle ne tarzda görüşeceğiz? Bu devlet hangisi olacaktır? Asıl mesele budur.” tarzında konuştu. Ben, başkanlık kürsüsünden: ”Zannederim bu rapordan iki görüş ortaya çıkıyor: Bunların birincisi, devletin içte ve dışta istiklalinden vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve milletin yabancı devletlerin zararlı baskılarına karşı bir yardım ve destek ihtiyacında bulunup bulunmamasıdır. Asıl tereddüde düşüren nokta budur. Müsaade buyurulursa, bu noktayı iyice düşünmek için teklif komisyonuna havale edelim. Sonra yüksek huzurlarınıza arz edelim. Her hâlde içte ve dışta istiklalimizi kaybetmek istemiyoruz.” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Yüklendiğimiz vazife gayet ağır ve önemlidir. Boş münakaşalara harcayacak hiçbir dakikamız yoktur. Bu raporumuzu görüşelim ve bir an önce, vakit geçirmeksizin bir karar verelim.” dedi. Ben başkanlık kürsüsünden: “Bu meseleyi komisyon başkanı olmak dolayısıyla izah edeyim (Ben, aynı zamanda Teklif Komisyonu Başkanıydım). Bu rapor metni komisyonda okundu ve birçok müzakere ve münakaşa edildi fakat kesin karar verecek tarzda kanaat belirmedi. Daha önce umumi heyette okunmaksızın Teklif Komisyonuna gönderilmişti. Bu sebeple bir defa da burada okunup umumi heyetin görüşü belli olduktan sonra tekrar Teklif Komisyonuna gönderilerek kesin kararı vermek istemiştik.” dedim. İsmail Fazıl Paşa da (merhum) söz alarak şu konuşmayı yaptı: “Bekir Sami Bey’in fikrine katılırım; kaybedecek vaktimiz yoktur, esasen mesele de basitleşmiştir. Tam istiklal mi, yoksa manda mı kabul edeceğiz? Alacağımız karar budur. Böyle önemli ve çok önemli olan bir meseleyi tekrar Komisyona götürmek ve tekrar umumi heyete getirmekle vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna bugün, yarın yahut öbür gün her hâlde umumi heyetle bir karar verelim. Komisyonda vakit geçirmeyelim. Çünkü pek ruhlu bir meseledir.”
Bunun arkasından Hami Bey söz alarak İsmail Paşa hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi’nin fikirlerine katıldığını söyledikten sonra “Her hâlde bir desteğe muhtacız ve bunun en basit delili de devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir.” buyurdular.
Bundan sonra, Raif Efendi, manda aleyhinde konuştu. İsmail Fazıl Paşa ona cevap verir tarzda uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra tekrar Bekir Sami Bey konuştu. Ve dedi ki: “İsmail Fazıl Paşa hazretlerinin tamamıyla katıldığım konuşmasına yalnız bir şey ilave edeceğim: Kırım Savaşı’ndan galip sıfatıyla çıkarak katılmış olduğumuz Paris Kongresi’ndeki müttefiklerimizin bize yüklemiş oldukları bilinen şartlar ile bu şimdi okunan rapordaki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha çok istiklali ortadan kaldırıcı olduğu anlaşılır, zannederim.”
Bekir Sami Bey’den sonra Hami Bey ve Hami Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey’in söyledikleri aynen şunlardı: “Mandanın istiklali ortadan kaldırmayacağı muhakkak iken bazı arkadaşlarımız ‘Müstakil mi kalacağız, yoksa mandayı mı kabul edeceğiz?’ tarzında birtakım görüşler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce mandanın ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla beraber mandadan bahsetmezden önce de zihinleri gıcıklayan bu raporda, bu tabirin ne şekilde anlaşılmış olduğunu bilmek lazımdır. Fazıl Paşa hazretleri ‘İstiklali korumak şartıyla manda’ buyuruyorlar. Hami Beyefendi tarafından manda hakkında verilmiş olan rapor iki kısma ayrılıyor: Bir gerekçe kısmı var, ondan sonra bir de mandanın tarifiyle ilgili kısım var… Manda meselesini bunlardaki görüşlere göre muhakeme için önce bir noktayı anlamak isterim; bu rapor metni umumi heyette görüşülmeye sunulmuş mudur, sunulmamış mıdır?”
İsmail Fazıl Paşa: “Yanlış anlaşılmaya sebep olduğundan biz üçümüz -yani Fazıl Paşa, Bekir Sami ve Hami Beyler- bu raporu geri alıyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi. (Bu raporun müsveddesi de, temize çekilmiş şekli de kendilerinde kalmıştır.
Başkanlıktan: ’’Rapor geri alınmıştır.” dedim.
Raporun geri alınmış olmasına rağmen Refet Bey, zabıtlarda beşaltı sayfa tutan parlak bir nutuk söyledi. Bu nutuktan, zabıtlardan aynen aldığım bazı cümleler, hatibin maksadını açıklamaya yetecektir, zannederim.
Refet Bey diyordu ki “Bizim Amerika mandasını tercih etmekten maksadımız, bütün cemiyetleri esir eden, kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak; sakin ve milletlerin vicdanlarına saygılı olan Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş para meselesi değildir… Söz olarak, manda ile istiklal birbirine engel şeyler değildir; yalnız, eğer biz hakikatte kuvvetli olmayacak olursak, işte o zaman mandanın altında eziliriz ve o zaman manda bizim için istiklali ortadan kaldıran bir şekil alır. Bir de diyelim ki biz dışta ve içte tam bir istiklal isteriz. Fakat acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamayacak mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası muhakkaktır ki bugün bizi İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bölüşmek istiyorlar fakat eğer biz, bugün bir devletin kefilliği altında bir barış anlaşması yapacak olursak, ilerde uygun şartlar altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi faydamızı sağlarız. Fakat eğer menfi bir durum ortaya çıkacak olursa, acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız?…
… Her hâlde, bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda, beş yüz milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on on-beş